"Firavun kavmine seslenip dedi ki: Ey Ulusum! Mısır'ın mülkü ve şu
altımdan akıp giden ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz?
Yahut ben, şu aşağılık, neredeyse söz anlatamayacak durumda olan adamdan daha
iyi değil miyim?
Eğer doğru ise üzerine altın bilezikler atılmalı, yahut yanında melekler de
gelmeli değil miydi?
Kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir
kavim idiler.
Onlar bizi kızdırınca biz de onlardan intikam aldık ve hepsini suda boğduk.
Onları sonradan gelenlerin (firavun ve despotların) geçmiş ataları ve örneği
yaptık."
(Zuhruf 51-55)
***
Firavun'un halkına hitaben yaptığı çeşitli sesleniş konuşmaları bulunmaktadır. Kuran bunlardan bazılarına kısmen yer verir. Firavun kendisinden sonra gelip yolunu takip edeceklerin selefi kılınmıştır. Onları sonradan gelenlerin (firavun ve despotların) geçmiş ataları ve örneği (modeli) yaptık. (Zuhruf 55) Bu yüzden söylev ve nutukları ve bu konuşmaların dayandığı referanslar günümüzle paralellik göstermekte ve son derece güncellik arz etmektedir.
Firavunun eylem ve konuşmalarının üç temeli vardır: Yeryüzünde haksız yere ululanmak, Musa'yı ve kavmini aşağılamak, ama gerçekte kendisine tabi olan kendi ulusunun küçük düşmesini sağlamak.
Firavunun sesleniş konuşmaları, yapmakta olduğu haksız ve gayri salih uygulamaların bir izahı mahiyetindedir. Kendi ulusunu ikna etmek, İsrailoğullarına karşı kışkırtmak zulüm ve haksızlıklarının meşruiyetini sağlamak amacındadır. Kimi konuşmasında halkın "en yüce tanrısı" (!) olduğu, yada Mısır mülkünün kendisinin olduğu konusunu vurgularken kimisinde de Musa'yı kötülemekte onu ve mensup olduğu etnik grubu hor ve hakir görmektedir.
Firavunun Musadan daha iyi bir hatip olduğu, daha fasih ve akıcı konuştuğu anlaşılmaktadır. Bu cihetle Musayı "neredeyse kendini ifade edemeyecek durumdaki aşağılık bir adam" (!) olarak takdim etmektedir. Yahut ben, şu aşağılık, neredeyse söz anlatamayacak durumda olan adamdan daha iyi değil miyim? (Zuhruf 52)
Firavunun söylevlerinin kendi ulusu üzerinde derin bir etkisinin olduğu yadsınamaz. Bu yüzden konuşmalarının yarattığı etkiye istinaden Kuran onu ve yakınında bulunan meclisini "cehenneme çağıran önderler" olarak nitelendirmektedir. Firavun dedi ki; 'Ey ileri gelenler! Ben sizin için benden başka bir tanrı bilmiyorum. Ey Haman! haydi benim için çamurun üzerine ateş yakarak bana bir kule yap! belki Musa'nın tanrısına çıkarım. Çünkü ben onu yalancılardan sanıyorum.' Firavun ve askerleri yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve kendilerinin bize döndürülmeyeceklerini sandılar. Biz de onu ve askerlerini tuttuk, suya attık; bak o zalimlerin sonu nasıl oldu. Biz onları 'ateşe çağıran önderler' kıldık. Kıyamet günü asla yardım olunmazlar. Bu dünya hayatında onların ardına lanet taktık. Kıyamet günü ise onlar çirkinleştirilenlerdendir. (Kasas 38-42)
Mısır ülkesinin mülkü kimin?
Mısır'ın, ve Mısır gibi her ülkenin mülkü Allah'ındır. Mülkün sahibi Allah'tır. Göklerin, yerin ve içlerinde olan herşeyin mülkü O'nundur. Mülkünün üzerinde mutlak tasarrufa sahip olan da sadece O'dur. O mülkü adalet üzerine vaz etmiş bu yüzden adalet mülkün temelidir (Hadisi Şerif) denilmiştir.
Kendilerine yeryüzünde imkan verilenlerin ülkelerin mülkünün kendilerine ait olduğunu iddia etmeleri haksızlığın, zulmun ve küfrün temelini oluşturmuştur. Oysa ki kendilerine verilen imkanlar, az bir geçimlikten başka bir şey değildir. Kafirlerin ülkelerde (haksız yere) dolanmaları seni aldatmasın. Bu, az bir geçimdir. Sonra gidecekleri yer cehennemdir. Ne kötü bir yataktır orası! (Al-i İmran 196-197)
Firavun da Zuhruf suresinde anılan bir nutkunda; Mısır ülkesi mülkünün kendisine ait olduğunu, nehirlerinin kendisi için aktığını söylemiştir. Firavun kavmine seslenip dedi ki: Ey Ulusum! Mısır'ın mülkü ve şu altımdan akıp giden ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz? (Zuhruf 51)
Bu, Firavunun bütün zulüm, haksızlık ve inkarının temelini oluşturan anlayışın eksenidir. Allah, Zuhruf suresinde Firavunun bu konuşmasının ve halkının ona destek vermesinin kendisini kızdırdığına işaret etmektedir. Onlar bizi kızdırınca biz de onlardan intikam aldık ve hepsini suda boğduk. (Zuhruf 52) Bu öylesine haddi aşan ve Allah'ı kızdıran bir iddiadır ki, Mısır'ın toprakları bile onun naaşını kabul etmemiştir.
Bilindiği gibi Allah onu ve ona uyan ulusunu Kızıldeniz'de boğmuştur. Binlerce yıl sonra Süveyş kanalının açılmasıyla birlikte bedeni bulunmuş ve İngiltere'deki bir müzeye götürülmüştür. Bedeni alemlere ibret olmak üzere hala çürümeden durmaktadır.[1] Bugün senin (cansız) bedenini kurtarıp bir tepeye atacağız ki senden sonra gelenlere ibret olasın. Ama insanların çoğu ayetlerimizden gafildir. (Yunus 92)
Kişi, mülkünün kendine ait olduğu varlıklar üzerinde tasarruf sahibidir. Mülkü olmayanın ise kendinden kaynaklanan tasarrufu yoktur. Açıklayıcı olması açısından bir örnek vermek gerekirse; bir kişinin bir gayri menkulu olduğunu düşünelim. Orayı dilerse kiraya verir, ister ambar olarak kullanır isterse boş bırakır. Yahut başkasına veya bir vakfa karşılıksız olarak bağışlar. Zikredilen her koşulda tasarruf onundur, yaptıklarından dolayı sorulmaz. Mesela sizin bir koyununuz varsa ister beslersiniz, ister satarsınız, isterseniz de kesip yersiniz. Mülkü size ait olduğu için tasarrufu da size aittir. Koyunun ise ne mülkü, ne de tasarrufu yoktur.
Firavun ve kendisinin yerinde oturan her dönemin firavunları, yeryüzünün ve ülkelerin mülkünün kendilerine ait olduğunu sanıyor. Böylece hükmettikleri yeryüzü halklarına; kişinin kendi koyunu üzerindeki tasarrufu gibi davranmaktadırlar. Kendi ulusunun refah ve selameti için başka bir ulusun (İsrailoğulları) çocuklarını boğazlamayı kendine ait bir hak olarak addetmektedir. Firavun dedi ki: 'Onların oğullarını öldüreceğiz, kızlarını sağ bırakacağız ve onlar üzerinde kahredici bir üstünlüğe sahibiz.' (Araf 127) Firavun İsrailoğullarına çocuklar üzerinden bir şiddet uyguluyordu. Erkek çocuklarını öldürüyor, kız çocuklarını bırakıyordu. Bugün o yöntemlerin aşağı yukarı aynısını İsrail devleti işgal altındaki Filistinlilere uyguluyor. İsrailoğullarının 3000 yıl sonra, Firavunun kendilerine uyguladığı; 'diğer zayıf ulusun çocuklarını boğazlayarak sindirme' siyasetini uygulamaları ne acıdır. Onlar Allah'ın mesajından hiç mi ders alamıyorlar?
Günümüzün evangelist çağdaş Firavunları da kendi ulusları için tehdit potansiyeli taşıdıklarını düşündükleri halkların çocuklarını boğazlamaktan geri durmuyorlar. Başkalarına karşı, kendilerine gelebilecek bir saldırıdan dolayı "önleyici savaş" yürütüyorlar. Hatta uluslarının refahlarını zedeleyebilecek yada kendilerini zorlayacak halklara ve ülkelere karşı önleyici nükleer saldırısı bile tasarlıyorlar. Firavundan 3000 yıl sonra bile fasık dünya liderlerinin siyasetleri değişmemiştir. Çünkü Firavun ve ordusu kendinden sonraki Firavunlar için bir model kılınmıştır. Onları sonradan gelenlerin (firavun ve despotların) geçmiş ataları ve örneği (modeli) yaptık. (Zuhruf 55)
Gerçek şudur ki, hiçbir tedbir ve hiçbir güç Firavunu başarıya ulaştıramaz. Tarihte firavun nasıl muvaffak olmadıysa bugünün Firavunları da muvaffak olamayacaklardır. "... ve her zorba inatçı yok olup gitti." (İbrahim 15)
Yeryüzü Allahındır, onu yönetip çeviren de O'dur ve onu dilediğine miras bırakır. Ancak Firavun ve şımarık ulusunun bunu anlamasına imkan yoktur. Çünkü kendilerine verilen imkanlar, şaşırmalarına sebep olmuştur.
Unutulmamalıdır ki Firavunlar sadece kendilerini değil, onları seçip destek veren bencil uluslarının da sonunu hazırlamakta, onları küçük düşürmektedirler. Doğruluğa hakkaniyete adalete inanan ve destekleyen bir millet değil; fasit yöneticilerine uyan bencil, şımarık başka ulusları ve halkın geri kalan sınıflarını hor ve hakir gören bir millet... (Firavun) kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir kavim idiler. (Zuhruf 51)
Onlar bizden nefret ediyorlar
Şimdi de Firavunun bir başka nutkunda, günümüzde son derece tanıdık gelen bir söyleme rastlıyoruz. Konunun bütünlüğünü tam olarak bilmeyenler olabileceğini düşünerek ayetlerin tümünü veriyorum. Konu ile ilgili ayetler şu şekildedir:
"Biz, Musa'ya: 'Kullarımı geceleyin yola çıkar, çünkü takip edileceksiniz' diye vahyettik. Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi ve şöyle dedi: 'Esasen bunlar, sayıları azar azar, bölük pörçük bir topluluktur. Böyle olduğu halde bizden nefret ediyorlar (öfke besliyorlar). Biz ise, elbette uyanık güçlü bir ulusuz.' Ama sonunda biz, onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve şerefli makamlardan çıkardık. Ve onlara İsrail oğullarını mirasçı yaptık. Derken (Firavun ve adamları) güneş doğmuştu ki, onların ardına düştüler. İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın adamları 'Eyvah, yakalandık! dediler. Musa dedi ki: 'Hayır, aslâ! Rabbim şüphesiz benimledir, bana yolunu gösterecektir.' Bunun üzerine Musa'ya 'Asan ile denize vur!' diye vahyettik; vurunca bir infilak etti ki, denizin her parçası koca bir dağ gibi oluverdi. Ötekilerini de buraya yanaştırdık. Musa ve beraberindekilerin hepsini geçirip kurtardık, Sonra da ötekileri suda boğduk. Şüphesiz bunda bir ibret vardır; ama insanların çokları iman etmiş değillerdir. Ve şüphesiz, işte o Rabbin, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir." Şuara (52-68)
Firavun kendi ulusunu İsrailoğullarına karşı askeri seferberiğe çağırdığında "Onlar bizden nefret ediyor. Bize karşı öfke besliyorlar" demiştir.
11 Eylül olaylarından sonra Amerikan toplumu da dünyaya savaş açmak içn aynı referansı geliştirmişlerdir. Müslüman halkları kastederek "Onlar neden bizden nefret ediyorlar?" diyorlardı. Bu söylemi "önleyici karşı savaş" için bir referans haline getirdiler ve bu gerekçe ile Afganistan'a ve Irak'a savaş açtılar.
Şunu bilmiyorlar: Geçmişte Firavun için vuku bulan "Allah'ın Yasası"nın günümüz firavunları için de vuku bulacağında kuşku yoktur. Allah'ın yasasında bir değişiklik bulamazsın. (Fetih 23)
[1] Batılı arkeologlar bulunan secde halindeki cesedin bir köylüye ait olduğunu savunmuşlardır. Firavunun yani II. Ramses’in cesedinin ise Mısır’da mumyalanmış halde bir mezarda olduğunu iddia etmektedirler. Bizce bu farklı yorumun nedeni Firavun bedeninin korunduğuna dair kendi kutsal kitaplarında bir bilginin bulunmamasıdır. Bu yüzden Kuran’ı doğrulayacak bir yorumu asla benimsemeyecekleri ortadadır. Nitekim ayetin devamında “ama insanların çoğu ayetlerimizden/mucizelerimizden gafildir.” ifadesi de son derece ilginç bir şekilde bu gerçeği az kişinin kavradığını göstermektedir.
0 yorum:
Yorum Gönder