Kübalı asıllı satranççı Capablanca 1921'de büyük şampiyonu Lasker'i devirerek Dünya 3. Satranç Şampiyonu oldu. 1924'te Lasker'le rövanş maçında ünvanını korudu. Ne var ki 1927'de ünvanını Rus asıllı Alekhine'ye kaptırdı. Capablanca'nın rövanş fırsatını bulamamış olması büyük bir talihsizlik idi. Doğal bir yeteneğe sahipti ve tüm zamanların en iyi şampiyonları arasında kabul edilir.
Bu yazıda Capablanca ile ilgili aslında yanlış olarak bilinen bir kaç hususa dikkat çekmek istiyorum.
***
Bazıları Capablanca'nın 1916 ile 1924 tarihleri arasında hiçbir oyun kaybetmediğini söylüyor ki bu doğru değildir. Örneğin chessgames.com sitesinin veritabanında bu tarihler arasında kaybettiği onlarca oyunun kaydı bulunmaktadır. Ancak Kasparov'un da dediği gibi şampiyonlar arasında en az kaybeden olduğu doğrudur.
***
Capablanca'nın yeterince açılış çalışmadığı bu yüzden Alekhine'ye karşı yenildiğini iddia edenler var. Komik buluyorum.
Alekhine ile yaptıkları 1927'deki şampiyonluk maçında 6 oyun kaybetmiştir. Bu oyunların hiçbirinde açılış hatası yapmamıştır. Bilakis üç tanesini çok güçlü olduğu oyunsonunda kaybetmiştir.
Mesela 7. maçta Capablanca'nın henüz açılışta bariz bir üstünlük yakaladığı ve Alekhine'in bu açılıştaki bu saldırısını püskürtüp aynı tempo ile oyunu kazandığını görüyoruz. Buna karşın Alekhine 11. 32. ve 34. sıralı oyunları, oyunsonu ile almıştır. Hele ki 34. oyundaki oyunsonunda Capablanca çok dikkatsiz ve özensiz oynamış, berabere bitebilecek bir oyunu kaybetmiştir.
Neticede Alekhine o güne kadar Capablanca'dan hiçbir oyun kazanamamıştı. Bu da Capablanca'nın rakibini ciddiye almamasına, küçümsemesine sebep olmuş olmalı. Alekhine iyi çalışmış, bilenmiş, formda ve hazırlıklı idi. Capablanca ise çalışmaya gerek duymamış, idmansız ve hazırlıksız idi ve rakibini küçümsemişti. Maçtan önce Capablanca "Beni yenebilmesi için bir mucize gerekir" demişti. Alekhine ise "Capablanca'dan altı oyunu nasıl alabileceğimi hayal edemiyorum. Ama daha zoru Capablanca benden altı oyunu nasıl alacak" demişti.
***
Alekhine'in Capablanca ile rövanş maçını yapmayı kabul etmediği, korktuğu entrika yaptığı filan... Bunu gerçekten bilemiyoruz. Fakat Dünya şampiyonluğu bu kadar keyfiliğe açık bir uygulama olmasa gerek. Fide öncesi Dünya şampiyonluklarının bir de ekonomik bir kazancı ve yükümlülüğü vardı. Dünya şampiyonu ile karşılaşabilmek için rakibin ortaya, şampiyonun öne sürdüğü miktarda bir para (bahis) koyması gerekiyordu. Bu konuda bir bilgimiz yok detayları bilmiyoruz ama Alekhine bahis miktarını yüksek tutmuş olmalı. Alekhine zengin bir aileden geliyordu. Bu yüzden düşük miktarda bir bahisle oynamazdı. Capablanca ise zengin bir adam değildi. 1929'da sponsor bulduğu ancak Büyük Ekonomik Buhran'ın patlak vermesinden sonra sponsorlarını kaybettiği ve bir daha da bu parayı denkleştiremediği belirtilmektedir.
Ahh bu paranın gözü kör olsun. 🙂
***
Bazısı şöyle demiştir: "Capablanca tek bir hamle sonrasını görürdü o da en iyi hamle idi. Alekhine ise çok ileri düzeyde kombinezonlar, varyantlar görürdü."
Bu da doğru bir analiz değil. Adamın biri Capablanca'ya kaç hamle ötesini görebiliyorsunuz" diye sorunca Capa "Tek bir hamle o da en doğru hamledir." diyerek espiri yapmıştır. Diğer bakımdan Alekhine'in kombinezon bakımından Capablanca'dan daha güçlü olduğunu söylemek mümkün değil. Sadece Alekhine'in oyun tarzının daha saldırgan olduğunu söyleyebiliriz.
15 Aralık 2015 Salı
Capablanca hakkında yanlış bilinenler
13 Aralık 2015 Pazar
Rus dış politikası İran'ın gazına geliyor
Dikkat
ediyor musunuz, İran'ın ABD ve Avrupa ambargolarını kaldırttığı bir
dönemde İran'ın müttefiki ve hamisi olan Rusya aynı ABD ve Avrupa'nın
ambargosuna takılıyor...
Bunun nedeni dış politikadaki üslup
meselesidir. İranın bu tahtada saçtancı çok iyi oynadığı ortada, herkesi
çok güzel bir şekilde yönetiyor. İlişkilere kısaca göz atalım:
İran-ABD:
İran'ın ABD ile sorunları derindir. ABD'nin sorunu 1979'da İranlıların
bir şeriat devleti kurması değildi. Suud'ta da, Pakistan'da da bir
şeriat devleti var. Fakat İran devrimden sonra, ABD ile ilişkilerin iki
taraflı ve eşit düzeyde sürdürüleceğinin deklare edilmesi ile film
koptu. ABD Şah'ın kendi bankalarındaki paralarını vermeyi reddetti. Buna
İranlı Öğrenciler ABD konsolosluğunu işgal ederek karşılık verdi. O gün
bugün İran ve ABD ile ilişkiler bozuldu. İran "şer ekseni"ni olan
ülkeler listesine dahil edildi. Her türlü ambargoya maruz tutuldu. Irak
İran savaşında Irak'a silah satışı yapılırken İran'a silah satışı
yasaklandı.
Peki sonra? 11 Eylülden bu yana ABD ile ilişkiler
kademeli olarak düzelme yolunda ilerliyor. Taliban'ın egemen olduğu
Afganistan'da casusluk yaptıkları gerekçesi ile bazı diplomatlarını idam
etmesi ile İran Afganistan ilişkileri savaş haddine kadar gelmişti. Tam
da o sırada 11 Eylül hadisesi yaşandı. İran Talibana karşı ABD ile
işbirliği yaptı. (O dönemin İran Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi'nin BBC
ile yapılmış bir röportajı var, bunu çok açık bir şekilde itiraf ediyor,
Türkçe altyazılı Youtube'ta bulup izleyebilirsiniz). Hatemi o
röportajda ABD'ye sağladıkları değerli katkıların kısa sürede Taliban'ın
yıkılmasına sebep olduğunu bunu Irak için de uyguladıklarını ve sonuç
aldıklarını söylüyor.
Ve Arap Baharı... Tam da bu dönemde ABD
İran ambargosunu kaldırmayı kabul etti. Neden? Bizim İrancı
kardeşlerimizin iddia ettiği gibi eğer ABD Arap baharında Eset ve İran
karşıtı ise neden tam da böyle bir karşıtlık döneminde İrana karşı
yaptırım yoluna gitmiyor da on yılların ambargosunu kaldırıyor?
Tabi ki böyle bir durum yok.
Tamam, ABD İranı da Eset'i de sevmiyor. Ama İran ABD'nin "kötünün
iyisini" seçmesini sağladı. El-Kaide'yi, IŞİD'i ve selefi cihatçıları
gösterip, kendisine karşı bugüne kadar hiç savaşmamış olan şii blokunu
seçmeye ikna etmiş görünüyor. Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek gibi...
Arap dünyası artık eskisi kadar batıya güven vermiyor. Hatırlayınız,
ABD'nin kısmen desteklediği Libya devriminde Libya halkı ABD
büyükelçisini linç edip sokak ortasında döve döve öldürdü. Körfez
ülkeleri son yılların gelişmeler karşısında endişeli ve batı öfkesi ile
bilenmiş olan sünni/selefi cihatçıları finanse etmeye meyilli gözüküyor.
Ama İran bölgesel çıkarları bu noktada batı dünyası ile uyuşuyor.
İran-Rusya:
1979'daki İran İslam Devriminden sonra özellikle Tudeh partisinin
lağvedilmesi ve komünistlerin tasfiye edilmesi Rusya ve İran
ilişkilerinin gerilmesine sebep olmuştu. Ancak bu çok uzun sürmedi. ABD
ve Batı dünyası ile bozulan ilişkiler, Irak-İran Savaşının patlak
vermesi, Rusyanın Afganistanı işgal etmesi, ve Suriye'deki Hafız Eset
gibi ortak çıkar ve paydalar neticesinde ilişkiler tekrar düzeldi.
İmam Humeyni'nin Peygamber (as)'ın Mekke'nin fethinden sonra zamanın
krallarına islama davet eden mektup gönderişi gibi çağdaş zamanın
yöneticilerine mektup göndermesi olayı vardı. Batı ülkeleri Humeyni'nin
mektubunu bile açmazken, Rus lideri Gorbaçov devlet töreni ile mektubu
açtırıp elçisine okuttu.
Arap baharına gelince Rusya ve İran
bir konuda daha ilişkileri güçlendirme ihtiyacı duydu. Eset'i savunma
ihtiyacı ortak payda idi. ABD'nin Türkiye'deki İncirlik üssüne benzer
şekilde Rusya'nın da Suriye'de üssü bulunmaktaydı. Ancak dikkat ediniz.
Resmi düzeyde İran Suriye'de yok iken, Rusya neden bu kadar ön plana
girdi. İran resmi olarak Suriye'de savaştığını bir cephe açtığını
reddediyor, buna karşılık Suriye'de savaşanların sadece gönüllüler
olduğunu söylüyor.
İran eskiden hep ABD'ye kafa tutardı, şimdi
ABD'ye kafa tutmayı Rusya üzerinden yapıyor. ABD Rusyaya karşı tüm
çılgınlıklarına ve tacizlerine rağmen sertleşmediği halde Rusya her
geçen gün ABD'ye karşı sertleşiyor. İki kişi düşünün ki, karşılıklı bir
gerilme yok, bir taraf diğer tarafa artan bir ivme ile geriliyor. O
zaman gerilen o ikinci kişinin aslında üçüncü bir kişinin dolduruşuna
gelmiş olabileceğini pek ala söyleyebiliriz.
Şimdilik bu kadar...😃
26 Ekim 2015 Pazartesi
Pecunia non olet "Para kokmaz" (Latince deyimi)

21 Ekim 2015 Çarşamba
İktidarın islamcılık üzerinden eleştirisi haksızlık

Bunlar yaldızlı sözler, ucuz demogoji... Bir kere, dil ve mantık hatası yapıyor. O zaman sormak lazım diğer ikisi neydi?
İktidar üzerinden İslamcılığa ve İslamcılara çatmak bir klasik dinsizlik hastalığıdır. İktidar sahipleri kendilerini islamcı bile kabul etmezken neden?
İktidar sahipleri islamcılık adı altında eleştirilemez. İktidar sahipleri islamcı olmadıklarını defaatle belirtiyorlar. İslami referans kullanmaları ise, bu da sağcılığın bir gereği. Sağcılık az da olsa din diline yakındır.
Yani bir iktidar partinin başkanı "minareler süngümüz, kubbeler miğferimiz" demesi ile islamcıdır demek çok saçma bir kriterdir. İslamcılık hiçbir zaman minare, kubbe olmamıştır. Bunlar islam bile değildir. Folklorik değerlerdir. İslam olan namaz, oruç, zekattır.
Bu iktidar (Ak Parti iktidarı) din dilini de hiçbir zaman kullanmamıştır. Namazınızı kılın, zekatınızı verin dediklerini hiç duymadık.
Öte yandan İslamcılık eleştirisi, müslümanlık eleştirisinin güncel bir boyutudur. Tamam islamcılar da müslümanlar da mükemmel değiller. Yaptığınız bir özeleştiri değilse, eleştirdiğiniz kimselerden en azından eleştirdiğiniz konuda daha dürüst olmanız gerekir.
İslam'da çamur atma anlamına gelen "eleştiri" yada günah çıkarma anlamına gelen "öz-eleştiri" yoktur. İslam'da iyiliği desteklemek ve kötülüğe karşı çıkmak anlamına gelen "emri bil maruf ve nehyi anil münker" vardır.
2 Şubat 2015 Pazartesi
Ebced kelimeleri etimolojisi
10 Ocak 2015 Cumartesi
Bir Türk öldür ve dinlen!
“Acele etme!” anlamına gelen popüler İsrail deyimi “bir Türk öldür ve dinlen”, sadece muğlâk bir politik doğruluğun ifadesi değildir. Aynı zamanda bir Yahudi fıkrasının orta kısmıdır. Fakat sadece orta kısmı. Bu deyimin İsrail'de, özgün Yahudi anekdotunun ruhunu çarpıtan ayrı bir tezahürü vardır.
İşte eski ülkeden Yidce (Alman Yahudicesi) konuşan bir babanın İsrail doğumlu kızına anlattığı hikâye:
"Yahudi bir anne, Çar'ın ordusuna alınan ve 1877'de Türkiye'ye karşı savaşmaya giden oğluna veda etmektedir. Elbette ki oğlunun sıhhati konusunda çok endişelidir. Sırt çantasını hazırlarken ona şöyle der: “Bak, cepheye gittiğinde, bir Türk öldür ve dinlen. Bir Türk öldür ve dinlen.”
“Fakat Anne” diye karşılık verir oğul, “ben dinlenirken, Türk beni öldürürse ne olacak?”
“Ulu Tanrım” der anne dehşete kapılarak, “Türk'ün seninle ne alıp veremediği var?”
Amira Has