29 Aralık 2016 Perşembe
Evlilik Programları Evlendirmiyor
Ben Bu Ay Hangi Kitapları Okudum (Aralık 2016)
27 Aralık 2016 Salı
Daniel'in Kehaneti, Roma ve Avrupa

26 Aralık 2016 Pazartesi
Akıl Gelişiminin Üç Aşaması
-
Buluğ (akla erişmek)
-
Rüşd (kendi kendine doğruyu bulabilmek)
-
Kemal (başkasına da doğruyu gösterebilmek)
18 Aralık 2016 Pazar
Eğitimde Kamp Yöntemi
Şimdi liseye kadarki müfredat içinde hemen her yıl yer alan bir derse odaklanalım (fokuslanma). Mesela resim dersini düşünelim. Hepimiz resim dersi gördük. Ama %99'umuzun hemen hemen hiçbir resim yeteneği yoktur.
Acaba neden?
Milli Eğitim Üzerine Öneriler
Benim eğitim için önerim; 3+3+3+3 şeklindedir.
Eğitim Türleri
1) Tekil eğitim. Diğer bir ifade ile usta-çırak eğitimi: Antik çağdan beri uygulanagelse de günümüzde özel ders hariç pek uygulama alanı kalmamıştır. Bu sistemde çırakın zaman zaman başka üstatlardan da ders alması gerekir. Düşünceme göre en iyi eğitim sistemi budur.
Himmler'in Hess Oyunu
Hurafe Nedir?
Terör örgütleri neden hep Sünni
Bütün terör örgütlerinin Sünni olduğuna, hiçbir Şii terör örgütü bulunmadığına dikkatinizi çekerim.
Eset islamcıların ve aydınların vicdanlarını lekeledi
Eset sadece müslümanları ve masum insanları katletmekle kalmadı aynı zamanda insanlarımızın, islamcılarımızın ve birçok hak arayıcısı adamlarımızın vicdanını lekeledi.
İran Eset ile arasını ayırmadıkça bütün kardeşlik hukukunu ayaklar altına almıştır. Kimse Şii/Sünni kardeşlik ve vahdet güzellemesi yapmasın. Çünkü inandırıcı olması mümkün değil.
Tüm Suriye kızları bir Esma Eset etmedi
16 Aralık 2016 Cuma
Araf'a Düşmek ve Araf'tan Çıkmak
İnsan hayatı boyunca en az bir defa oraya düşer. Kimi bunun farkındadır, kimi değildir. Kimi ondan çıkabilmiştir, kimi çıkamamıştır.
Ali Şeriati de bir Şii misyoneri idi
Ali Şiası Safevi Şiası'dan alıntı:
"Bugün de Ali Şiası’nm tebliğ odağının çok zayıflamasına karşın yine de bir Ali Şiası âliminin dilinden ya da kaleminden Ehlisünnet âlimlerinin ve Şii olmayan aydınların kulağına bir eser ya da bir söz ulaştığında onları devrimci bir biçimde değiştirmiştir."
Suriye'yi ancak Sünnilik kurtarır
Bu çok önemli.
Dikkat edin bunu bir mezhep bağnazlığı içinde söylemiyorum. Sünnilik sadece namaz kılma şeklimiz ile değil, aynı zamanda düşünme biçimimiz, dinimiz tarihimiz ve kültürel mirasımız ile de alakalıdır.
Şia hepimizi zehirledi.
Hüsnü Mahalli Arap Baharı'ndan önce cihatçıları destekliyordu
Hatta bi ara Kürşat Bümin ile Çeçenistan'daki bir okul baskını üzerine ağır bir polemiğe girmişlerdi. Çeçenler 1 Eylül 2004'te Osetya cumhuriyetinde bir okulu basıp öğrencileri rehin almışlar, Ruslar da okula operasyon düzenleyip bazı öğrencilerin ölümüne sebep olmuşlardı.
3 Aralık 2016 Cumartesi
Sinek Metaforu
Sinek en zayıf ve en değersiz böceklerden olduğu halde tanrılaşan inançsız zalimlere bir örnek/mesel olarak kullanılmıştır. Bununla ilgili hem Kuran'da hem de İslam ve Yahudi mitolojisinde örnekler vardır.
Kuran'da şöyle der (Hacc 73): "Ey insanlar! Size bir örnek verildi. Şimdi ona iyi kulak verin. Sizin Allah’tan başka taptıklarınız bir sinek dahi yaratamazlar, hepsi bunun için toplansalar bile. Eğer sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan kurtaramazlar. İsteyen de âciz, istenen de." Bunun üzerine müşrikler "Allah bula bula sinek örneğini vermiş?" diye tezyif etmeye çalışınca başka bir ayette (Bakara 26): "Allah, bir sivrisineği, ondan daha da ötesi bir varlığı örnek olarak vermekten çekinmez." buyurdu.
Burada çağın zalimlerine ve onların tanrılarına sinek üzerinden misal vermek gerçekte onların acziyetine ağır bir misaldir.
İslam mitolojisinde de Nemrut ve bazı başka rivayetlerde Firavun için sinek metaforu kullanılmıştır. Rivayete göre kulağından içeri giren bir sinek onu öldürmüştür. Bir sinek tarafından öldürülmek Tanrı (!) için ağır bir ceza olsa gerek.
Yahudi mitolojisinde de benzer bir olay vardır. Titus bir Roma imparatoru idi. Roma tarihi içinde en fazla sevilen imparatorlardan biridir. Ne varki MS. 67 isyanı sırasında Yahudiye bölgesinde isyanı bastırmak için görevli bir general idi. Titus isyanı bastırmış, Kudüs'ü yerle bir etmiş ve Süleyman mabedini yıktırmıştı. Yahudiler imparaor Titus'un kulağından beynine giren bir sinek tarafından öldürüldüğünü rivayet etmişlerdir.
1 Kasım 2016 Salı
Sözkonusu vatansa gerisi teferruattır sözü Mete Han'a ait
Asya Hunları'nın efsanevi lideri Mete Han iktidara geçince komşu ülkenin lideri bu genç lidere gözdağı vermek üzere elçiler gönderir.
Ondan atını vermesini ister. Mete Han divanı toplar ve görüşlerini sorar, hemen herkes bunun kabul edilemez olduğunu söyler. Mete Han ise bir at için savaşmaya değmez der ve atını gönderir.
Komşu lider tekrar elçi gönderir ve bu sefer cariyesini ister.
Divan yine toplanır ve hemen herkes bunun kabul edilemez olduğunu söyler. Mete Han bir cariye için savaşmaya değmez diyerek cariyelerinden birini gönderir.
Komşu lider yine elçisini gönderir (alışmış kudurmuştan beterdir misali) İki ülke arasındaki önemsiz bir küçük arazi vardır, onu Mete Han'dan ister. Divan toplanır ve bazıları "zaten önemsiz bir yer ver gitsin" derler. Mete Han ise, "Söz konusu vatan toprağı ise gerisi teferruattır" diyerek divanda "ver" diyenleri cezalandırır ve ordusu ile komşu ülkeye saldırır onların ülkesini haritadan siler. 🙂
4 Ekim 2016 Salı
Araf Süresi 188. ayetin meali hakkında
Araf süresi 188.
وَلَوْ كُنْتُ اَعْلَمُ الْغَيْبَ لَاسْتَكْثَرْتُ مِنَ الْخَيْرِ وَمَا مَسَّنِىَ السُّوءُ
Bu ayeti aşağıda 35 tane meal içinde sadece Yaşar Nuri Öztürk ile Süleyman Ateş'in meali doğru olarak yapılmış. Diğer hepsi de yanlış...
Mealler, hepsi de sadece aynı anlamı, farklı şekilde ifade etmeye çalışan birbirinin kötü kopyası olmuş. Elbette tek bir örnek ile böyle bir yargıda bulunmuyorum ama açıkçası bu tablo karşısında şaşırdım, hayal kırıklığına uğradım. (Maruf Çetin)
***
Abdulbaki Gölpınarlı: Gaibi bilseydim daha fazla hayır elde etmek isterdim ve bana bir kötülük gelmezdi.
Abdullah Parlıyan: Eğer insan kavrayışının ötesinde akılla bilinemeyip, sadece vahiyle bildirilen gerçekleri bir bilseydim, elbette daha çok hayır yapmak isterdim veya çok hayırlara ulaşmış olurdum ve bundan dolayı da, bana hiçbir fenalık dokunmazdı.
Adem Uğur: Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı.
Ahmed Hulusi: (Mutlak) gaybı biliyor olsaydım, elbette hayrına çoğaltırdım. Bana kötülük de dokunmazdı.
Ahmet Tekin: Ben, eğer duyu ve bilgi alanı ötesini, gayb âlemini bilseydim, kazancımı, menfaatlerimi çoğaltmayı, durumumu iyileştirmeyi, mutluluğumu artırmayı isterdim. İnsan cinsinin başına gelen hiçbir kötülük, hiçbir sıkıntı da bana dokunmazdı.
Ahmet Varol: Eğer gaybı biliyor olsaydım, hayrı artırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı.
Ali Bulaç: Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı arttırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı.
Ali Fikri Yavuz: Eğer ben gaybi bilseydim, (zarar ve tehlikelerden sakınıp) elbet daha çok hayır yapardım ve bana hiç bir fenalık dokunmazdı, (hiç yenilmez ve bir ihtiyaç içinde kalmazdım.)
Ali Ünal: Eğer mutlak manâda gaybı, (dolayısıyla gelecekte ne olacağını) da bilmiş olsaydım, (hiç zarar etmeden) sürekli kârda olurdum; hem (ona göre tedbirimi alırdım da,) bana ne bir zarar dokunurdu, ne de başıma bir kötülük gelirdi.
Bayraktar Bayraklı: Eğer gaybı bilseydim, elbette iyiliği arttırırdım ve bana kötülük de dokunmazdı.
Bekir Sadak: De ki: «Allah'in dilemesi disinda ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda degilim. Gorulmeyeni bileydim, daha cok iyilik yapardim ve bana kotuluk de gelmezdi.
Celal Yıldırım: Eğer gaybı bilmiş olsaydım, iyilik yapmayı daha da çoğaltırdım ve bana kötülük de dokunmazdı.
Cemal Külünkoğlu: Eğer insan kavrayışının ötesinde olanı bilseydim, muhakkak ki, daha çok hayır yapmak isterdim ve bana kötülük de dokunmazdı.
Diyanet (eski): Eğer ben gaybı biliyor olsaydım, daha çok hayır elde etmek isterdim ve bana kötülük dokunmazdı.
Diyanet Vakfı: Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı.
Edip Yüksel: Gizliyi bilseydim mal varlığımı arttırırdım, bana kötülük de dokunmazdı.
Elmalılı Hamdi Yazır: Eğer ben bütün gaybi bilir olsa idim daha çok hayır yapardım ve kötülük denilen şey yanıma uğramazdı.
Gültekin Onan: Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı arttırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı.
Harun Yıldırım: Eğer gaybı bilseydim elbetteki hayrı artırırdım ve bana hiçbir kötülük dokunmazdı.
Hasan Basri Çantay: Eğer ben ğaybı bilseydim elbet daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiç bir fenalık da dokunmazdı.
Hayrat Neşriyat: Çünki gaybı biliyor olsaydım, daha çok hayır elde ederdim ve bana hiçbir kötülük dokunmazdı!
İhsan Eliaçık: Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı.
İlyas Yorulmaz: Eğer ben gaybı bilseydim, öncelikle hayrımı çoğaltırdım da, bana kötülük dokunmazdı.
İmam İskender Ali Mihr: Eğer ben gaybı bilseydim, hayrı mutlaka çoğaltırdım, bana bir kötülük dokunmazdı.
Kadri Çelik: Gaybi bilseydim, daha çok iyilik yapardım ve bana kötülük de dokunmazdı.
Muhammed Esed: Eğer insan kavrayışının ötesinde olanı bilseydim, muhakkak ki, bahtiyarlık adına ne varsa ondan payıma daha çoğu düşerdi ve kötülük asla yaklaşamazdı bana.
Mustafa İslamoğlu: Zira eğer gaybı bilseydim, kendime tüm güzelliklerden daha çok pay ayrılmasını sağlardım, üstelik kötülük de semtime uğrayamazdı.
Ömer Nasuhi Bilmen: Ve eğer ben gaybı bilir olsa idim, elbette hayırdan daha çok şeyler yapardım, ve bana kötülük de dokunmazdı.
Ömer Öngüt: Eğer gaybı bilseydim, elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir kötülük dokunmazdı.
Sadık Türkmen: Eğer gaybı bilseydim hayrı/iyiliği daha çok yapardım. Ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı.
Suat Yıldırım : Şayet gaybı bilseydim elbette çok mal mülk elde ederdim, bana hiç fenalık da dokunmazdı.
Süleyman Ateş: Eğer gaybı bilseydim, elbete çok hayır (mal ve mülk) elde ederdim. Bana kötülük dokunmamış (beni cin çarpmamış)tır.
Şaban Piriş: Eğer ben, görülmeyeni bilseydim, iyilik yapmayı artırırdım ve bana bir kötülük de dokunmazdı.
Ümit Şimşek: Eğer ben gaybı bilmiş olsaydım bundan pek çok yarar sağlardım; kötülük de bana dokunmazdı.
Yaşar Nuri Öztürk: Eğer gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapardım. Ama bana kötülük dokunmamıştır bile.
23 Temmuz 2016 Cumartesi
İslam Dünyası'ndaki Akımlar ve Fethullah Gülen
1) Laikler
2) Modernistler
3) Gelenekçiler
4) Köktendinciler, radikaller
3 Temmuz 2016 Pazar
Eset'in katliamlarını Erdoğan'a fatura edenler
Suriye halkına onyıllardır kan kusturan gerici Baas rejiminin başıdır. Arap baharı ile başlayan, halkın insani taleplerini kanla bastırmış, yüzbinlerce insanı öldürmüş, milyonlarca insanını da ülkeden kaçırtmıştır.
Buna rağmen bazıları Eset'in katliamlarını Erdoğan'a fatura edebilmektedir. Eset'in katliamlarının faturasını Erdoğan'a kesenler ikiye ayrılır:
1) Gerçek Esetçiler: Mezhebi yakınlıktan dolayı Şiiler, Aleviler, İrancılar ve bazı solcular. Bunlar olayı bilerek çarpıtırlar. Arap baharından iki yıl önce bile Çeçen savaşçılarının Erdoğan eliyle Suriye'ye yerleştirildiğini (!) iddia edenleri dahi gördüm. Akıl almaz iddialar. Onlara göre Suriye cennet gibi (!) bir yerdi. Ta ki Erdoğan orayı karışırıp (!) muhalefeti ayaklandırana (!) kadar. Eski tüfek bir solcu olan İsmet Özel bile hükümeti eleştirirken "Eset'in kendi halkını öldürdüğü şeklinde akıl almaz iddiada bulundular" diyebilmiştir.
2) Bilinçsiz ve bir o kadar da kibirli kişiler. Bunlar aslında bir şey bilmezler. İlk maddedeki kişilerin yoğun propagandası altındadırlar. Cahil olmalarına rağmen biliyorum ediyorum kibirindedirler. Gerçekten birşey bilmiyorlar. Erdoğan bu denklemin dışında idi. Arap baharı başladığı zaman Suriyede olaylar hemen başlamadı. Deraa'da yaşları 12 cıvarında olan bir kaç çocuk duvara özgürlük içeren bazı sloganlar yazarken yakalandılar. Muhaberat bu çocukları feci işkenceler ile öldürülerek ailelerine parçalanmış cesetlerini geri verdi. Bunun üzerine Deraa'daki aileler protesto gösterileri yaptı. Her protesto gösterisi katliam ile sonuçlandı. Derken gösteriler Suriye şehirlerinde yayılmaya başladı ve katliamın dozu artarak devam etti. Bu süreç içinde Erdoğan Eset ile ikili ilişkilerini kullanıp çözüm arayışına gitti. Eset'i şiddet olmaması ve reform yapılması için çağrıda bulundular, yalvardılar yakardılar. Olayların başlamasından yedi ay sonra Eset ulusal televizyona çıkıp konuşma yaptı. Herkes reform ve rahatlama beklerken, Eset "Muhaliflerin bir avuç çapulcu olduklarını ve onların canlarına okuyacaklarını" açıkladı. Bundan sonra da ordudan kopmalar yaşandı ve bazı subaylar tarafından halkı savunmak için Özgür Suriye Ordusunun kurulduğu açıklandı. Türkiye Eset'in tüm çağrıları reddetmesinden sonra artık Eset'i desteklemenin mümkün olmadığını buna karşın Özgür Suriye Ordusunu desteklediğini açıkladı. Bundan sonra iç savaş başladı. Dikkat edin yedi ay sonra ve beşbinden fazla sivil gösteri meydanlarından öldürülmüş, onbinlerce kişi tutuklanmıştı. Erdoğan babasının yolundan giden ve çığırından çıkmış Eset'in artık gitmesi gerektiğini, inşallah yakında da gideceğini ve Emevi camiinde barış içinde namaz kılacaklarını söyledi. Ancak olaylar Erdoğan'ın istediği gibi olmadı. İran, Lübnan Hizbullahı ve dünyanın tüm şiileri ve Rusya Eset'e aktif destek verirken, muhalefeti destekleyen Erdoğan ve Arap Körfez Ülkeleri muhalefete aktif lojistik sağlayamadı. Amerika ve Avrupa Eset'in lehine olacak şekilde Suriyede hava uçuşunu yasaklamayı reddetti. Böylece o gün bugün Eset bol bol bombardıman yaptı. Yüzbinlerce ölü ve milyonlarca göçmen bu şekilde oldu. Aynı şekilde Amerika ve Avrupa Türkiye'nin ve Arap Körfez Ülkelerinin muhalefeti açıktan silahlandırmasına engel oldular. Elbette Türkiye de Körfez ülkeleri de illegal yollardan muhalefete destek olmaya devam ettiler. İşte Mit tırları operasyonu da Gülen cemaatinin Amerikan hesabına bir ifşası idi. Muhalefete ABD ve AB'den gizlice gönderilen silahları ifşa ettiler, hükümeti ve Erdoğan'ı zor durumda bıraktılar.
Olayın özeti bundan ibaret...
19 Mayıs 2016 Perşembe
Tarkovski'nin The Stalker filmi bağlamında İz Sürme Sanatı
Andrei Tarkovski'nin The Stalker (1979) [İz Sürücü] filmi hakkında yeni bir yorum yapmak istiyorum. Aslında bunu daha önce farkedememenin sebebi Tarkovski'nin hatasıdır. [Tamam hata demeyelim belki de Tarkovski Castaneda'nın anlattığı formatın dışına çıkmak istemiştir.

Tarkovski bu filmde Carlos Castaneda'nın Don Juan'la ilgili kitaplarında bahsettiği "İz Sürme Sanatı" (Art of Stalking) konulu bir film çekmiş bulunuyor. Ama bence tamamen eksik veya yanlış yada farklı yorumlamış bulunuyor. Stalker filmindeki iz sürücü, bölge adını verdiği erk dolu bir yere insanları götürmektedir. Erk toplamaları için. Ancak Don Juan'ın bahsettiği Erk toplama işi büyücünün kendi gelişimini sürdürmek için yapılan bir işlemdir. Gerçekte Stalker bir Don Juan yada bir Don Genaro olmalıydı ki, bu durumda güçlü bir büyücü savaşçı olarak Profesör ve Yazar tarafından aşağılanamayacaktı.
Filmindeki stalker ise çok acı çekmiş ve zayıf karakterde biridir ve ayrıca işi para kazanacağı bir tür türbe'ye dönüştürmüş durumdadır. Bu İz Sürme Sanatı'nın ruhuna aykırı bir durumdur.
İz Sürme Sanatı (Art of Stalking) nedir?
Don Juan bunun savaşçı ve şamanist büyücülüğü için gerekli olan ruhani gücü elde etmek ve kullanmak için uygulanan bir disiplin olduğunu söylemektedir. İz Sürme Sanatı en temelde kişinin alışkanlıklarını kıran ve istediği doğrultuda yeni alışkanlıklar kazanmasını sağlayan bir metod sunar. İz Sürme Sanatı kişinin dünya hakkındaki algısını değiştirebilmesinin yolunu açar.
Misal olarak yine Andrei Tarkovski'nin Nostaljia filmindeki havuzun bir başından bir başına mumu söndürmeden geçme şartı tipik bir İz Sürme Sanatı uygulamasıdır.
2 Mayıs 2016 Pazartesi
İslam, İman, Küfür, Şirk, Nifak ve Ehli Kitap kavramları üzerine
Günümüzde mümin, kafir, münafık ve gayri müslim kavramlarının yeniden bir tanımlanmaya ihtiyacı var. Çünkü bu kavramlar çok sık bir şekilde karıştırılmaktadır. Biz bu makalede Kuran ve Hz. Peygamber (sa) dönemini esas alarak bu kavramları tekrardan yerli yerine oturtmak istiyoruz.
Konuya ayrıntılı bir giriş yapmadan önce belirtilmesi gereken hususlar var. Kavramlar hem isim, hem sıfat hem de eylem halinde kullanılmışlardır. İsim olarak kullanılanlar genellikle çoğul (ellezine amenu, ellezine keferu, muminun, müslimun, müşrikun, munafikun), sıfat olarak kullanılanlar genellikle tekil (mümin, kafir, münafık) olarak kullanılmıştır. Eylem olanlar ise hem tekil hem de çoğul bir kullanıma sahiptir.
Bir kimse ya mümindir yada kafirdir. En yalın haliyle işin özü budur. Bunu siyah ve beyaz gibi düşünelim. Bunun dışındaki kavramlar aradaki gri tonlar şeklinde ifade edilebilir. Müminlik yada kafirlik önce bir eylem olarak meydana gelir, sonra kişinin sıfatı haline gelir. Bir eylem sürekli tekrar ettiğinde yani kalıcı hale geldiğinde kişi o vasfa sahip olur.
Şimdi kavramlara dönelim:
(İslam, Müslüman)
İslam Allah'ın emrettiği dindir. Bütün peygamberlere emredilen yegane din İslam'dır ve İslam'dan başka bir din de yoktur. Kuran'da İslam kavramı Hz. Muhammed'in ümmeti ile sınırlandırılmamıştır. Gerçekte Ehli Kitabın dini de İslam'ın eski bir versiyonundan ibarettir. Hz. Muhammed'e gelen İslam ise tamamlanmış olan son ve eksiksiz versiyondur.
Hz. Yakup vefat etmeden önce çocuklarına "Yalnızca Müslümanlar olmadan ölmeyiniz" diye vasiyet etmiştir. Aynı şekilde Yahudilerin Şalom dedikleri şey de Selam yani İslam'dır. Kudüs'ün Aramca adı da Orşelim'dir. Or Arami/Keldani dilinde şehir/diyar/dar; Orşelim de Darulislam anlamına gelir.
Şimdi müslüman kavramına bakalım. Müslüman İslam olmuş kişidir. Mümin'in zahir olmuş halidir. Yani inanmış ve teslim olmuş kişi... Yine de bir kimse inanmadığı halde, korkudan yada menfaat kaygısı ile teslim olmuş olabilir. Kalplerde olanı ancak Allah bilir. Bu durumda Müslümanlık zahiri bir hal olduğundan münafık olan kişiler de müslüman olarak kabul edilir ve İslam hukukuna göre muamele görürler.
Müslümanlık bir eylem, bir sıfat ve bir isimdir. İslam'ın emrettiği ibadetleri, emir ve yasakları yerine getirmek müslümanlığın eylemidir. Müslümanlık birey için bir sıfattır. Şerî bakımdan bir kimsenin mümin olup olmadığına karar verilemez. Çünkü onun kalbini yarıp bakmak gerekir. Kalplerde ne olduğunu gerçek anlamda yalnızca Allah bilir. Ama bir kimsenin müslüman olup olmadığına bakılabilir. Bu yüzden müminlik bir hâl, müslümanlık ise bir sıfattır.
(İman, Mümin)
Bütün inanç ve dinin temel kavramı budur. Herşey iman üzerinden tanımlanır. İman kalbi bir haldir ve onun somut hali de salih ameldir. Bu yüzden iman etmek, pekçok yerde salih amel ile anılmıştır. Kamil bir şekilde iman eden kişiye mümin denir. Bir kimse iman eylemini yerine getirir, inancına ve ameline şirk karıştırmaz ise ve bunu sürekli bir durum haline dönüştürürse o kimse mümin olur.
Bir kişi mümin olduğu halde müslüman olmayabilir. Yani imanını gizlemiş olabilir. Nitekim Kuranı Kerimde "imanını gizlemiş olan bir mümin"den bahsedilir. Yani bir kimse herhangi bir nedenden dolayı insanların nezdinde inançsız görünebilir. Korkudan imanını gizlemiş olabilir. Yada başka bir nedeni olabilir. Ama o kimsenin Allah katında mümin olması mümkündür. Pek istisnai bir haldir bu.
Mümin Kuran'da şu kavramların karşıtı olarak da anılmıştır: Kafir, müşrik, münafık, fasık ile karşıt anlamda kullanılmıştır.
(Küfür, Kafir)
Küfür imanı reddetmektir. Kefere üstünü örtmek, üstünü kapatmak, onu yok etmeye çalışmak anlamına gelir. Olumlu bir kavram olarak da kefaret, günahların yok edilmesi anlamına gelir. Allah kulların tevbe etmesi durumunda onların günahlarını kefferet eder. Yani yok eder, siler anlamına gelir. Bir kavram olarak da küfür imanı bozan onu yok eden hal ve hareketlerdir. İmanı tümden reddeden, ve dine karşı mücadele etmeyi yol edinen kişilere de kafir denir.
Aynı şekilde bir kimse bir küfür eylemini yerine getirdiğinde kafir olmaz. Ancak o eylemi tekrar eder ve sürekli hale getirirse o zaman o kişiye kafir denir.
İman kamil bir haldir. Bir bütündür. İçinde küfürden herhangi bir karışımı kabul edemez. Eğer imanın içine bir miktar küfür karıştırılsa o zaman "Şirk" meydana gelmiş olur. Demek ki "Şirk" imanın içine küfür karıştırılmasıdır. Bu örneği bir kap süt ile açıklayalım. İman temiz bir kabın içindeki temiz süttür. Küfür ise mutlak necasettir. Yani sidik yada gaita olarak düşünebiliriz. Eğer o necasetten bir parça bir miskal ağırlığında bile olsa sütün içine düşerse o zaman o süt olarak kalmaz, murdar olur. Bu durumda bu üç kavramı; iman (temiz süt), küfür (necaset), şirk de (murdar olmuş süt) olarak tanımlamaktayız.
(Şirk, Müşrik)
İmanın içine küfür karıştırılmasıdır. Şirk koşan kişiye müşrik denir. Müşrikler inançsız kimseler değildir. Onlar Allah ile beraber başka ilahları da anarlar. Yada başka varlıklara ilahilik payesi verirler.
Belirtmek gerekir ki, Allahın birçok isim ve sıfatı kullarıyla ve diğer varlıklarla paylaşılabilir. Mesela Semi, Basir, Hakim, Rahim, Halim vs. Bu isimlerin kullar için de kullanılmasında bir sakınca yoktur. Allah bu isimlerin başkaları için kullanılmasını yasaklamamıştır. Keza Rububiyet (rablik) sıfatı da şeriksiz (ortaksız) bir sıfat değildir. Ne Kuran'da ne de Hadisi Şeriflerde "Allahtan başka Rab yoktur" diye bir ifade bulamazsınız. Bilakis kölenin efendisi yada öğretmen anlamında da başkaları için Rab kelimesi kullanılmasına izin verilmiştir. Ancak İlah sıfatı ortaksızdır. "Allah'tan başka İlah yoktur" ifadesi çok açıktır ve inancın da temelidir. Bu; paylaşılmayan, ortak kullanımı bulunmayan, yalnızca Allah'a ait olması gereken bir sıfattır.
Allah'tan başka ilah edinenler müşriklerdir.
(Nifak, Münafık)
Nifak bir çukurdur. Arapça'da yolun altından geçen alt geçide de nefak adı verilir. İslam dosdoğru yolda yürümektir; Sıratı Mustakim... Nifak ise dosdoğru yolda yürümeyip çukurlarda tökezlemek anlamından türemiştir.
Bir eylem ve bir sıfat olarak münafıklık İman ile Şirk yada İman ile Küfür arasında gidip gelme halidir. Yani kişi iman üzere olmasına rağmen bazen şirk ve küfür hareketlerini ortaya koymasıdır. Eğer sözkonusu hareketini sürekli hale getirirse o zaman yukarıda da ifade ettiğimiz gibi şirk koşmuş olacaktı. Ama münafık; iman konusunda olmadığı gibi, şirk koşma konusunda da bir kararlılığa sahip değildir. Kişinin bu haline nifak, bu eylemle anılan kişiye de münafık denir.
İslami literatürde münafıklık çok dar anlamda anlaşılmıştır. Yani gizli kafir olarak sanılmış, münafık olan kişinin bilinemeyeceği düşünülmüştür. Aslında bu doğru değildir. Münafıklar, iman konusunda bir tözekleme hali sergeleyen müslümanlardır. Mümin gibi görünürler ve bunu sürdürmeye çalışırlar ama bazen de kararsız bir şekilde şirk eylemlerinde bulunabilirler. Münafığın ortaya koyduğu şirk eylemleri bazen çok belirsiz olabilir. Yani dışarıdan hemen farkedilemeyebilirler. Bu durumdaki bir kimsenin münafık olduğu diğerleri tarafından anlaşılamayabilir. Ancak pek çok kez bir münafık kendini yani şirk halini açıkça belli eder. Apaçık bir küfrünü ortaya koyabilir. Mesela bir kimse müslümanlarla birlikte iken, herkes namaz kılıyor diye namaz kılar. Herkesin oruç tuttuğu bir yerde oruç tutar, ama ikili konuşmalarda ahiretten bahsederken; "kim gitmiş de gelmiş, diriliş diye bir şey yok" diyebilir. Bu kişi müslümanların ibadetlerini yerine getirdiğinden müslümandır, ancak küfrünü tek bir kez bile olsa izhar etmiştir ve hükmen kafir değil münafıktır.
(Ellezine Amenü)
Kelime anlamı İman Edenler'dir. Hz. Muhammed'e iman edenler, yani Hz. Muhammed'in ümmeti kastedilir. Burada kastedilen bireysel iman değil, toplumsal ve siyasal bir gruba işaret vardır o da Hz. Muhammed'in ümmeti yada günümüzde “İslam ümmeti” dediğimiz kitledir.
(Ellezine Hâdu)
Kelime anlamı “Hidayete Eren”lerdir. Hz. Musa'nın bir duasında “İnna Hudna ileyke” (biz senin hidayetine erdik) buyurmuştur. Dolayısıyla “Hud olanlar” “hidayete erenler” anlamında Hz. Musa'nın ümmetine yani İsrailoğullarına, Yahudilere verilen adtır.
(Ellezine Utul Kitap yada Ehli Kitap)
Ellezine Utul Kitap; Kitap verilenler. Ehli Kitap, kitap ehli, kitap halkı...
Bununla en temelde Yahudiler kastedilir. Hristiyanlar da bu bağlamda Yahudilerin bir türevi olarak kabul edilmektedir. Zaten Hristiyanlar, Ahdi Atik kitabı içinde Yahudilere ait olan kitapları kendi kitapları olarak da kabul etmektedirler. Yani kastedilen kitap Tevrattır ve hem Yahudilerce hem de Hristiyanlarca kabul edilen bir kitaptır.
Ehli kitabı Müşriklerden ve Kafirlerden ayıran şey, onların Allaha tapınıyor olmasıdır. Ancak Ehli Kitabın zaten inançlarında pek çok kez şirke düştüklerini görüyoruz, buna rağmen Ehli kitap müşrikler taifesi ile anılamaz. Çünkü her ne kadar kitap ehli içinde şirk koşma varsa da sonuçta onlar Allaha iman etmekte ve Onu anmaktadırlar. Kiliselerde ve havralarda yani onların ibadethanelerinde Allahın adı anılmaktadır. “Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah’ın adı çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler muhakkak yerle bir edilirdi” (Hacc, 40) Bu yüzden Ehli Kitabın İslam toplumu içinde kendi hukuklarını icra etmelerine izin verilmiştir.
Burada Ehli Kitabın işlediği şirk bireysel bir şirk olarak kabul edilmekte ve tıpkı islam toplumu içindeki münafıklarda olduğu gibi takibat altına alınmamaktadır.
Kuran'da Ehli Kitaba Sabiiler de dahil edilmiştir. Ancak diğer dinler konusunda belirsizlik vardır. Zerdüştiler, Budistler, Hindular vs. hakkında açık bir hüküm yoktur. O zaman bu içtihadi bir konudur.
Genel olarak İbrahimi dinler ehli kitaptır. Diğerleri teknik olarak ehli kitap değildir. İbrahimi dinlerin ortak kitabı da Tevrattır ve onlar islam toplumu içinde zaten Tevratın (torah) hukuku ile amel ederler. Bu hem Yahudiler hem de Hristiyanlar için geçerli. Ancak adı anılan diğer dinler İbrahimi semavi dinler değil ve doğal olarak da Tevratı da tanımazlar.
Kuranda müslümanlar ve ehli kitaba ortak hitaben “sizin ilahınız bir tek ilahtır” diye buyurur. Bizim de ilahımız onların da ilahı aynı Allah. Bunu diğer dinler için de söyleyebilir miyiz? Hem evet hem de hayır. Bu müşkil bir meseledir. Ben olumlu tarafından yaklaşmak istiyorum. Hristiyanlar ve Yahudiler Arapçada karşılığı olmayan ve müslümanların da bilmedikleri Allahın bir takım isimlerine sahiptirler. Yahova, Adonay, Eli, Elohim, Yeho, Yeşua, Şadday vs. onlarca isim var ki müslümanlar bu isimleri bilmezler.
Peki kadim İskandinav dinlerinin tanrısı Odin, yada eski Mısır tanrısı Aton, yada Hinduizmde ve Budizmde geçen Atman'ın da İbranilerin Adonay'ı ile aynı kişi olmadığını nasıl bileceğiz? Sonuçta bunların hepsi üstün, aşkın, ölümsüz, yaratan ve öldüren bir tanrıdan bahsetmektedirler. Bu durumda kadim bir öğretiye ve aşkın bir tanrıya dayanan tüm dinler Ehli Kitap olarak kabul edilebilirler.
***
İslamda üç tür hukuk vardır. Bunlar üç kesime aittir. Onlar da şöyledir:
- Ellezine Amenü (müslümanlar),
- Ellezine Utul Kitap (kitap ehli),
- Ellezine Keferu (küfür ehli)
Müslümanlara ait hukukta İslam şeriatı geçerlidir. Belirtmek gerekir ki, İslam toplumunda münafıklar da dahil herkes müslümandır ve müslüman hukukuna tabidir. Yani islam hukukunun karşısında herkes eşittir.
Kimse inkar etmesinden dolayı öldürülemez. İslam toplumunda mürteddin öldürülmesi söz konusu değildir. Hz. Peygamber döneminde Medine'de müslümanlar arasında olduğu halde kalbi fitneye düşmüş ve müslümanların münafık olarak kabul ettiği aslında kafir olan bir çok kimse vardı. Bunlardan bazıları küfrünü izhar ediyor hatta aşırıya kaçan bile oluyordu. Ve hiçbir zaman hiçkimse öldürülmedi. Medineli ünlü münafık Ubey bin Selul Hz. Peygamber için ağza alınmayacak kadar hakaret ettiği halde ona karşı bir işlem yapılmadı. Bu olay kişisel olarak bırakıldı.
Burada kişi iman ile nifak arasında gidip gelir. Ancak onun tanımı ve hukuku küfre varmaz. Küfre varması yani gerçek anlamda mürted olması için açık inkarının yanısıra islam toplumunu terketmesi, islam toplumu ve islam düzenine karşı fiilen savaş açmış olması gerekir. Buna örnek de Kab İbnül Eşref'tir. Önce Medine'ye gelip müslüman olmuş, sonra da Medineden ayrılıp küfre dönmüş ve müslümanların aleyhinde Mekkelilerle ittifak kurarak hiyanetini sürdürmüştür. Yani kendi halinde inançsızlığa düşmüş biri değildi. Hem dininden dönmüş, hem İslam toplumunu terketmiş hem de İslama ve müslümanlara savaş açmıştır.
İslam toplumu içinde kişilerin kurumsal bir nifak, küfür, şirk vs. eyleminde bulunması kabul edilemez. Bunun örneği Mescidi Dırardır. Bireysel küfre müsaade edilir buna karşı; davet nasihat ve teşvik yoluyla mücadele edilir. Şiddet kullanılmaz. Ancak küfür kurumsal yaygın ve aleni bir hal aldığında, yani bireysel olmaktan öteye geçtiğinde şiddet yoluyla bastırılır.
İslam devletinde kişiler zorla ibadet ettirilemez. Namazı terkedenler için bazı yerlerde uygulanan had cezası İslam'ın ve Kuran'ın ruhuna uygun değildir. İbadetleri zorla yaptırmak kişileri münafıklaştırır ve toplumu ifsat eder. Buna karşın ibadetler kolaylaştırılmalı, teşvik edilmeli ve gerekirse ödüllendirilmelidir.
Burada bir istisna mevcuttur. İslam toplumunda yaşayan her belde için Namazın ikame edilmesi ve o toplumda zekat verilmesi farzı kifayedir. Tevbe süresi 5 ayette Müşriklerin tevbe edinceye namazı ikame edinceye ve zekat verinceye kadar savaşılması gerektiği belirtilir. Yani müşrik toplum, tevbe edip namazı ikamet edinceye ve zekat verinceye kadar müslüman sayılmayacaktır.
Bir beldede mescit bulunması, ezan okunması, kamet getirilmesi ve cemaat ile namaz kılınması gerekir. Bu, islam toplumu olduğunun delilidir. Eğer toplum bunu tümden terkederse o toplum cezalandırılır.
Kitap ehli islam toplumu ve islam devleti içinde kendi hukukuna tabidir. Müslümanların ve islam devletinin aleyhinde eylemlerde bulunmadıkları sürece İslam'ın güvencesi altındadırlar.
Ellezine keferu ise kafir olan toplumlardır. Onlara eman güvence yoktur.