2 Nisan 2025 Çarşamba

Trump Rusya'nın yayılmacı vizyonunu anlayamıyor

Putin Trump ile kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor. Çünkü Trump kendi gibi başarılı bir girişimci olan Elon Musk ile birlikte kendi aklına çok güvendi ve Amerikan devlet aklını küçümsedi.

Putin'in çeşitli vesilelerle Ukrayna ile barış müzakereleri için ortaya koyduğu nihayi hedefler şöyledir:

  1. Ukrayna'daki mevcut hükümetin devrilmesi ve yerine geçici bir hükümet kurulması. Müzakereyi o geçici hükümetle yapmak istiyor.
  2. Ele geçirdikleri toprakların ilhakı ve Ukrayna'nın bu topraklarda hak iddia etmekten vazgeçmesi.
  3. Ukrayna'nın NATO'ya girmesinin sonsuza kadar engellenmesi.

Bu şartlar sadece Ukrayna'yı değil her bakımdan Avrupa'nın güvenliğini de tehdit ediyor.

Rusya ABD ile masaya oturmuş gibi yapıyor. Şimdilik masaya oturmayan tarafın Ukrayna olduğunu göstermeyi ve Ukrayna'yı ABD nezdinde izole etmeyi başardı. Diğer taraftan askeri saldırıyı sürdürüyor ve sahada etkinliğini genişletiyor. Rusya'nın Ukrayna işgali altındaki Kursk bölgesini kurtarmaya devam ederken Ukrayna topraklarında ilerlemeye ve kendisinin işgal ettiği alanları genişletmeye de devam ediyor.

Trump ise hala Zelenski ile değerli maden pazarlığında ...

Tarihsel olarak Avrupa'nın Rus yayılmacılığını sınırlayıcı bir rolü var.  Rusya'nın Osmanlı ile yaptığı birçok savaşta ele geçirdiği toprakları Avrupa'nın zorlaması ile anlaşma masasında terk etmek zorunda kalmıştı. Rusya 19 yüzyıl boyunca Osmanlı ile yaptığı savaşlarda özellikle Balkanlarda Osmanlı'dan kazandığı hemen hemen tüm toprakları geri vermek zorunda kaldı. Bunun en açık örneği 1877'deki 93 Harbinde Avrupa'nın reddetmesi sonucu Ayastefanos Antlaşması'nın kaldırılıp yerine Berlin Anlaşmasının yapılmasıdır. Yine Avrupa'nın baskısı ile 1812 savaşında ve 1829'daki Edirne anlaşmasında Rusya savaşta kazandığı Balkanlardaki toprakları Osmanlı'ya geri vermek zorunda kaldı. Avrupa'nın Rusya yayılmacılığına karşı harekete geçtiği en önemli olaylardan birisi de 1853'teki Kırım savaşıdır. Kırım Savaşı'nda Rusya tek başına Osmanlı'ya karşı harekete geçerken Avrupa ülkeleri (İngiltere Fransa ve Sardunya) Rusya'nın Osmanlı topraklarını ele geçirmesine karışı olduklarından Osmanlı lehine bir ittifak kurup Rusya'ya karşı savaşa katılmışlardır.

Neticede Avrupa Rusya'nın genişlemesini durdurmaya çalışmıştır. Bu durum 2 Dünya Savaşı'ndan sonra bozulmuştur. Böylece NATO da buna karşı kurulmuştur. Hatta Türkiye'nin NATO'ya girme sebebi de Rus yayılmacılığına karşı duyulan endişedir.

Bugün de Avrupa Rusya'nın Ukrayna Savaşı'nda toprak ilhakına karşı son derece hassas durumdadır ve kırmızı çizgisidir. Bu Amerikan ve Atlantik siyaseti içinde geçerlidir. Ama Trump ve kendisi gibi akla bir karış havada olan kurmayları bunun çok farkında görünmüyor.

Paylaş:

1 Nisan 2025 Salı

Ölünün ardından neden olumsuz konuşuluyor

Ben çok büyük zulüm haksızlık ve düşmanlık yapan kişiler haricinde ölülerin ardından olumsuz konuşulmasını tasvip etmiyorum. Fakat kanımca bir insanın arkasından iyi konuşulmasını da hakketmesi gerekir. Değilse kişi hakkında susmak en iyisidir.

Volkan Konak'ın ölümü üzerine her zaman olduğu gibi yine sosyal medya bölünmüş ve çalkalanmış durumda. Genelde dindar kesimin arkasından onun iyi konuşmadıklarını gördüğümden hemen onu araştırmaya giriştim, twitter'ında paylaştığı twitlere ve yaptığı konuşmalara, paylaşımlara baktım. Volkan'ın laik-dindar çatışmasında açıkça taraf olduğu ve dindar kesime karşı olduğu twitter paylaşımlarından da anlaşılabilir. Ayrıca "ben ölünce beni gömmeyin, beni yakın, küllerimi de Karadenize ve Trabzona serpin" dediği de konuşuluyor. Bunun salt bir bireysel inançsızlığın gereği mi, yoksa toplumun inanç ve değerlerine bir tepki göstergesi mi olduğu tartışma ve yoruma açık.  

Benim bu konudaki genel tespitlerim şöyle:

Türkiye müslümanlarının ve İslamcılarının diğer müslüman toplumlardan daha fazla hoşgörülü olduğunu söyleyebiliriz. Yani dindarlık ile uyuşmayan bir yaşam biçiminiz varsa bu Türkiye müslümanları ve İslamcıları için sorun teşkil etmez. Ama siz dindarlığa ve islamcılığa saldırıyorsanız o başka.

Yakın bir dönemde Müslüm Gürses, Cüneyt Arkın, Ferdi Tayfur, Filiz Akın, Kenan Işık, Ahu Tuğba, Erkin Koray ve hatırlayamadığım yada ismini bilmediğim diğer bazı ünlüler öldü. Ben bunların arkasından kötü bir söz söyleyen bir dindar görmedim. Neden, halbuki bu insanların yaşam biçimleri hiçbir şekilde islam ile uyuşmuyordu. Hatta bunların sadece bireysel yaşamları değil, icra ettikleri sanatları da İslam'a uygun değildi.

Burada kişilerin hayatlarının ve hatta sanatlarının İslam ile uyuşup uyuşmaması değil, İslam ve müslümanlara karşı olumsuz davranışları, sözleri ve tavırları etkili oluyor.

Yanlış hatırlamıyorsam Ahmet Kaya da "öldükten sonra beni yakın" demişti. Fakat bu sözünden dolayı Ahmet Kaya'ya laf söyleyen bir dindar hatırlamıyorum. Ahmet Kaya ömrünün sonlarına doğru Diyarbakırda verdiği bir konferansın ardından söylediği sözler özellikle milliyetçi tayfa tarafından hedef alınmasına sebep olmuştu.

Kemal Sunal'ın politik duruşu bellidir ve muhafazakar karşıtı sol çizgisi oldukça belirgindir. Filmlerinin çoğu Aziz Nesin'in kitaplarından uyarlanmıştır. Ama hepimiz filmlerini izledik sevdik, üzerimize alınmadık. Aynı şey İlyas Salman için de geçerli idi. Banker Bilo'nun burjuva ve muhazakar karşıtı rolleri bir dindarı hiçbir zaman rahatsız etmedi. Ama son zamanlarda İlyas Salman sosyal medya aracılığı ile dindar kesimi hedef alan açık mesajlar veriyor ve bu polemiğin ve çatışmanın bir parçası oluyor. Bu durumda hedef aldığı kesimlerce onun sanatına saygı gösterilmeyeceği açıktır.

Aslında anlatmak istediğim şudur:

Sanat yaratıcılığın ve hayal gücün ifade biçimi olarak tanımlanır. Eğer bu tanımı daha da daraltırsak "sanatın bir ifade biçimi olduğunu" söylememiz gerekir. Sanatçılar kendi mesajlarını, umutlarını hayallerini düşüncelerini korkularını ve ümitlerini sanatsal yaratıcılık yoluyla aktarırlar. Bu yönüyle sanat toplumsal değişimin başlatıcısı ve temel bir dinamiği olduğu kabul edilir. Dolayısı ile bir sanatçının sanat yoluyla verdiği mesajlar hedef kitlenin inancına aykırı olsa da tolere edilebilir. Fakat sanatçı bizzat sanatı yerine kendisi bir özne olarak kamplaştırıcı faaliyette bulunduğunda aynı tolerasyon gösterilmez.

İyi sanatçılar hangi düşünceden olurlarsa olsunlar düşüncelerini icra ettikleri sanatlarında verirler. Kötü sanatçılar ise düşüncelerini Twitter'dan dile getirir ve kamplaştırıcı bir dil kullanırlar. Elbette böyle devam ettiği sürece sataştığı kesimler onların sanatına ve kişiliğine da saygı göstermeyecektir.

Paylaş:

28 Mart 2025 Cuma

Osmanlı'da Bayram Selası


Osmanlı döneminde bayram selası şöyle okunurmuş. Şu güzelliğe bakar mısınız?
 
Leysel 'idu limen lebisel cedid
İnnemel 'idu limen hafe minel va'id
 
Leysel 'idu limen rekebel mataya
İnnemel 'idu limen terekel hataya
 
Leysel 'idu limen basatal bisat
İnnemel 'idu limen teceveze ales sirat
 
Tercümesi:
 
Bayram yeni elbise giyenlerin değildir
Bayram kıyamet azabından korkanların bayramıdır.
 
Bayram bineklere binenlerin bayramı değildir
bayram günahları terkedenlerin bayramıdır.
 
Bayram evini dayayıp döşeyenlerin değildir
Bayram sırat köprüsünden geçebilenlerin bayramıdır.
 
***
 
Tüm İslam aleminin bayramını tebrik eder; Filistin'in mansur, ümmetmizin mamur; tüm müslüman ve müminlerin ibadetinin mebrur, dualarının makbul, kalplerinin mesrur olmasını niyaz ederim.

Paylaş:

İmamoğlu ve İBB ile MEB arasındaki kreş sorunu


İmamoğlu yolsuzluk ve terör suçlaması ile gözaltına alındığında sorgudaki ifadesinde "Kreş konusundaki icraatı nedeniyle kendisine siyasi kumpas kurulduğunu" söyledi.

Hapishanede iken de yine "Kreş açtığım için hakkımda soruşturma açılmış. İfade vermek isterdim ama şu an gözaltındayım, yoksa seve seve bu şehrin çocukları için yaptığımız kreşleri tüm gücümle savunurdum. Kreş açma suçunu işlemeye devam edeceğiz" açıklamasında bulundu.

Suçu kendine göre popülize ve politize edip suç olmaktan çıkarıyor. O zaman şöyle soralım:

Diyelim ki ben de şehrin çocuklarını eğitmeye, hizmet etmeye karar verip İstanbul'da bir kreş açtım ama belediyenin ruhsat için talep şartları yerine getirmediğim için ruhsatsız devam ettim. Gelen belediye personeline de "gücünüz yetiyorsa gelin kapatın" diyerek rest çektim. Olur muydu Ekremciğim? Çünkü Ekrem'in yaptığı tam olarak bu.

Şimdi ben bu konuyu biraz araştırdım ve detaylarını sizinle paylaşayım.

Okul öncesi kurumların niteliği yaşa göre belirleniyor. Buna göre Kreş ve Anaokulu farklıdır.

- 0-24 aylık yaş arasında çocukların dahil olduğu kuruma KREŞ deniliyor ve bu kreşlerin yönetimi Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına bağlıdır. Bakanlığın Resmi gazetede 29342 sayılı Yönetmeliğinde tanımların yer aldığı Madde 4'ün h. fıkrasında "Kreş: 0-24 aylık çocuklara hizmet veren kuruluşu" diye tanımlanıyor.

- 36-68 aylık yaş arasındaki çocukların dahil olduğu kuruma da ANAOKULU deniliyor. MEB'in Okul öncesi yönetmeliniğinin Madde 4 a) fıkrasında yine "Anaokulu: Eylül ayı sonu itibarıyla 36-68 aylık çocukların eğitimi amacıyla açılan okulu" şeklinde tanımlanmaktadır.

Özetle 0-24 arası aylık olan çocukların olduğu kurumlara "kreş", 36-68 arası aylık olanlara da "anaokulu" denir.

Şimdi İBB'nin açtığı "Yuvamız istanbul" kurumunun web sitesinden baktığımızda şöyle yazıyor: "3-6 yaş aralığındaki çocukların ihtiyaçlarını gözeterek; onların bedensel, zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimlerini destekleyen güvenli ve zengin öğrenme ortamları sunan bir kurum olmayı hedefliyoruz."

Yani senin kurduğun Kreş değil Anaokuludur. Dolayısı ile anaokulu açılması işletilmesi ve yönetilmesi tamamen Milli Eğitim Bakanlığına bağlıdır. Özel anaokulları açılsa dahi bu da Özel okullarda olduğu gibi tamamen Milli eğitime bağlıdır.

İBB'nin açtığı ve kreş adı verdiği anaokulları MEB'e bağlanmayı ve denetlenmeyi kabul etmemekte ve ilgili mevzuatı çiğnemektedir. MEB, Yuvamız İstanbul kurumunun kapatılmasını veya MEB'e devredilmesini resmi olarak talep etti. İmamoğlunun buna verdiği cevap "güçleri yetiyorsa gelsin kapatsın" şeklinde oldu.

Cin olmadan şeytan çarpmaya kalkmak deyimi böyle bir şeydi galiba 😃

Paylaş:

19 Mart 2025 Çarşamba

İklim Anlaşmaları ve Biz


İklim anlaşmalarının ve buna bağlı olarak ülkemizde çıkarılmak istenen iklim kanununun arkasındaki düşüncenin özü şudur:

Dünyada sanayi devriminden bu yana çok fazla fosil yakıt kullanıldı ve bu fosil yakıt kullanımı her geçen gün artıyor. Kömür petrol doğalgaz gibi fosil yakıt kullanıldığında karbon ve sera gazları ortaya çıkıyor. Atmosfere yayılan sera gazları da güneş ışınlarını tutarak dünyayı daha fazla ısıtıyor. Böylece son yüzyılda dünya iklim sıcaklığının yaklaşık 1.5 santigrad derece arttığı ortaya çıkmış bulunuyor. Eğer tedbir alınmazsa bu daha da artmaya devam edecek. Küresel ısınma denilen olay budur. Bu ısınma da dünyanın genel iklim dengesini bozuyor. Buzullar daha fazla eriyor deniz seviyesi yükseliyor ve bir çok küresel iklim ve çevre sorununa neden oluyor. Mesela son dönemlerde tüm dünyada bu kadar orman yangınları çıkmasının sebebi de budur. Dünya çölleşiyor. Bizim Türkiye'nin tarım ve mera alanlarının yarısı çöl oldu. Bunlar hep küresel ısınmanın sonuçları...

İşte bu yüzden ülkeler ve bilim adamları bir araya gelip kömür petrol doğalgaz gibi fosil yakıtı azaltıp bunun yerine yenilenebilir enerji üretimini öneriyor. Bu da güneş enerjisi rüzgar ve hidrolik enerji gibi enerjilere yönelmek anlamına geliyor. Çünkü yenilenebilir enerji temiz enerjidir ve hem çevre kirliliğini hem de küresel ısınmayı önler. Bu yüzden dünya ülkeleri Paris ve Kyoto gibi küresel iklim anlaşmaları yaptılar. Bütün bu anlaşmalarda ana düşünce karbon ve sera gazlarının azaltılması ve yenilenebilir enerji hedeflerinin artırılmasıdır.

Yenilenebilir enerji gelişmekte olan ülkeler için kısa vadede efektif değildir. Çünkü başlangıçta yatırım maliyeti yüksektir. Fosil kullanımı içinse bir yatırım maliyeti yoktur. Sadece gelişmekte olan ülkeler değil hızlı ve agresif bir kalkınma isteyen ülkeler de fosil yakıtı tercih ediyor. Mesela Trump'ın iklim anlaşmalarından çekilmesinin sebebi budur. Fakat bu sadece gezegenimize değil kendi ülkesine de zarar verir. Bugün iklim anlaşmalarını imzalamayan ve bu konuyu es geçen ülkelerden biri de İran'dır ve İran şehirleri dünya sıralamasında en kirli havaya sahip olan şehirler arasındadır.

İklim anlaşmalarında da her ülke için belirli bir karbon emisyon hedefi vardır. Büyük ülkeler yatırım zorluğu çeken küçük ülkelere bu konuda ödenek de ayırırlar veya ayırmaları gerekir. Bu konuda pratikte sorunlar olabiliyor. Fakat her ülkenin gücü nisbetinde buna uyması kendisi için de faydalıdır.

Onun için arkadaşlar iklim anlaşmaları genel olarak iyi bir şeydir. Türkiye hükümeti de bunun önemini son yıllarda farketmiştir ve bu konularda atılan adımlar da son derece değerlidir.


Paylaş:

14 Mart 2025 Cuma

Osmanlı'dan günümüze azınlık sorunları

 

Osmanlı'da azınlık isyanları ilk olarak 1815'te Sırp isyanı ile başladı. Ruslar Sırp isyanını destekledi ancak Avrupa bu konuda net bir tutum gösteremedi. Çünkü o ara Avrupa'da Metternich sistemi denilen, krallık ve imparatorlukların parçalanmasına karşı bir politika hakimdi. 1815'te Viyana kongresinde temelleri atılan bu sistem temel olarak Fransız ihtilalinin etkilerine karşı kurulmuştu. Avrupalılar ilk başta Osmanlı'yı da bu sisteme dahil etmişti. Fakat öte taraftan Osmanlı'ya karşı Hıristiyan azınlıkları da desteklemek istiyorlardı. Osmanlılar isyanı bastırdı fakat Sırplara özerklik vermek zorunda kaldı.

Daha sonra 1821'de Yunanlılar ayaklandı. Bu kez tüm Avrupa Yunan isyanını destekledi. Avrupa'nın her yerinde Yunanlıların safında bağımsızlık savaşı vermek için Avrupalı aydınlar çağrıda bulunuyor ve seferber oluyorlardı. Osmanlı ve Mısır birlikleri gemilerle Mora yarımadasına taşınırken İngiliz Fransız ve Rus ortak donanması Navarin limanında Osmanlı donanmasını yakarak imha etti ve Avrupa'nın bu yardımı ile Rumlar Yunanistan'ı kurdular. Bu durum diğer azınlıklar için bir model oldu.

Yabancı müdahale azınlıklar için şehvetli bir hal aldı. Sırplar Bulgarlar Makedonyalılar Arnavutlar ve diğer halklar bunun için bir çok kez isyan etti ve başta Rusya olmak üzere Avrupa ülkelerinin çeşitli kışkırtma destekleme ve müdahaleleri ile bağımsızlıklarını kazandılar.

Fakat bu sistemin ilk kurnanı Ermeniler oldular. Ermeni komitacılar yabancı müdahaleyi celbetmek için birçok kez Ermeni halkının canını kendi elleri ile ateşe atmışlardır. 1905'te Adana ve Kilikya bölgesinde nüfusu %10'u geçmeyen Ermeniler bu bölgede isyan çıkarmış ve müslümanlar ile ermeniler arasında Ermenilerin aleyhine sonuçlanan şiddetli çatışmalar meydana gelmiştir. Başka Ermeni isyanları da olmuş ve en sonunda 1915'te büyük sürgüne kadar gitmiştir. Neticede ne İngilizler ne Fransızlar ne Amerikalılar ne de Ruslar Ermenilere yardım edebilmiştir. Hala da Ermeni lobisi Türkiye'ye karşı batıyı kışkırtmaya çalışmaktadır. Ancak bundan somut bir sonuç alamadıkları gibi Ermeni diasporasını Ermeni halkının ve devletinin kamburu haline getirmektedir.

Bu durumu yaşayan ikinci bir azınlık da Kürtlerdir. Türkiye'de Suriye'de Irak'ta ve İran'da siyasi ve askeri mücadele yolunu seçen Kürt grupları batıdan bir miktar destek aldılar. Barzani kuzey ıtakta otonom bir bölge edindi. Türkiye'de PKK ve Suriye'de PYD batının yeterli desteğini sağlayamadığı gibi her iki grup da kendini feshetme noktasına geldi. Neticede Kürt siyasi hareketi çatıştığı ülkelerle çatışmayı bırakarak uzlaşmak zorunda olduğu bir aşamada bulunuyor.

Şimdi aynı süreci Suriye'de Alevi/Nusayri ve Dürziler yaşıyor. Dürzileri sadece İsrail destekliyor. Nusayrileri ise kısmi yada tam destek olmak üzere İsrail İran ve Rusya destekliyor. İran ve Rusya zaten devrim sırasında etkilerini yitirdiler. İsrail desteği ise sadece Suriye'de kaos yaratmak içindir.

Dışardan destek beklentisi içinde olan bir diğer halk da Filistinlilerdir. Filistinliler yıllarca Arap ülkelerinin ve halklarının desteğini ve kurtarmasını beklediler. Kısmi destek olmuştur ama Filistinlileri dışardan gelen hiçbir gücün kurtaramayacağını artık Filistinliler de anlamıştır. Fakat diğer tüm örneklerin aksine Filistinlilerin İsrailliler ile birlikte yaşaması olası değil. Çünkü bu İsrail'in devlet kuruluş mentalitesine aykırıdır. İsrail bir Yahudi devleti olarak kurulmuştur. 1948 Filistinlilerin sürgün edilmesinden sonra geriye kalan çok küçük bir Arap azınlığı dışında hiçbir Filistinli'ye vatandaşlık hakkı vermemiştir. İsrail bunu yahudi demografisinin bozulmaması için yapmaktadır. Dolayısı ile geriye kalan Filistinlilere vatandaşlık vermediği gibi onları da sürmek istemektedir. Bu durumda bir anlaşma ve ortak yaşama zemini yoktur.

Türkiye Suriye bağlamında dönecek olursak; devlet ve ana akım Sünni Türk veya Arap kitlesi ülkenin tarihsel unsurlarından olan tüm azınlıklara kültürlerinin devamını sağlamak için ihtiyaç duydukları her tür haklarını vermeli ve kimlik haklarına saygılı olmalıdır. Ve yine azınlıklar diğerlerine saygı göstermeli, kendini azınlık olarak görmemeli, uç ve radikal hareketlerden uzak durmalı ve azınlık siyaseti gütmemelidir.

Not: Bu yazı ilk olarak islamdunyasi.net sitesinde yayınlandı. 



Paylaş:

13 Mart 2025 Perşembe

Hayırseverlik bir İslam icadı mı?

Hayırseverliği bireysel ve kurumsal anlamda insanlığa öğreten İslamiyettir.

İslam dışında (ve nispeten Hıristiyanlık) hiçbir din ve ideoloji hayırseverliğe yer vermemiştir. Örneğin Hindu dininde alt tabakada yaşayan Paryalar (onlara Dokunulmazlar veya Dalitler de deniliyor) son derece alçaltıcı bir yoksulluğun içinde yaşarlar. üst sınıftaki insanların Paryalara sadaka vermesi Hindu dininde yasaktır.

Bu durum Japon milli dini olan Şintoizm'de de çok belirgindir. Konfüçyüzcülük ve Budizm'de de durum farklı değildir. Bunlarda biraz daha esnek olsa da yardımlaşma ve dayanışma kişinin bulunduğu sosyal tabaka içinde geçerlidir. Alt tabakalara kimse yardım etmeyi teşvik etmemiştir.

Yahudilikte yardımlar yahudi olanlara yapılır, Yahudi olmayanlara (goyim) yapılan yardımlar ancak istisnadır.

İlk hıristiyanlar bir tür komün hayatı yaşıyordu ve her şeylerini paylaşıyorlardı. Gördüğünüz gibi yine kendi sınıfı içinde bir yardımlaşma ve dayanışma söz konusudur. Hıristiyanlıkta hayırseverlik anlamında kullanılan ve Vulgata İncilinde yer alan Agape kelimesi de bütün Ortaçağ boyunca "Hıristiyanlık sevgisi" anlamında kullanılıyordu. Kelimenin hayırseverlik anlamını kazanması da coğrafi keşifler ve misyonerlik döneminde ortaya çıkmış.

***

İdeolojilerde de farklı değildir. Marksizm dışındaki hiçbir ideoloji (liberalizm, faşizm, anarşizm vs.) ezilmiş ve dışlanmış olan alt sınıflarla ilgilenmemiştir. Fakat buna rağmen Marksizm de bireysel yardım ve sadakayı Burjuvazi sistemini ayakta tuttuğu gerekçesi ile kötüler ve reddeder.

***

Peki İslam'da durum nedir?

İslam'da zekat sadaka infak, en başta konu komşu ve akraba olmak üzere herhangi bir sınıf ve inanç farkı gözetmeksizin tüm açların doyurulması, çıplakların giydirilmesi, kölelelerin azad edilmesi, yolda kalmışlara yardım edilmesi birçok şekilde teşvik edilmiş, hem hukuki hem ahlaki bir nosyon kazandırılmış ve hem de kurumsal hale getirilmiştir. Bununla ilgili elbette onlarca hatta yüzlerce ayet var. Örneğin müminlerden bahseden bir ayette "onların mallarında dilencinin ve mahrumun bir payı vardır" denilir. Dolayısı ile sadece ahlaki değil, hukuki olarak da yoksullar zenginlere paydaş kılınmıştır.

İslam tarihinde toplumun her kesimine karşı yardımlaşma ve dayanışma amaçlı kurumsal yapılar ve uygulamalar görülmüştür. Örneğin Osmanlı'da vakıflar bu konuda önemli bir hizmet vermiştir. Osmanlı'da mahalledeki yoksul insanların avarız vergilerinden payına düşen miktarını karşılamak üzere kurulmuş vakıflar bile vardı.

Bu yüzden şunu açıkça söyleyebiliriz: Bugün dünyada hayırseverlik diye bir düşünce ve uygulama varsa bunu insanlığa öğreten İslam'dır.


Paylaş:

28 Ekim 2024 Pazartesi

Ömer Faruk Korkmaz ile Halis Bayancuk’un “Allah nerededir” konulu münazarası hakkında


Ömer Faruk Korkmaz ile Ebu Hanzala olarak tanının Halis Bayancuk Mihenk TV televisyon ekranlarında bir münazara için buluştular. Konu selefilerin ve kelamcıların bakışı ile Allah nerededir sorusunun cevabı idi. Tasavvufçu olarak bilinen Ömer Faruk Korkmaz "Allah göklerdedir" diyen selefilere reddiyede bulununca, selefi olarak bilinen Ebu Hanzala ile aralarında bu münazaraya meydana geldi. Mihenk TV de tasavvuf çizgisine yakın bir çizgide durmasına rağmen programın sunucuları tamamen tarafsız bir moderasyon gerçekleştirdiler. 

Paylaş:

10 Ekim 2024 Perşembe

Arap Baharı Tabutuna Çakılan Son Çivi

Bilindiği gibi Arap baharının beş temel cephesi vardı: 

Tunus: Arap baharı isyanları ilk olarak Tunus'ta başladı. Yasemin devrimi ile halk başarıya ulaştı, diktatör Zeynel Abidin Bin Ali devrildi ve bir halk yönetimi başa geçti. En-Nahda hareketi Tunus'un başat siyasi aktörü haline geldi. Fakat 2021'de Cumhurbaşkanı Kays Said'in bir hukuk darbesi ile karşı devrim başarılı oldu ve tekrar kişi diktatörlüğüne geri dönüldü.

Mısır: 25 Ocak Devrimi 2011'de başarıya ulaştı ve diktatör koltuğunda oturan devlet başkanı Hüsnü Mübarek devrildi. Seçimler yapıldı ve Muhammed Mursi liderliğinde İhvan-ı Müslimin seçimleri kazandı. Ancak 2013'te general Sisi askeri bir darbe ile halk yönetimini devirdi ve yeniden askeri cunta rejimi kuruldu.

Libya: 17 Şubat Devrimi 2011'de diktatör Muammer Kaddafinin devrilmesi ile sonuçlandı. Libya devrimine hem AB ülkeleri hem de ABD aktif destek sağladı. ABD Libyada Kaddafinin devrimcileri bombardıman etmesini önlemek için Kaddafiye karşı uçuşa yasak bölge ilan etti. AB ülkeleri ise devrimcilere hava gücü ile yardım ettiler. Libyada bir halk meclisi ve hükümeti kuruldu. Fakat 11 Eylül 2012 tarihinde Libya halkı Hz. Muhammed karikatürlerinden dolayı yaptıkları protesto gösterilerinde ABD büyükelçisi linç edilerek öldürüldü. Bu olaydan sonra ABD ve AB ülkeleri müslüman Arap halklarına yardım etmeyi ve demokrasi getirmeyi bıraktılar. Böylece Libya Batılı ülkelerin domine ettiği iç savaşta hızla parçalandı.

Suriye: Suriye devrimi geç başladı. Fakat Suriye rejimini diğer ülke rejimlerinden ayıran bir gerçek var. Rejim şiddet sarmalına girince çözülmüyor. Örneğin Mısırda rejim güçlerinin halka karşı şiddet uygulaması bir süre sonra rejimin çözülmesine ve ordunun taraf değiştirmesine sebep oldu. Aynı senaryo Tunusta ve Libyada da oldu. Fakat Suriye'de rejim çözülmüyor. Sadece sivil protestoların sürdüğü ilk 6 ayda 10 bine yakın sivil insan rejim güçlerinin silahlı saldırıları ile öldüğü halde rejimin ve ordunun çözülmesi mümkün görünmüyordu. Bu yüzden muhalefet silahlandı ve iç savaşa döndü. Mayıs 2013'te rejimi ayakta tutmak için Şii grupları devreye girdi. 30 Eylül 2015'te de Rusya Esed lehine müdahil oldu. ABD de bundan 11 gün sonra 10 Ekim 2015'te SDG'yi kurup IŞİD'e operasyon yapmaya başladı. Esed'e karşı değil, onunla savaşan IŞİD'e karşı... Neticede bütün bu yardımları alan Esed devrilmedi ve iç savaş hala devam ediyor.

Yemen: 2011'de Yemen'de 11 Şubat Devrimi 33 yıllık diktatör Abdullah Salih'in devrilmesi ile sonuçlandı. Abdullah Salih solcu/laik ama köken olarak Şii/Zeydi'dir. Onun devrilmesinden sonra bir halk iktidarı kuruldu. 2014'te ise İran destekli Husi grubu ayaklanıp başkent Sanaa'yı ele geçirdi. Husiler şii bir grup olmakla birlikte Zeydiliği terkedip Caferiliğe geçmiş İrancı bir gruptur. 2015'te Suudi Arabistan liderliğinde kurulan bir askeri koalisyon Yemen'e operasyon başlattı ve iç savaş hala devam etse de Husiler iktidarı ellerinde tutmayı başarmıştır.

Bir de Bahreyn var. Bahreyn'deki devrime de İnci devrimi adı verilmiştir. Aslında Bahreyn devrimi Bahreyn'de yaşayan Şii nüfusunun İranın kışkırtması ve ayaklanması ile ortaya çıktı. Suriye devriminin ilk günlerinde İrancılar Bahreyn devrimini Suriye devrimine karşı Şiiliği konsolide etmek için kullandılar. Fakat Suudi Arabistan'ın askeri müdahalesi sonrası Bahreyn devrimi olumsuz sonuçlandı.

***

Genel değerlendirme;

Arap baharı Tunus'ta (Aralık 2010) başlamış olup yine Tunus'ta cumhurbaşkanı Kays Said'in gerici darbesi (Temmuz 2021) ile son buldu. Geçtiğimiz Pazar (6 Eylül 2024) Tunus'ta cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. Tüm muhalifleri ve rakiplerini tutuklayarak ve hapsederek baskı uygulayan cumhurbaşkanı Kays Said %90+ oy alarak kendi diktatörlüğünü perçinlemiş ve böylece Arap baharının tabutuna son çivi çakılmıştır.

Arap baharı Arap rejimlerin sebep olduğu insan hakları ihlalleri, kötü yönetim, adaletsiz ekonomik dağılım, yaygın yolsuzluk vb. gibi olumsuz şartlara karşı Arap halklarının bir tepkisi olarak meydana geldi. Sosyal medyada organize olan Arap gençler demokratik toplumlarda olduğu gibi insanca yaşamak istiyor. İsyanlar Arap dünyasındaki farklı ülkelere sıçradı. Tunus, Mısır, Libya ve Yemen'de başarıya ulaştı. Fakat hem yerel diktatörlerin hem de emperyalizmin dokunuşuyla başarıya ulaşmış tüm bu devrimler birer karşı devrim ile bastırıldı. Başarıya ulaşamayanlar da zaten emperyalizmin ve yerel diktatörlerin engellemelerinin sonucu olarak başarıya ulaşamamıştır. Arap devrimlerine kimse sahip çıkmamış, bilakis herkes karşı çıkmıştır. Bölgede Türkiye ve Katar dışında hiç kimse de Arap devrimlerini desteklememiştir. Bunların desteği de malesef iç ve dış baskılar nedeniyle sınırlı olmuştur.

Sizce ABD ve Avrupa ülkeleri Mısır halk devrimini mi destekledi, yoksa Mısır karşı-devrimi olan askeri darbeyi mi? ABD Rabia meydanı devrimini değil, Sisi'yi destekledi. Hala da Sisi'ye her sene finans ve askeri yardımda bulunuyor. Haberleri aratın görürsünüz.

Arap baharına karşı çıkanların başında da Suudi Arabistan geliyor. Suud devrimlerin ters yüz edilmesi için bütün kaynaklarını seferber etti. Suud basını ve aydınları hala Arap baharını karalayan yazılar yazıyorlar. İnanmıyorsanız Al-Awsat Türkçe sitesine bakın. 2011'de Tunus'ta devrilen diktatör Zeynel Abidin bin Ali soluğu Suudi Arabistan'da aldı. Suudi Arabistan Bahreyn'de devrime askeri müdahale ile son verdi. Yemen'e de aynı saikle askeri operasyon yaptı. Libya'da seçilmiş hükümete karşı General Hafter'in yanında yer aldı. Mısır'da darbe yapan general Sisi'yi, Tunus'ta da yayınladığı kararnamelerle anayasal düzeni, anayasa mahkemesini, meclisi ve hükümeti lağveden cumhurbaşkanı Kays Said'i ciddi bir şekilde fonladı. Kays Said'i ABD ve başta Fransa olmak üzere AB ülkeleri de destekliyor. Suudi Arabistan Suriye devriminde de samimiyetsiz davrandı.

İran olayın sadece mezhebi boyutunda kaldı. Sadece Şii devrimleri ve karşı devrimleri destekledi. Hamas hariç şii olmayan hiçbir hareketi desteklemedi. Hamas'ı destekledi çünkü Hamas da Gazze'de İran'a bağlı bir grup olan İslami cihad hareketinin teşkilatlanmasına izin verdi. Yani İran'ın bu sayede Gazze'de bir yatırımı oldu: İslami Cihad. Bunun dışında İran örneğin Tunus'ta en-Nahda'yı ve Mısır'da İhvan-ı Müslimin'i desteklememiştir. Tunus'ta hukuk darbesi yapan Kays Said Reisi'nin ölümünde İran'ı ziyaret etmiş ve iki ülke arasında vize muafiyeti sağlanmıştır. İran bunları İran devrimine sıcak bakan Raşid el-Gannuşi'nin partisi olan en-Nahda iktidarında yapmamıştır.

Bir çok kişi Arap baharının proje olduğunu iddia eder. Aslında proje olan Arap baharındaki devrimlerin gerici karşı devrimlerle bastırılmasıdır.



Paylaş:

27 Temmuz 2024 Cumartesi

20 Soruda Sokak Köpekleri Sorunu

1) Başıboş köpek sorunu nedir?

- Son bir kaç yılda sokak köpeklerinin nüfusunda gözle görülür bir artış yaşandı. Bazı yerlerde köpeklerin sürü halinde gezmesi sosyal hayatı tehdit etmektedir. Popülasyonun artışına bağlı olarak köpek saldırısı, ısırma ve kudüz vakalarında da istatiksel bir artış görülmektedir. Bununla birlikte kamuoyunda giderek dozu artan bir tepki bulunmaktadır. Özellikle bazı kişiler bu konuda ciddi kampanyalar yürütmektedir. Örneğin twitter'da takipçi sayısı yüzbinleri bulan bazı kişilerin neredeyse tüm paylaşımları köpek karşıtlığına dönüşmüştür. Haliyle sosyal medyadaki bu etkinlik sokaklarda yaşananlardan çok daha etkili olmakta, kamuoyunu ve hükümeti etkilemektedir.

 

2) Ne yapılmak isteniyor? Sorun ve çözüm nedir?

Mevcut "Hayvan haklarını koruma kanunu"nda değişiklik yapılması isteniyor. Mevcut kanuna göre başıboş köpekler için "yakala-aşıla-kısırlaştır-sal" prensibi uygulanmaktayken yapılmak istenen değişik ile "yakala-barınağa al-rehabilite et-sahiplendir veya uyut" şeklinde uygulanmak isteniyor. Kesin olarak yapılmak istenen şey, sokaklarda hiçbir başıboş köpeğin varlığına izin verilmeyeceğidir. Ancak bu çözüm bu şekilde uygulanırsa milyonlarca köpeğin itlaf edilmesiyle sonuçlanabilir. Çünkü şu an mevcut barınak kapasitesi dışardaki başıboş köpek sayısının %10'undan daha az. Dolayısı ile bu hayvanları itlaf etmeden sokaklardan temizlemek mümkün değil.

 

3) Başıboş köpekleri sayısı nedir? Neden bu kadar çoğalıyorlar?

Türkiye’de resmi verilere göre 1,3 milyon köpek bulunmaktadır. Bunlar yakalanıp küpelenmiş olanlardır. Ancak 4 milyon başıboş köpek olduğu tahmin ediliyor. Son yıllarda sayılarında ciddi bir artış olduğu gözleniyor.

Köpekler insanların ürettikleri çöpler ve bu çöplerin etrafında oluşan haşereler ile besleniyor. Dolayısı ile nüfusunun artışı sadece serbestçe çiftleşiyor olmalarından kaynaklanmaz. Besin zinciri geliştikçe bunların nüfusu da gelişir. Bizim son yıllarda ürettiğimiz organik çöplerimiz arttığı için köpek nüfusu da artmaktadır.

Çöplerin kontrol altına alınmadan sadece köpeklerin ortadan kaldırılması şehirlerdeki haşere popülasyonunu patlatabilir.

 

4) Hayvanseverler sosyal medyayı ayağa mı kaldırıyor?

- Hayvanseverler elbette hayvan haklarının korunması ve köpeklerin uyutulması çağrılarına karşı kampanyalar oluşturuyor. Ama bu tek taraflı değildir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi köpeklerin komple itlafını savunan kişilerin bu konuda yaptıkları kampanyalar, çıkardıkları gürültü ve tantanalar daha az değil. Sürekli köpek saldırılarını içeren anonim videolar bulup paylaşıyorlar. Twitter hesabının tüm paylaşımlarını buna ayıran insanlar var. Dolayısı ile bu iki taraflı bir durumdur.

 

5) Mama lobisi kimdir?

- Köpek karşıtı grubun kullandığı argümanlardan biri de "mama lobisi"dir. Peki bu mama lobisi kimdir? Mama üretici firmaları ve hayvan haklarını savunan STK'lar, dernekler... En son "Masak raporu ile mama lobisi deşifre oldu" diye bir haber servis edildi. Haber ulusal basın organlarından sadece Yeni Şafak'ta çıktı. Bu habere göre söz konusu STK'ların mama üretici firmaları ile finansal ilişkileri ortaya çıkmış. Ancak haberde kimin kime para artardığı belirsizdir. Örneğin STK'lar halktan topladıkları paraların bir kısmı ile mama almışlarsa bu durumda STK'lardan mama üreticilerine finansal hareketler normal ve yasaldır.

Bana göre bu "mama lobisi" ifadesi bir tür propaganda aracıdır. Çünkü halkımız bu tür lobilerden nefret eder ve doğru olup olmadığını test edebilecek bir birikime sahip değildir.

 

6) Başıboş köpekleri mama lobisi mi destekliyor?

- Tam tersi. Sokak köpeklerinden mama üreticilerinin nasıl bir faydası olabilir? Mama üreticilerinin asıl müşterileri petşoplar ve sahipli hayvanlardır. Bu durumda sokak köpeklerinin kaldırılması ve sahiplendirilmesi mama üreticilerinin daha çok işine yaramaz mı? Örneğin normal insanlar sokaktaki köpekleri beslemek için mama almıyorlar. Ama o köpekleri sahiplenip evine alırsa o zaman onu düzenli olarak beslemek zorundadır. Onun için kendine et, tavuk, balık aldığın gibi köpeğine de mama alman gerekir. Dolayısı ile sahiplendirme ile sonuçlanacak köpek karşıtı kampanya aslında tam olarak mama lobisine hizmet edebilir.

 

7) Hayvan hakları savunuculuğu yapıp zimmetine para geçiren dernek ve STK’lar için ne diyeceksin?

Bu da hayvanların değil, insanların kötülüğünü gösterir. İnsanlar birçok iyi şeyi suistimal ederler. Örneğin yoksullara yardım toplayıp dağıtmak için kurulmuş birçok dernek vardır. Bunların hepsi gerçekten topladıkları yardımların tümünü yoksullara dağıtıyorlar mı?

 

8) İtetapar, köpekperest kimdir?

Üzüntü ile duyduğum sözcüklerdir. Köpek karşıtları hayvan haklarını savunanlara bu şekilde hitap ediyor. Bu kadar saldırgan ve töhmetçi bir toplum olmamalıyız. Mesela ben bir müslüman olarak bana göre sırf sokakları temizlemek için köpeklerin öldürülmesi bir cinayettir. Bu köpekler de tüm canlılar da Allah’ın mahluku ve kullarıdır. Ayette “ve izal vuhuşu huşiret” diyor. Mahşer gününde vahşi hayvanlar bile diriltilip hesaba getirilecek. Elbette mahşer gününde onların bir sorumluluğu yoktur ve sorumlu olan tek varlık insandır.

Bana gelince ben bir köpek sever değilim. Hatta hayvansever bile değilim. Hayatımda hiçbir hayvan beslemedim. Şafi kökenli olduğum için hayatımda hiçbir köpeğe dokunmadım. Ama merhamet etmek başka bir şeydir. Bir köpeğe merhametiniz yoksa siz nasıl Müslümanlarsınız? Adalet bizim sevgimizle alakalı değildir. Sevmediğin bir kişinin veya bir canlının dahi hakkını savunamıyorsan adaletten nasibini almamışsın demektir.

 

9) Hadiste köpekleri öldürün demiyor mu?

- Hiçbir hadis "bakamayacağınız köpeklerin tümünü öldürün” demiyor. Ayrıca saldırganlık göstermeyen hayvanların öldürülmesi de dinen yasaktır. Hadislerde vahşi saldırgan ve kudüz köpeğin öldürülmesi emredilmiştir. Yine de bu hadisler muvakkat ve meşruttur. Yani bu emirler belirli koşullar altında ve geçici olarak verilmiştir. Kuran’da da "kafirleri bulduğunuz yerde öldürün” diye bir ayet vardır. Niye her bulduğunuz kafiri öldürmüyorsunuz. Elbette o ayetler savaş ortamı ile ilgiliydi. Her zaman ve her koşulda geçerli değildir.

 

10) Köpekler saldırgan değil mi?

- Sokak köpeklerinin saldırganlığı nadirdir. Saldırgan olan sahipli köpeklerdir. Onlar da sahiplerini ve alanlarını korumak amacıyla bunu yapıyorlar. Köpeğin doğası bu şekildedir. Sokak köpeğinin ise savunacak bir sahibi ve bir mekanı bulunmadığından saldırganlık göstermezler. Bununla birlikte sokak köpeklerinin saldırganlık gösterdiği zamanlar da olabilir. Ancak bunun sebebini araştırın. Eğer köpekler insanlardan şiddet ve kötü muamele görmüşse onlar da saldırganlık gösterebilir.

Yine de saldırganlık gösteren barınaklarda toplanabilir. Bunlar tedavi ve rehabilite edilmeli. Saldırganlıktan vazgeçmiyorsa da veteriner onayıyla uyutulabilir. Yani itlaf edilebilir. 

Köpekler binlerce yıldır insanlarla birlikte simbiyotik bir ilişki içindeler. Köpekler, aslan, kaplan, pars, ayı, kurt gibi yırtıcı hayvanlardan farklıdır. Çünkü evrimsel olarak insanlarla uyum sağlamışlardır. Bu köpeklerle hiç sorun yaşamayacağımız anlamına gelmez. Hayat karmaşıktır. Kendi eşini çocuğunu anasını babasını kardeşini ve kendini öldüren insanlar bile var. Dolayısı ile münferit vakalar üzerinden köpekleri şeytanlaştırmanın lüzumu yok.

Burada düşünülmesi gereken şey şu olabilir? Bilimsel olarak ve istatistiki olarak başıboş köpeklerin insanlara karşı ve doğrudan kendi doğasından kaynaklanan tehdit oranı nedir? Saldırıların kaçta kaçı başıboş köpek ve sahipli köpek? Bu saldırıların kaçında insanların hataları mevcut. Başıboş hayvanlara köpeklere, kedilere yılkı eşeklere sık sık saldıran ve işkence eden çocuklar ve insanlar da var. Bazı köpek saldırganlıkları bundan kaynaklanıyor olamaz mı?

 

11) Sahiplendirme nedir? Sahiplendirme işe yaramaz mı?

- Yeni çıkarılmak istenen yasaya göre köpeklerin sahiplendirilmesi teşvik ediliyor. Köpekler barınaklara alınarak rehabilite edilecek ve hayırseverlerin sahiplenmesi için sergilenecek. Hükümet yetkilileri de hayvanseverlere çağrıda bulunarak sahiplenme için güçlü bir destek istiyor.

Bana göre bu uygulanması mümkün olmayan son derece saçma bir projedir. Hiç kimse sokak köpeğini evine almaz. Çünkü bu her bakımdan yanlış, tehlikeli ve uygun olmayan bir durumdur. Bir ay içinde bir sokak köpeği nasıl rehabilite edilir? Sen bir ayda onun tüylerindeki kirleri temizleyemezsin. Sokak köpeği sokaklarda doğmuş büyümüş zor şartlar altında mücadele ederek hayatta kalmış. Bir anda evin uyumlu süs köpeği olacağını nasıl düşünebilirsiniz?

Sokakta çocuğun için ve senin için tehlikeli olan köpek senin kendi evinde veya komşunun evinde tehlikeli olmayacak mı? Sokakta görmek istemediğin köpek senin veya komşunun evine gelecek. Gerçekten de köpek karşıtlarının istediği bu mudur?

Evlerde beslenen hayvanlar küçük ve özel cins hayvanlardır. Sokak hayvanları ise daha büyük ve zor şartlar altında bir yaşam sürmüştür. İnsanlara karşı güvensizdir. Alıp öylece evinde besleyemezsin. Çok ciddi uyumsuzluk çıkar. Ayrıca şu anda herkes apartman dairelerinde yaşıyor. Müstakil evler olsa tamam. Apartman dairesinin neresine koyacaksın köpeği.

Ayrıca evde köpek beslemek dinen de caiz değildir.

 

12) Bu sorunu çözmek hayvanseverlerin görevi değil midir?

Mevcut yasa değişikliği “sahiplendirme veya itlaf” gibi iki seçenek sunuyor. Böylece hayvanseverlerin sokak köpeklerini sahiplenmeleri ve kurtarmaları bekleniyor. Ancak bu bir şantaj pazarlığıdır. Çünkü bu hayvanların varlığı ve yaşama hakkı hayvanseverin sevgisine ve fedakarlığına bağlı değildir. Biz onları sevsek de sevmesek de onların yaşama hakkı var.

Ayrıca bazılarının dediği gibi “seviyorsan evine al besle” demek de son derece ırkçı ve faşist bir tutumdur. Senin ona zulmetme hakkın benim onu evime almamla ters orantılı değil.

 

13) Köpek saldırısı ile mağdur olanlar ne olacak?

- Bir köpek saldırdı diye tüm köpeklerin itlafını istemek adalet değil intikamdır. Bu konuda mağdurları ileri sürmek çirkin bir ajitasyondur. Burada “bir mağduru” dinleyerek tüm köpek türüne karşı karar almak mümkün değildir. Senin çocuğunu eşek tepse, eşeklerin itlafı kararı konusunda sana mı başvurmalıyız? Her gün trafikte evladını kaybeden yüzlerce acılı anne var. Trafik yasalarını çıkarırken onlara soruyor musunuz?  

Hayır yani bu benim başıma da geldi. 2007’de bir köpek benim çocuğuma da saldırdı. Belki hayatımın en kötü travmasıydı. Hayatımda hiç o kadar öfkelendiğimi hatırlamıyorum. Ama bir sokak köpeği değil komşunun köpeği idi. Sokaklardaki köpekleri kaldırıp bunları sahiplendirirseniz saldırganlıkların azalacağı anlamına gelmiyor. Tam tersine daha da artabilir. Çünkü sahipli köpekler başkalarına saldırır.

 

14) Köpeklerin saldırganlığına dair bir sürü video yayınlanıyor buna ne dersin?

- İstatistiki olarak köpek saldırısı çok azdır. Servis edilen videoların çoğu anonimdir. Dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir zamanda çekilmiş videolar sanki bugün burada bizim mahallede yaşanmış gibi sosyal medyada paylaşılıyor. Halbuki her haberde olduğu gibi bu videolarda da 5N1K (ne, nerede, ne zaman, nasıl, niçin, kim) uygulanması gerekir. Dolayısı ile bu tür videoların üzerine atlamak ve aslını astarını öğrenmeden hemen paylaşmak doğru değildir. Çünkü bu kadar köpek karşıtlığı yapmak da hayvan ırkçılığına girer.

 Bunun dışında köpeklere saldıran birçok insan videoları da var. İnsandan daha zalim bir varlık var mı?

 

15) Neden öldürülen çocuklara merhamet etmiyorsun da köpeklere merhamet ediyorsun?

Bu da başka bir çirkin ajitasyon. Merhamet herkes için gereklidir. Çocuğa da köpeğe de merhamet etmek gerekir. Elbette çocuklar köpeklerden daha önemlidir. Bir çocuğa saldıran bir köpeğin elinden bir çocuğu kurtarmak için gözümü kırpmadan o köpeği parçalayabilirim. Burada insanın üstünlüğü ve önceliği tartışılamaz. Ama konu bu değil ki. Konu herhangi hayvanın yaptığından dolayı alakası olmayan başka hayvanları da suçlamak doğru değildir.

Çocuklara merhamet etmek demek tüm köpeklere nefret etmek ve tümünden intikam almak demek değildir. Saldırgan bir köpekten dolayı saldırgan olmayan milyonlarca köpeğe acımasızlık göstermenin mağdur çocuklara merhamet etmekle bir alakası yoktur.

 

16) İtlere harcanacak para neden emeklilere harcanmıyor?

Dini bütün ağabeylerimizden kardeşlerimizden bunu da duyduk. Bu da başka bir ajitasyon. Bir şeyi yapmanın doğru olup olmadığı tartışılabilir ama bir şey alakası olmayan başka bir şey ile ilintilenerek kıyaslanması yanlıştır. Hayvanlara ait parayı emeklilere emeklilere ait parayı da ağaçlandırmaya harcayamazsın. Her birinin kendi önemi var. Bazıları da şöyle diyor: Neden hacca gidiyorsunuz da onu muhtaç olanlara dağıtmıyorsunuz. Bilader hac parası ayrıdır muhtaçlara dağıtılan sadaka ayrıdır. İşte bu da onun gibi gereksiz bir demogoji…

Hayvanlar bizim insan habitatımızın doğal üyeleridir. Sağlıklı olmalarını ve çevremizle uyumlu olmalarını temin etmek için bütçe ayırmanın kötü bir tarafı yok. Devletlerin büyük bütçeleri var ve hayvanların ıslahı ve rehabilitasyonu için ayrılacak olanı da devede kulaktır.

 

17) Sokaklarda başıboş hayvanlar artık var olmamalı

- Fert olarak millet olarak devlet olarak o kadar bilinçli davransaydık zaten bu noktaya gelmeyecekti. Biz Hindistan gibi yaşayıp Almanya gibi sonuç bekliyoruz. 😊

Türkiye’de sokak köpeklerinin tümünün ortadan kaldırılması zor. Bunu başarsak bile şehirlerimiz fareler sıçanlar ve yılanlarla dolabilir. Mesela bu sene (2024 yaz mevsimi) çok fazla yılan olduğu rapor ediliyor. İki hafta önce akşam tek başıma Midyat Millet Parkı’nda oturuyordum. Saat 12’den önce insanlar dağıldılar. Ben biraz daha kaldım. Tam gece 24:05’de 10 metre önemde 5 tane iri sıçan (fare, ceredon) ortaya çıktı 😊

Geceleri şehirlerimizi, sokaklarımızı kimin istila ettiğini biliyor muyuz acaba? İşte o sokak köpekleri büyük oranda bunlarla besleniyor. Köpekler de zaten genellikle gündüzleri uyurlar ve geceleri dolanıp beslenirler.

 

18) Sokak hayvanları hastalıklara sebep oluyorlar

- Bu da başka bir çelişki. Mademki sokak köpekleri hastalıklara sebep oluyorlar neden insanlardan bunları sahiplenmeleri ve evlerine almaları isteniyor?

Besili ve kümes hayvanlarından yayılan salgın hastalıkları daha fazladır. Çünkü insanlar bu hayvanlarla doğrudan temas halendeler. Halbuki sokak köpeği ile temas halinde değiliz ama onu evimize alıp, sahiplenip beslersek o zaman temas edecek ve hastalıklara sebep olabilecek. Aslında köpekler insanların çöplerini ve çöplerin etrafındaki haşereleri yiyor. Muhtemelen buna yapmasalar daha fazla hastalık olabilir.

 

19) Diğer ülkelerdeki durum nasıl? Almanya’da neden sokak köpeği yok?

- Amerika ve İngiltere’de sokak köpeği itlafı yaygındır. Amerika’da yılda 1 milyon cıvarında köpek itlaf ediliyor. Almanya’da ise bazı hayvanın tedavi edilemeyecek derece hasta olması, rehabilite edilemeyecek derece saldırgan olması gibi durumlar haricinde hayvanların itlafı yasaktır. Buna rağmen Almanya’da başıboş köpek bulunmamaktadır. Almanya’da hayvan sahiplendirme ile ilgili sıkı kurallar vardır. Hayvanlar barınaklara alınmakta ve nüfusu kontrol altında tutulmaktadır. Ama bence en önemli neden Almanya’da uygulanan çöp politikasıdır. Almanya’da atıklar ev içinde farklı çöp bidonlarına atılarak ayrıştırılır. Ayrıştırma evde başlar ve bu yüzden çöp geri dönüştürmede dünya lideridir. Çöpler kontrol altına alınabildiği için sokak köpekleri için şehirlerde bir besin zinciri bulunmaz.

 

20) Çözüm önerilerin nedir?

- Öncelikle şunu belirtmek gerekir. Kötü bir çözüme muhalefet etmenin başka bir çözüm sunmak gibi bir zorunluluğu yoktur. Yani diyelim ki sen kötü bir şey yapmak üzeresin ve ben de sana “bu kötüdür bunu yapma” diyorsam bunun için bir alternatif sunma zorunluluğu yok. Bununla birlikte bu soruna insancıl bir çözüm bulmak hepimizin sorunu ve zorunluluğudur. Bu ikisini karıştırmamak gerekir.

Türkiye’de düzgün işleyen bir çöp/atık politikası oluşturulmalı ve hem kurumlarımız hem de halkımız bu konuda bilinçlenmeli ve işbirliği yapmalıdır.

İkincisi bu hayvanların kontrol altına alınabilmesi için bu konuda daha fazla ödenek harcanmalı. Tüm hayvanlar yakalanarak küpe takılmalı. Böylece her hayvanın kimlik numarası ile bir veritabanına bağlanarak aşıları, vukuatı vs kontrol altında tutulmalıdır. Belediyelerin bu konuda iyi çalışan bir ihbar hattı olmalı.

Dişilere spiral takılması, kısırlaştırma gibi yöntemlerle nüfusu ve doğumları kontrol altına alınmalı. Şu ana kadar yasal olarak yapılan buydu ama pratikte o kadar uygulanmıyor.

Toplum hayvanlara karşı bilinçlendirilmeli ve hayvanlara karşı saldırganlık ve işkence de önlenmeli. Çünkü bu kötü muamele hayvanları saldırgan hale getirebilir. Sen kaldırımda yatan köpeğe bir tekme atarsın ve o da gider başka birini ısırır.

 


Paylaş:

Blog Arşivi

İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *