10 Kasım 2017 Cuma

Suudi Arabistan Hariri'yi mi kaçırdı?

Lübnan Başbakanı Hariri'nin Suudi Arabistan'a gidip istifasını orada sunması ve İranı suçlaması, Şii paramiliter güçlerinin yarattığı tehlikenin ne kadar ciddi boyutlarda olduğunu gösteriyor. 2005 yılında da 1 tonluk TNT bombası ile babasını havaya uçurmuşlardı.

Kendisi, Şii kaynaklarının iddia ettiği gibi Suud tarafından alıkonulmuş değil. Geçen Cumartesi basın toplantısı yaptı ve üç gün sonra da Fransa Başkonsolosu ile görüştü. Dubai'den Riyad'a geçmesi beklenen Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile de bir gönüşme yapacak.

İki üç hafta önce İran Cumhurbaşkanı Ruhani bir televizyon kanalında şöyle bir açıklamada bulunmuştu: "İran'ın günümüzde bölgedeki rolü ve etkisi geçmişe göre çok daha güçlüdür. İran'ın pozisyonunu dikkate almadan Irak, Suriye, Lübnan ve İran Körfezi'nde belirleyici bir karar vermek mümkün değildir." demişti.

Bunun üzerine Saad Hariri bu açıklamanın kabul edilemez olduğunu söylemişti. Hariri "Ruhani'nin konuşması kabul edilemez. Lübnan, vesayet kabul etmeyen ve onurunun ihlal edilmesini reddeden bağımsız bir Arap devletidir." demişti.

İran Cumhurbaşkanı Ruhani'ye cevap verdikten bir hafta sonra ülkesinden kaçıp Suudi Arabistan'a sığınan ve İran'ı zehir zemberek suçlayarak istifa eden bir Lübnan başbakanından bahsediyoruz.
Paylaş:

4 Ekim 2017 Çarşamba

Dinozorlar ve Maymunlar

Evrim hayatın akışıdır. Evrim kelimesi sizi rahatsız ediyorsa buna "gelişim" de diyebiliriz. Değişim ise varlığın özündeki devinimden, gelişimden kaynaklanan bu gelişime bizim verdiğimiz tepkidir.

Evrim yasasında iki kadim hayvan ön plana çıkar: Dinozorlar ve maymunlar...

Dinozor kime denir? Çok eski olan, değişmeyi kabullenmeyen, köhne anlayıştaki ve inatçı kişiye dinozor denir. O zaman şöyle demek mümkün. Dinozorlar yeniliği değişimi ve evrimi kabullenemedikleri için yok oldular. Çünkü tabiatın yaşamın özünde bir değişim ve devinim sürekliliği vardır. Kendilerini yenileyemeyen anlayışlar zaman içinde köhneleşir ve hükmen yok olur.

Ancak maymun bu konuda dinozorun tam tersidir. Maymun iştahlılık, her değişimin her yeniliğin üzerine atlamak demektir. Değişimin ve evrimin, değişenin bünyesi ve yapısı ile uyumlu olması gerekir. Uyumlu ve gerekli olmayan her değişim bir bozulma ve yozlaşmadır. Bu yüzden maymun, bozukluğu ve yozlaşmışlığı temsil eder.

Dini, sosyal ve kültürel yaşamda da hayatın akışına göre bir evrim vardır.

Bir tarafta hurafeci bir gelenekçilik her türlü değişimi reddediyor. Manayı kaybetmiş, sembolleri manaların yerine ikame etmiştir. Kadim putperestlik de tam olarak böyledir. Öteki tarafta ise ilkesiz bir yenilikçilik tüm temel değerlerde savrulacak düzeyde bir yozlaşma yaşıyor.

Ancak dengede durabilen insandır. İnsan olmak dinozorun köhneliğinden ve maymunun yozlaşmacılığından uzak durmayı, dengeyi sağlamayı gerektirir.

Paylaş:

16 Eylül 2017 Cumartesi

Kürt Devleti'nde Sorun Ne?

Kürt devleti sorun değil, Arap Türk Fars devletleri olduğu gibi pekala Kürt devleti de olabilir, olabilmeli. Ancak ırka dayalı yayılmacı bir devlet tasavvuru var. Kabul edilemeyen kısmı burası.

Irak'ın özerk bölgesi Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nde Eylül 2017'de yapılan referandumda seçmenlere "Kürdistan Bölgesi ve Kürdistan Bölgesi dışında kalan Kürt yerleşimlerinin bağımsız bir devlet olmasını istiyor musunuz?" sorusu sorulmuş ve seçmenlerin %92.73'ü referanduma "Evet" oyu vermiş.[1]  Kendi yaşadığı egemenlik alanı olan bölgeyi bağımsızlık referandumuna tabi tutması doğal da "Kürdistan Bölgesi dışında kalan Kürt yerleşimlerinin bağımsız bir devlet olması" ne demek kardeşim? Yani Türkiye'deki Suriye'deki, İran'daki hatta Gürcistan'daki bölgelerin de bağımsız bir devlet olmasını talep ediyor. Kuzey Irak'taki Kürdistan'ın sınırları belli, ama onlar Kürtlerin yaşadığı her yeri dahil edecek şekilde genişletiyorlar. Böyle aleni bir yayılmacılık var mı?

Bugün Türkiye "filan bölgede Türkmenler yaşıyor, orası da Türkiyedir" diye iddia ediyor mu? Etmiyor. Yada Araplar İran'ın Huzistan bölgesinde Araplar yaşıyor orası Arabistan'dır diye hak iddiasında bulunuyor mu? Hayır. O zaman Kürdistanın sınırlarını Kürtlerin yaşadığı her bir yeri kapsayacak şekilde genişletmeni kim niye kabul etsin?

Bugün Barzani'nin kurduğu Kürt devleti, bütün komşularından zımmen hatta alenen toprak alma iddiasında bulunuyor.

Irak'ın Kuzeyine Güney Kürdistan diyor. Bunun Kuzey'i de Türkiye'nin Doğusu İran'ın Batısı da Suriye'nin toprağı oluyor. Bu kadar aleni bir tecavüzkarlığı İsrail bile yapmamıştır.

Barzani'nin yapması gereken şey, Kürdistan'ın sınırlarını sabitlemektir, komşularının topraklarında gözü olmadığını "Büyük Kürdistan" gibi bir emeli olmadığını açıkça ilan etmelidir. Yoksa bütün komşuların öyle veya böyle sana savaş açar. Nitekim açtılar da.

Paylaş:

19 Ağustos 2017 Cumartesi

Bankalar Google Analytics kullanıyor mu?

E-Devlette Yandex Skandalı ünvanlı yazım sosyal medyada büyük bir yankı uyandırdı. Yazıdan iki gün sonra da turkiye.gov.tr sitemizdeki o meşum kod kaldırıldı. Destek veren ve hassasiyet gösteren herkese teşekkür ediyorum.

Yine de bazı söylediklerim bazılarına abartılı geldi. Yazıda daha ziyade "potansiyel" den bahsettim. Olabilecek şeyleri anlattım. Olan şeyi bilemem. Belki de Yandex Metrica turkiye.gov.tr sitemizdeki kullanıcı bilgilerini çalmıyordur. Ancak güvenlik olabilecek şeylere göre yapılır. Olan şeye göre değil. Kapını kilitlersin, çünkü (potansiyel olarak) hırsız gelebilir. Ama kapını kilitsiz bırakırsan da illa hırsız gelecek demek değildir.

Şimdi yapılan eleştirilerden bazılarına istatiksel bir cevap vermek istiyorum. Benim "Bankalar kullanmaz" sözüme bazıları itiraz etti. Ben de bankaları tek tek inceledim. İşte durum.

Banka Adı Sitede İnternet Bankacılık Panelinde
A&T Bank yok yok
Abank var (analytics) var (globalsign)
Adabank var (jquery) panelsiz
Akbank var (analytics) var (analytics)
Aktifbank var (linkedIn) yok
Albaraka var (analytics, facebook) yok
Anadolubank yok yok
Bankasya var (muhtelif) panelsiz
Burganbank var (analytics, facebook) yok
Citibank sayfası göçmüş
Denizbank var (analytics) yok
Deutsche Bank Türkiye yok yok
Dilerbank yok yok
Eximbank yok yok
Fibabanka var (analytics) var (globalsign)
Fonbank yok yok
Garanti var (facebook) yok
Habibbank yok yok
Halkbank var (analytics) yok
HSBC var (cloudfront) var (verisign)
ICBC Turkey yok yok
ING Bank var (analytics, facebook) var (analytics, demdex, omtrdc)
İşbankası var (analytics, facebook) yok
J.P. Morgan (Türkiye) var (analytics) yok
Kuveytturk var (analytics, facebook) var (analytics)
Nurolbank yok yok
Odeabank var (analytics, facebook) yok
Pasha Bank var (analytics) panel arızalı
PTT var (analytics, facebook) var (rackcdn)
Radobank var (jquery) panelsiz
QNB Finansbank var (analytics) yok
Şekerbank var (analytics, facebook) (var globalsign)
T-Bank yok yok
Takasbank var (analytics) yok (ancak panel hata veriyor)
TEB var (analytics, facebook) yok
Turkish Bank var (muhtelif) yok
Türkiye Finans var (analytics) yok
Türkiye Kalkınma Bankası var (analytics) panelsiz
Vakıfbank var (analytics, muhtelif) yok
Yapı Kredi var (analytics, muhtelif) yok
Ziraat Bankası yok yok
(Not: Bu raporun yazının yazıldığı tarih itibarıyla olduğu unutulmamalı.)

%2,44    1 tanesinin tüm sayfası göçmüş (citibank)
%9,76    4 tanesinin internet bankacılık paneli yok
%4,88    2 tanesinin internet bankacılık paneli var ama biri açılmıyor öteki hata veriyor.
%7,33    3 tanesinde internet bankacılık panelinde Google analytics vardır.
%53,66    22 tanesinde normal sitede google analytics vardır, ancak internet bankacılık paneline geçince 19 tanesi analytics'i ve diğer tüm harici scripleri kaldırıyor.
%26,83    11 tanesinde hiçbir şekilde harici dosya yoktur
%17,07    7 tanesinde muhtelif CDN vardır ama Analytics hiç yoktur
%9,76    4 tanesinde internet bankacılığı kısmında verisign ve globalsign vardır. Güvenliği sağlaması için kullanılıyor.
%41,46    17 tanesinde normal sitede analytics, sosyal medya kodları ve diğer cdn frameworkleri mevcut iken panel kısmında bunlar kaldırılmaktadır.
%0    Yandex Metrica kullanan hiç yok.

Şimdi bunların ne anlama geldiğini biraz daha açayım.

Bankaların yarısı normal sitelerinde Analytics kodu kullanırken İnternet Bankacılığı düğmesine tıkladığınızda bunları kaldırmaktadırlar. Sadece üç sitede (Akbank, Kuveytturk ve ING Bank) panelde de Analytics devam etmektedir. Burada Analytics'e güven duyulduğu kesin. Yandex'i ve ürünlerini hiçbir yerde kullanan banka bulunmamaktadır. Ancak bu gerekli mi? Buna biraz sonra geleceğim.

Şimdi sitesi bile çalışmayan, İnternet Bankacılığı paneli açılmayan bankalar bile olduğuna göre 41 banka içinden 3 bankanın panelde de Google Analytics kullanmasına şaşırmıyorum. Yine de bunu kullananların oranı bazı arkadaşların iddia ettiği gibi %90'lar filan değil, %7,3'dir.

Açıkçası bankanın bunu kullanma sebeplerini bilemem. Belki de yabancı ortakları bu sayede yapılan işlem ve hareketleri bir tür Google Analytics ile onaylatma durumdadırlar. Analytics'in en önemli gerekçesi şeffaflıktır. Lakin bunun yerine BDDK Analytics gibi bir sistem oluştursun ve bütün bankalar bunu dahil etsin. Böylece bankanın içinden bir raporlama hatasını BDDK izlesin.

4 tane bankanın panelinde verisign ve globalsign JS'leri koşmaktadır. %9,76. Efendim şimdi bu Verisign ve Globalsign güvenlik sertifikaları üreticileridir. Müşteri ile mağaza arasında SSL sertifikası kullanılırken Mağaza ile banka arasında da SET kullanılmaktadır. SSL i sağlayan mazağa, SET'i sağlayan ise bankadır.

Normal şartlarda sertifikayı alıp sunucuya yüklersiniz. Sertifikanın sağlayıcısının kodunu panele eklemek gerekmez. Ancak panele bunları dahil etmek müşteriye "bakın sizi bununla koruyoruz" demek anlamına gelmektedir. Bunun banka açısından bir güvenlik zaafiyeti teşkil edeceğini sanmıyorum. Yine de ben olsam kullanmazdım. Dikkat ederseniz bankaların çoğu da bunu kullanmamaktadır. Her fazlalık bir yüktür.

Bir banka Analytics kullanmalı mı?

Tabi ki hayır. Hatta bırakın paneli, bir bankanın sitesinde bile bunu kullanması gereksizdir. Açıkçası bir bankanın Analytics kullanması son derece mantıksız ve gereksiz.Analytics'in yada Metrica'nın bir özelliği yok. Onun sağladığı tüm bilgiler zaten sizin sunucunuzda var. Günümüzün yeni yetme Seocuları ve programcıları Analytics'in hangi kelimelerle aranarak gelindiğini söylemesini büyük bir matahmış gibi anlatabilir. Bu basitçe tarayıcının (browser) çevre değişkenlerinin REFERER parametresinde zaten mevcuttur. Ancak dikkat edin Analytics size hangi kelime ile hangi kişilerin geldiğini, geldikten sonra üye olup olmadığını, sisteme giriş yapıp yapmadığını o müşterinin giriş yaptıktan sonra hangi işlemlerle ilgilendiğini, hangi yorumları yaptığını hangi ürünleri sepete attığını, satın aldığını, favorilerine eklediğini ve daha yüzlerce şeyi Google Analytics size söyleyemez. Ama siz bunları kendi sunucunuzda yapacağınız programlar ile takip edip detaylandırabilirsiniz.

Ayrıca Google Analytics dahil edilmediği sayfaları izleyemez. Bu durumda vereceği rapor eksik ve sağlıksız olabilir.

Daha önce yazdığımı tekrar ediyorum. Google Analytics'in en önemli kullanım alanı şeffaflıktır. Eğer sitenizde reklam yayınlamak istiyorsanız reklamverenler sitenizin hitleri konusunda sizden Analytics gibi üçüncü tarafın sağlayacağı raporları isteyeceklerdir. Bir de kendi yazılımınızı yapmak istemiyorsanız, yapamıyorsanız buna benzer programlar kullanabilirsiniz.

E-Ticaret sitesinde kullanılabilir mi?

Bir okurum eticaret sitesinde kullanıldığında kredi kartı bilgilerinin çalınabileceğini söyledi. Teknik olarak doğrudur. Size tavsiyem tüm frameworkleri indirip kendi sitenizde yükleyerek kullanın. Sitenizde indexlenecek ve indexlenmeyecek bölümleri ayırın. Sitedeki tüm katalog ve ürün bilgilerinin olduğu sayfalar indexlenmeli. Ancak admin, login, sepet, checkout ve ödeme gibi bölümler indexlenmemeli ve yalıtılmalıdır. İndexlettiğiniz sayfalarda istediğinizi kullanılabilirsiniz. İndexletilmeyen sayfalarda bunu kullanmak gereksiz ve hatta tehlikelidir.

Paylaş:

15 Ağustos 2017 Salı

Bulut Sistemleri, Bireysel ve Kolektif Mahremiyet

E-Devlet platformundaki Yandex açığından bahsettiğimde bazı arkadaşlar bunu benim kişisel pimpirikliğime yorumladı. Halbuki öyle değildir.

Sosyal medya ve bulut sistemleri olan Facebook, Google, Hotmail, Yandex, Yahoo Dropbox gibi sistemleri ben de kullanıyorum. Bu kaçınılmaz. Hatta çoğunuzdan daha çok kullanıyorum. Mesela Cep telefonu adres defteri olarak SİM kartını yada telefon hafızasını değil, doğrudan Google Rehberi'ni kullanıyorum.

Bir ara şirketim varken kimlik resmi, imza sirküsü, vergi levhası, ticaret sicil kaydı vb dosyaları Google Driver üzerinde kaydediyordum. Bu konuda Google, Yandex yada Dropbox farketmez. Kişisel olarak beni takip edeceklerini sanmıyorum, ederlerse de etsinler. Yediğimiz önümüzde yemediğimiz arkamızda. :D

Fakat bazı şeyler gizlilik ister. Mesela vergi borcumu, sağlık sorunlarımı, bankadaki paramı, çocuğumun eğitim seviyesini, notlarını devamsızlıklarını, yada her neyse; sosyal olmayan yönümüzün bir başkası tarafından bilinmesini istemeyiz. Halbuki devlet sistemi bundan çok daha fazla gizlilik ister. Çünkü orada sadece bireysel değil, kollektif mahremiyet de vardır. Yani devlet tek tek bütün bireylerin mahremiyetini koruduğu gibi, ayrıca tümünün bileşiminden toplumun da kolektif mahremiyetini koruması gerekmektedir. Bireysel planda bile olsa devlet bazı şeyleri kendinden bile gizler. Mesela kime oy verdiğinizi...

Demek ki korunması gereken bir mahremiyet vardır.

Diğer taraftan e-Devlet verilerinin çalınmasından, çalan ülkenin yararına sağlanabilecek muazzam bir bilgi vardır. Bunları bizim devlet olarak yapamadığımız şekilde raporlara dönüştürebilirler. Tarih ve zaman aralıklarına göre, bölgelere, illere göre filtrelenebilir bir şekilde emlak ve araç vasıta hareketleri, vergi hareketleri, sağlık işlemleri hukuk ve davalar ve daha bir çok şeyi raporlayıp belirli yerlere, makamlara sunabilirler.


Paylaş:

14 Ağustos 2017 Pazartesi

E-Devlet Sisteminde Yandex Skandalı

Çocuğun üniversite kaydı için www.turkiye.gov.tr adresine girdiğimde kaynak kodunda yandex.ru sitesinden çalıştırılan bir javascript kodu olduğunu gördüm.

Yandex Metrica tıpkı Google Analytics gibi çalışan bir sistem. Siteye gelen ziyaretçilerin bilgilerini toplayıp, topladığı bilgilerin çok önemsiz bir kısmını ülke/bölge lokasyonu, ip, tarayıcı bilgisi vs. gün, ay, yıl olarak raporluyor. Ancak bu sistemlerin topladığı bilgi bundan çok daha fazladır. Bir sitenin kaynak koduna böyle bir kod konulduğunda siteye gelen ziyaretçinin doldurduğu bütün form bilgileri, ve bütün çerezleri okuyabilir. Böylece sisteme giriş için kullanılan kullanıcı adı ve şifre de dahil pek çok bilgiyi ele geçirebilir.

Türkiye’nin tüm e-devlet uygulamalarının bel kemiğini oluşturan www.turkiye.gov.tr adresinde hem de (.ru) uzantılı yandex kodunun ne işi vardır?

Zaten bütün web sunucularının kendi ayrıntılı istatiksel raporlamaları vardır. Örneğin önceleri yönettiğim Linux tabanlı kendi sunucularımda açık kaynak Apache web sunucusunu kullanıyordum ve onunla birlikte yine açık kaynak kodlu Webalizer ve Awestats gibi raporlama programlarını yüklüyordum. Tüm sunucularda benzer programlar mevcuttur. Google Analytics veya Metrica’nın verdiği ziyaret raporlarından daha ayrıntılı raporlar veriyorlar.

Şimdi Metrica’ya yada Analytics’e neden ihtiyaç duyuluyor? Yandex’teki e-devlet kullanıcı istatistiklerini Cumhurbaşkanına, Başbakana, ilgili bakanlıklara ve ilgili birimlere yine Yandex sitesi üzerinden mi gösteriyorsunuz? Demek ki, birileri devlet sırrı ve mahremiyeti ile blog sitesinin gizliliği ve mahremiyeti arasındaki farkı kavrayamamış!!!

Ben bu konuyu sosyal medyada paylaşmaya başlayınca bazı webmaster arkadaşlarım orada basit bir sayaç olduğunu ve abartılmaması gerektiğini savundular. Mübarek insan, e-devlet sistemi senin kendi köyünün ziyaretçi defteri değil ki sayaç koyasın!!! Kendi sitelerinin Admin (Yönetim) kısmına yandex google sayacı ve arama motorları indexlemesi koymayan bu arkadaşlar devlet yönetiminin programına sayaç konulmasını savunabiliyor. Bilgisizlik ve sorumsuzluk, başka bir şey değil.

Siteye dahil edilen bir javascript kodun ne kadar zararlı olabileceğini herhalde bazıları farkedememiş.

Bu kod eklendiği zaman sitedeki tüm javascript etkinliklerini yapabilir. Sitede girilen tüm formları, formların içindeki tüm inputları ve bu inputlarda taşınan tüm değerleri alıp yine kendi sunucusu ile iletişim kurarak saklayabilir. Yani sisteme girmek için kimlik numarası ve edevlet şifresini yazıp enterladığın o form varya, o formdaki user ve password bilgilerini aynen yandex.ru adresine aktarabilir. Aynı şekilde sitenin tarayıcıya kaydettiği ve tekrar oradan okuduğu yine kullanıcı, password ve diğer bilgileri içeren çerezleri (cookie) okuyabilir, değiştirebilir ve kendi sunucusuna (yandex.ru) aktarabilir. Dahası, javascriptler sadece cookie ve form okumakla sınırlı değildir. Harici bir site ile makine dilinde de etkileşim sağlayabilir. XML ve JSON kullanarak da başka bir sunucudan bilgi alabilir ve başka bir sunucuya bilgi aktarabilir.

Yani o kod orada edevletin tüm veritabanını çekemez. Ama edevlete giriş yapan kullanıcının site ile etkileşiminden doğan tum bilgileri çalabilir. Alma işinin tümünü tabi ki kod yapmaz ama o kod giriş bilgilerini alır ve o giriş bilgilerine sahip olan kişiler botlar ile işin geri kalanını halleder.

Ben web sitelerinin yanısıra eticaret sistemleri ve otomasyon tasarlamış birisiyim. Arama motorlarında E-Devletin giriş sayfaları dışında indexlenmesi zaten doğru değildir. Vatandaşın tapu kayıtlarının olduğu sayfaları mı indexleyeceksiniz? Neyi indexliyorsun? Ama şifre ile giriş yapıldıktan sonraki vatandaşın tapu kayıtlarının olduğu sayfada da Yandex'in Metrica kodu hala aktif!!!

Yada (örneğin) adalet bakanlığı bölümündeki "devam eden davalar" dosyalarına da erişebiliyor Yandex'in Metrica kodu...

Ruslar bu kod ile e-devlet sistemine giriş yapan bütün vatandaşların edevlet platformu içinde yer alan tüm bilgilerini çalabilirler. Sadece şifresini değil, tapu kayıtlarından devam eden davalarına kadar!!!

Dikkat edin e-devlet bir site değil, bir sistemdir. Orası Hürriyet gazetesi değil. Bir haber sitesi yada bir alışveriş sitesi de değil. Devletin vatandaş ile bağlantı kurduğu ve gizlilik taşıması gereken KOMPLİKE BİR SİSTEMDİR. Bir site değil, bir program ve uygulamadır. Kurumlar arasında bilgi akışının sağlandığı bir platformdur. Oraya basitçe bir yandex sayacı koyamazsın. F16daki yazılımı değiştirdik, artık amerikan yazılımını değil %100 Türk yazılımı kullanıyoruz diye böbürlenen bizler, kalkmış F16 yazılımından bile daha önemli olan e-devlet sistemine (.ru) uzantılı bir sayaç programı dahil ediyoruz. Bu mudur yani?

E-devlet vatandaşın, eğitim durumunu, sağlık durumunu, vergi durumunu, sgk sicillerini, tapu ve araç kayıtlarını ve daha onlarca uygulamayı içeren komplike bir sistemdir.


Eğer bu kod dışardan yetkisiz bir şekilde konulmuşsa (ki bu ihtimal daha güçlü görünüyor), e-devlet sistemi hacklenmiş demektir. Yok eğer içerideki mühendisler koymuşsa, son derece bilinçsiz bir şekilde bir güvenlik açığı oluşturmuşlardır. Bunun sorumluluları bulunmalı!!!

Analytics yada Metrica gibi sistemlerin kullanılmasının tercih edilmesinin amacı, reklamverenlere doğru bir bilgi sunmaktır. Eğer bir haber siteniz varsa reklam almak için sitenizin ziyaretçi sayısı konusunda reklamverenleri ikna etmeniz gerekiyordur. Sizin kendi sitenizdeki sunucunuzdaki webalizer sonuçlarına güvenmeyebilir. Çünkü oradaki raporlarla oynama ihtimaliniz olabilir. Bu durumda Analytics üçüncü bir taraf olarak reklamverenlere ziyaretçilerin sayısı konusunda daha güvenilir bilgiler sağlar. E-Devlet sitesi reklam alan bir site midir?

Giriş için SMS Aktivasyonu Uygulansın

Çok mühim bir konu da girişteki kolaylıktır. Mevcut haliyle şifreyi ele geçirmesi durumunda sadece yetkisiz kişiler değil, aynı zamanda yazılım robotları (bot deniyor) da sisteme giriş yapabilir. Robotlar sistemi sömürür ve tıkanmasına da sebep olurlar. Çünkü bir vatandaşın sitede gezinirken açabileceği sayfalardan çok daha fazlasını açarlar.

Vatandaşların e-devlet şifreleri belirli mahfiller tarafından ele geçirildikten sonra, (ki muhakkak geçirilmiştir) bir robot yazılımı ile o vatandaşlara ait e-devlet platformu üzerindeki tüm bilgiler çok ayrıntılı olarak çalınabilir. Sanki o vatandaş siteyi ziyaret ediyor işlem yapıyormuş gibi bir uygulama yapılabilir. (Ki muhakkak yapmışlardır) Bu yüzden e-devlet giriş bölümüne acilen SMS Aktivasyonu uygulanmalıdır. Tıpkı bankalarda olduğu gibi vatandaş şifreyle giriş yaptığı zaman sistemde kayıtlı cep telefonuna SMS ile geçici aktivasyon şifresi gelmelidir. Vatandaşın sistemde kayıtlı cep telefonu yoksa, ilk girişte cep telefonunu tanımlamaya ve aktivasyonunu yapmaya zorlanmalıdır. Hatta yine bankalarda olduğu gibi giriş sırasında rastgele ve daha özel sorular da sorulmalı. Doğum yeri, doğu tarihi, anne kızlık soyadının bazı harfleri vs.

Önemli Sitelerde Bir Başka Güvenlik Sorunu

www.edevlet.gov.tr adresine bakınca da daha hafif olsa da yine güvenlik sorunu oluşturabilecek bir durumla karşı karşıyayız. Bir site başka bir siteden kod çalıştırmasına izin vermemeli. Bunu hiç bir banka yapmaz.

Yan resimdeki www.edevlet gov.tr sitesinde bizim sitenin dışında aspnetcdn.com, devexpress.com, jquery.com, onlinehtmltools.com, ajax.googleapis.com domainlerinden harici olarak kod kullanımına izin verildiği görülmektedir.

Günümüzde web tasarımında ve programlamasında önemli bir hale gelen framework'ler doğrudan kendi sitelerindeki CDN üzerinden kullanılmamalı.

Bu sitelerde çoğu açık kaynak olan bu framework'lerin indirilerek (download) sitenin içine kurulması bu konuda olası bazı güvenlik sorunlarını azaltmış olur.


Yeni Devam Yazısı ...
http://www.marufcetin.com/2017/08/bankalar-google-analytics-kullanyor-mu.html
Paylaş:

21 Temmuz 2017 Cuma

Sifil ile Taslaman tartışması üzerine notlar

Ebubekir Sifil ile Caner Taslaman nihayet kararlaştırıldığı gibi Veyis Ateş'in programında buluştu. Programın başını yetişemedim.

Program ile ilgili bazı değerlendirmelerde bulunmak istiyorum. Öncelikle ikisini de başarısız buldum. Ancak Sifil çok daha başarısız idi malesef. Sifil kendi düşüncesini savunmak yerine karşı tarafa saldırmaya töhmet etmeye, ayıplamaya karalamaya çalıştı. Elbette bunun bilimsel bir tarafı yok. Ayrıca kötürüm çocuğa beddua edildiği sütre hadisi olayında olduğu gibi hadis konusunda da vakıf olmadığını, karşısındakinin bilgisizliğinden istifade edip bol bol salladığını gördük. Ona sonra değineceğim.

Caner Taslaman bir baskı altında idi. Kendisine Arapça ve Hadis Usulü bilip bilmediği sorulacak korkusundan olsa gerek hep baskı altında kaldı. Ayrıca Taslaman'ın tüm eleştirilerini sadece hadis üzerinden yapması ciddi bir yanlışlık idi. Sözgelimi Ebubekir Sifil'e "500 ayet de getirseler kabul etmeyin" veya "bana ayet okuma" şeklindeki beyanlarının hesabını sorabilirdi.

Genel olarak Taslaman'ın görüşü şöyle idi: Kuran, akıl ve bilim ile çelişmeyen hadisleri reddetmiyor. Ancak Ehli Sünnetteki hadis'in dokunulmazlığı, varolan tüm hadislerin vahiy olduğu kabulünü reddediyor. Bana göre de fena bir çizgi değil. Taslaman bu çizgiyi savundu ve bu çizgisinde de genelde haklı çıktı. Verdiği örnekler hadis eleştirisi konusunda bilinen uç örnekler. Bu hadislerin bazılarının izahı yapılabilir, bazılarını da en azından mana ve hüküm olarak reddetmek gerekiyor. Sifil görüş olarak tüm hadisleri nas ve vahiy kabul ediyor. Sifil kendince hadisleri savunmaya çalıştı. Ancak tartışmada sıkınca ve bazı hadisleri savunamayacak hale gelince bu görüşünden ödün verdi ve bazı hadislerin zayıf ve hükümsüz olduğunu ve -Taslaman özelinden- onları kullanmanın ahlaksızlık/utanmazlık/oryantalistlik olduğunu söyledi.

Kütüb-üs Sitte'de geçen bazı hadisleri zikretmek ahlaksızlık mıdır? Ebu Davud'un kitabına almaktan utanmadığı bir hadisi, Taslaman dile getirip eleştirmekten neden utanması gerekiyor? Bu Sifil'in töhmet ve çamur atma dışında bir savunusu olmadığını gösteriyor.

Sifil kurnaz bir adam. "O bana soruyor, ben de hepsini tek tek izah etmek durumunda kalıyorum. Halbuki bana 3 kat zaman vermeniz gerekir" diyor. Tipik bir şark kurnazlığı. "Bana yeterince zaman verilmedi bu yüzden tam savunamadım" demesi için. Halbuki programda zaman sıkışması nedeniyle açıklayamadığı bir hadise olmadı. Keza cevap vermek yerine saldırıp töhmet etmesi hem usulsüzlük hem de tipik bir kurnazlık hareketi idi.

Taslaman programa deve sidiği getirdi ve "buyrun hadisin gereği olarak için" dedi. :D :D :D Sifil bunu ilmi olmamak ve seviyesizce olmak ile tanımladı ama neden öyle olduğunu da açıklayamadı. Deve sidiği ile ilgili hadiste "ey müminler deve sidiği içiniz" demiyor. Çöle özgü belirli bir hastalığa yakalanmış bazı kişilere -ki bunlar halen çölde ve müdahale etme durumu yok- devenin devenin sütünden ve sidiğinden içmelerini salık veriyor. Dolayısıyla böyle bir hadisin varlığını kabul eden kişinin bu deve sidiğini içmesi gerekmiyor. Benzer bir örnek vereyim: Modern tıpta bazı durumlarda morfin kullanımı tavsiye edilmiş. Şimdi "sen madem ki modern tıbbı savunuyorsun o zaman al şu morfini iç!" demekle aynı şey. Burada deve sidiği tamamen özel bir durumdur ve bir zaruret hali sözkonusudur. Çünkü "ez zaruratu tubihul mahzurat" (zaruretler mahzurlu olan şeyleri mübah kılar) ilkesi vardır. Diğer taraftan o deve sidiğini hadis inkarcılarının içmeleri daha doğrudur. Çünkü hadis inkarcılarına göre Kuran'daki dört şey dışında hiçbir haram yoktur. Dolayısıyla o ayet mucibince bir hadis inkarcısının deve sidiğini tahrim etmesi çelişkidir.


Sifil erkek ve kız çocuğu sidiğinin farklı koktuğunu söylemekle salladı. Çok talihsiz bir çırpınış idi.

Sifil'in kadın sünnetinin, kadının cinselliğinin yükseltilmesi amacıyla olduğunu söylemesi de tamamen sallamadır. Kadının cinsel organının iç dudaklarının yada klitoris'in alınması kadının cinsel hazzını azaltmak içindir tabi ki. Çünkü kadının organının cinsel sinir uçları iç dudaklarda ve daha da fazlası klitoriste toplanmıştır. Sifil'in tam tersini söylemesi hem cehalet hem de saptırmadır. Halbuki erkeğin sünnet edilen organının gulfesinde cinsel sinir uçları yoktur.

Gel gelelim şu sütre hadisine. Ebu Davud'ta geçen söz konusu hadiste kötürüm bir adam bir sahabeye, "ben hastaydım, eşeğin üzerinde geliyordum, sütresiz namaz kılan peygamberin önünden geçtim o da bana beddua etti kötürüm oldum" demiştir. Burada bir sıkıntı var, ama sıkıntı nerede? Sahabe yalan söylemiyor, raviler de güvenilir, onlar da yalan söylemiyor ama kötürüm kişi yalan söylüyor. Dolayısıyla hadis metninde bir sıkıntı yoktur.

Peygamber'in otuz erkek gücünde olması meselesi de imkansız olmamakla birlikte mantık dışı olduğu doğrudur. Sifil'in "böyle olması mantıksız mı" diye sorması da yanlış cevap. Tabi ki mantıksız. Peygamber bir süpermen yada bir mutant değil. Diğer Mekkeliler gibi bir beşer. Eğer bir mucize ise bunun mantıklı olması gerekmez.

Taslaman'ın şu açıklaması çok yerinde ilmi idi: Hadise yönelik eleştirileri savuşturmak için aynı eleştirileri Kuran'a yönlendirmek başka bir kurnazlıktır. Sifil bunu sık sık yaptı.

Gelelim evrim tartışmasına. Sifil Taslaman'ın "Ben evrimciyim" dediğini iddia etti. Taslaman inkar etti. "Hayır öyle bir kelime kullanmadım". Sifil "Hayır kullandın" diye diretti ve Taslaman'ın kitabından çıkarıp okudu. Fakat oradaki ifade "ben evrimciyim" şeklinde değildi. Belki o anlama gelebilecek bir ifade idi ama yine de ifade tam olarak öyle değildi. Ayrıca Sifil "şu anlama gelecek bir ifade kullandın" demiyor ki, "şu ifadeyi kullandın" diyor. Taslaman evrimin İslam ile çelişmediğini ve şimdiye kadarki en iyi bilimsel açıklama olduğunu söylüyor. Bu konuyu tartışmayı başka bir yazıya bırakıyorum.

Taslaman'ın çamurdan yaratılmaya getirdiği açıklama mantıklı. "Andolsun ki biz insanı bir sülaleden bir tin'den yarattık." (Müminin 12) Keza başka bir ayette "Kendilerini yaratmak mı daha zor, yoksa yarattığımız diğer şeyleri yaratmak mı? Şüphesiz biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık." (Saffet 11) Görüldüğü gibi Saffet süresi 11 ayette insanlar çoğul olarak çamurdan yaratıldı diyor. Halbuki sadece ilk insan çamurdan yaratılmıştı. Demek ki insanın özünün çamurdan olması toprak bileşeninden yaratılmış olması doğru bir açıklama görünüyor.

Ademden önce meselesini de başka bir yazıya bırakıyorum. :D

Taslaman hadisin Kuranla akılla mantıkla bilimle çeliştiğini bu yüzden birilerinin bunu Peygamber adına uydurduğunu iddia ediyor. Buna karşı Sifil, "O zaman o kişinin neden bunu uydurduğunu bize anlat" diyor. :D Tam benlik bir soru, bunu daha önce de yazmıştım: "Neden" sorusu batıldır. Nedenler tam olarak bilinemez. Mesela "Neden durup dururken Sifil, Taslaman evinde çekilen bir resmin altına abuk subuk bir şiir ekleyip yayınladı? Hııı neden?"

Sifil'in tek yaptığı şey, sen Arapça bilmiyorsun, sen hadis usulü bilmiyorsun filan filan... Bunlar tabi ki bilimsel zırvalar. Bu usulsüzlüktür. Çünkü tartışmayı tartışma alanının dışına çıkarıp yozlaştırıyor. Buna bilimsel metodta "Ad hominem" adı veriliyor. Böyle bir usulsüzlük yapıp, usul bilmemek ile suçlamak safsata değil mi? Ne İbni Sina ne de Farabi Yunanca bilmiyordu. Buna rağmen Aristo'yu en iyi kavrayan kişiler Farabi ile İbni Sina'dır.

Şimdilik bu kadarlık yeterli sanıyorum. :)
Paylaş:

16 Temmuz 2017 Pazar

Ebubekir Sifil ile Caner Taslaman'ın atışması hakkında

Önce konuyu internette aktarıldığı şekliyle özetleyelim.

Bir instagram hesabından bir resim paylaşıldı. Resimde Cumhurbaşkanı başdanışmanı Hidayet Türkoğlu, Caner Taslaman, Mustafa İslamoğlu, Mehmet Okuyan ve Emre Dorman bulunuyordu. Görseldeki ev Taslaman'ın eviydi ve ifade ettiğine göre görselde başka isimler de bulunuyordu ancak fotoğrafın açısına düşmemişlerdi.

Daha sonra bu resmi Ebubekir Sifil de hem facebook'tan hem de twitter'dan imalı/sataşmalı bir yorum ile paylaştı. Caner Taslaman, Sifil'in facebook'daki gönderisine şöyle bir cevap yazdı: "Ev benim, iftara bu tanıdıklarımı davet eden benim, orada çıkmamışlar da var... Sifil bey, sen bundan niye rahatsız oldun? Benim evime, ilahiyat camiasından, çok farklı düşündüğüm kişiler de dahil olmak üzere birçok kişi gelir. Bir gün seni de beklerim. Gel, derdin nedir anlat da anlayalım. Farklı düşünenler olarak birbirimizi boğazlamamızı mı istiyorsun? Derdin ne? Farklı fikirlerimizi herkes duyuyor, basiretiyle herkes kendi kararını verecektir, bu telaş ne?"

Facebook'daki bu yorum üzerine Sifil, Taslaman'a "Sen üstüne alınmışsın Toraman. Çapsızlarla oturup kalkma adetim yok. Gücün yetiyorsa F. Çetin'e bir cevap yaz önce" deyince Taslaman da Sifil'in tweetini alıntılayarak "benim gücüm sana fazlasıyla yeter Sefil bey. Kimsenin bilmediği çomarlarının arkasına sığınma. Beklerim" yazdı. Daha sonra Sifil, taslaman'a "En iyi bildiği konuda tartışmaya" çağırarak meydan okuyunca Taslaman da "İstediğin her konuda" diyerek teklifi kabul etti.

20 Temmuz Perşembe 21.00 de Habertürk TV'de Veyis Ateş'e konuk olup tartışacaklardır.

***

Gördüğünüz gibi tartışmayı başlatan Sifil oldu. Ayrıca yine gördüğünüz gibi Sifil'in yaklaşımı son derece sataşmacı ve seviyesiz. Umarım tartışma programında daha seviyeli bir dil kullanır.

Sifil bu tartaşmayı neden başlattı? Tabi ki şöhretini arttırmak için. Bu çok klasik bir yöntemdir. Ne kadar kişiyi tahrik edip duelloya ikna edebilirseniz şöhretiniz o kadar artar.

Kim kimi yener konusuna gelince. Tartışacakları şey, abdestin sünnetlerinin mezheplere göre sıralanışı olmayacağına tabi ki Taslaman götürür diye bekliyorum. Yine de bu işte keskin sınırlar yoktur. Çünkü birini yenmek ancak onu yenildiğine ikna etmekle mümkündür ki, böyle bir durumda bir yengi çıkmayacaktır. Karşı taraf ne kadar cahil olursa olsun laf kalabalığı yaptıkça siz kazanmış olmuyorsunuz.
Paylaş:

19 Haziran 2017 Pazartesi

Geçmişten günümüze bir gizli bilgi olarak BÜYÜ

Türkçe'de büyü kelimesinin aslı BÜĞÜ şeklindedir. Cumhuriyet Türkçe'sine kadar bu şekilde kullanılırdı. Etimolojik olarak BUĞU yani bildiğimiz camın yada gözün buğulanmasıdır. Büyü gözü buğulama yani gözün normal görüşünü bozma, başka bir şey gösterme demektir. Bir başka alternatif tahlil ise BAĞI'ndan gelişidir. Bu da "Gözü Bağlamak" anlamındaydı. Bir diğer eşanlamlısı olan SİHİR de hemen hemen aynı kökene sahiptir. Sihir kelimesi Arapça ve Aramca bir kökten gelir. Kuran'daki bir kullanımda sihirbazlar için "seharu ay'nunen nas" (insanların gözlerini sihirlediler) yani onlara olmayan bir şeyi gösterdiler yada varolan bir şeyi farklı gösterdiler.

Dolayısyla günümüzde yaygın olarak kullanılan İLLÜZYON doğru bir tanımdır.

Kavramsal olarak da büyü (yada sihir) ETKİ ETME SANATI şeklinde tanımlanır. Büyünün bir çok şekli, dalı, branşı vardır. Hepsindeki amaç etki etmekdir. Bunun bir kısmı basbayağı bilimdir, bir kısmı felsefedir bir kısmı da ayinler, törenler ve hurafelerdir. Nasıl ki bilimde sahtekarlık varsa, büyüde daha da fazla sahtekarlık mevcuttur. Ancak gerçek bir büyücü pratik bir insandır ve çağının tüm bilgi ve marifetlerini kullanır.

Etnoloji kitapları bize ilkel insanlarda inanç ve büyünün nasıl başlayıp geliştiğini gösteriyor. İlkel insanlar içinde bazıları doğayı ve diğer insanları kontrol altına almaya çalışmışlardır. bu kontrol çalışmaları primitif bir düzeyde de olsa bilime öncülük edecektir. Bronislaw Marinowski şöyle der: "Doğa olayları özenle gözlenmeden, bunların yasalarla işlediğine kesin bir inanç duyulmadan, ussal bir düşünme yeteneği olmadan, ne kadar ilkel olursa olsun hiçbir sanat ya da beceri bulunup gerçekleşemez; avda, balıkçılıkta, tarımda ya da yiyecek toplamada hiçbir planlı biçim uygulanamazdı." Demek ki ne kadar ilkel olursa olsun, büyücüler zaten evrenin yasalarını kullanmaya çalışıyorlardı.

Frizer Altındal adlı eserinde "ilk yöneticilerin ve sonradan kralların büyücüler olması şaşırtıcı olmamamalıdır" der. Fakat beni daha çok şaşırtan Freud'un Musa isimli kitabında ifşa ettiği bir sırdır. "Avrupada binyıllardır kendi arasında (ensest) evlilikler yaparak varlığını sürdürün gizli (heretik) aileler vardır, bunlar dünyanın gizli yöneticileridir" der. İllimunati deyince hep komplo teorileri gibi görünüyor oysa ki Freud gibi biri bile bunu teyit ediyor.

Günümüzde medya, iletişim araçları, siyasi partiler ve hatta eğitim ve sağlık kuruluşları yoluyla kitlelerin etki altına alınması, maniple edilmesi tam olarak büyünün konusudur. Finansın, bilimin, siyasetin, medyanın, çağdaş eğitimin, modern tıbbın, sanatın, sinemanın ve hatta din ve inançların gizli yöneticileri kimlerdir?

***

Daha kritik soru: Bilginin paylaşıldığı günümüzde "Gizli bilgi" diye bir şey var mıdır? Büyünün en temel kuralı hatta birinci kuralı bilginin gizliliğidir. The Prestige filminde görebilirsiniz. "Birinci kural sırrını kimseye açıklamamaktır. Bir şeyi nasıl yaptığını insanlardan sakla, onlara sadece sonuçlarını göster" der. Çok eski zamanlardan beri bu kural tıpta da geçerli idi. Ünlü Hipokrat yemininde doktorluk sanatının normal insanlara öğretilmemesi hususunda ant içtirilir. Bilgi gizli tutulacaktır. Günümüzde dahi modern tıp bir şekilde kendini kamufle etmekte ve tekelini, gizemini sürdürmektedir. Büyü de gizli bir bilgidir ve ifşası da yasaktır. Yaşadığımız ifşa çağına rağmen gerçek büyü, hurafecilerin kötü ünü ile kamufle edilmektedir.

Evet, çağımız bilginin ifşa edildiği bir çağdır. Şimdi sosyal medya ve bulut sistemler ile herkesin her tür bilgisini ifşa etmesi isteniyor ve teşvik ediliyor. Yaptığın tüm bağlantıların, tüm bilgilerin, tüm sırların ... Ama bu sistemlerin sahipleri kimler? Etki etme ve kontrol etme muazzam dereceye ulaşmıştır. İşte antik çağdan beri süregelen büyü budur.

***

Konuyu çok dağıttım, son bir örnek vermek istiyorum. Deniz S. Vincente'nin hazırladığı Babil Büyücüsü isimli bir kitap vardır. Kitap antik bir Babil büyücüsünün anılarını anlatıyor. Yazar kitabın kaynağını bilmediğini ve Latince'den çevirdiğini söylüyor. Son Babil devletinin MÖ 539 yılında yıkıldığını hatırlatmak isterim. Çok çok eskidir yani. Babil Büyücüsünün büyü adına ifşa ettiği şeyler antik zamanda büyünün gerçek bilgelik, bilim, sanat, ticaret, danışmanlık ve aklınıza gelen herşey olduğunu gösteriyor. Bir örnek vermek gerekirse Bir yerde şöyle diyor Babil Büyücüsü: "Büyü genellikle iki şeyden biridir. Ya hastalıkları iyileştiren bir terkiptir. Yahut ta kişinin dağılan dünyasını toparlayacak etkili bir sözdür." Günümüzde birincisine Farmakoloji ikincisine Psikoloji diyoruz. :D
Paylaş:

5 Nisan 2017 Çarşamba

Zalimlere meyletmek ne demektir?

Hud süresinde geçen zalimlere yaklaşmayın zalimlere meyletmeyin ayeti ne anlama gelmektedir? Ayet şöyledir:

وَلَا تَرْكَنُوا اِلَى الَّذٖينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ
(Hud 113)

Ayetin anlaşılmasındaki anahtar kelime “Terkenu” kelimesi genellikle meallerde “meyletmek, yönelmek, eğilim göstermek” olarak verilmiştir. Örnek olarak Elmalılı’nın meali şöyle: “Ve zulm edenlere meyl etmeyin ki size ateş dokunur, ve Allahdan başka velîleriniz de yoktur sonra kurtulamazsınız.” Diğer meallerden farklı olarak Edip Yüksel’in mealinde “sempati duymak, onları desteklemek” diye geçiyor. Süleyman Ateş de “dayanmak” demiştir.

Sözlüklerde رَكَنَ يَرْكَنُ رَكْنًا dayanmak itimat etmek. Bu fiil genellikle iki harfi cer ile birlikte kullanılmıştır. Rakene ila (ركن إلى) ve rakene ala (ركن على) diye iki meşhur kullanımı var. Genel olarak “rakene ila” yönelmek anlamına geldiği gibi “rakene ala” ise bir dayanmak, yaslanmak, itimat etmek gibi anlamlara gelir.

Bu ayette “Zalimlere meyletmeyin” ifadesi, kelimeleri motamot yerleştirince doğru bir çeviridir. Ancak “zalimlere meyletmemek” müphem, belirsiz bir anlatımdır. Zalimlere meyletmek ne demektir, insan ne yaparsa zalimlere meyletmiş olur ne yapmazsa meyletmemiş olur?

Bir de İsra süresine bakalım:

وَلَوْلَا اَنْ ثَبَّتْنَاكَ لَقَدْ كِدْتَ تَرْكَنُ اِلَيْهِمْ شَيْپًا قَلٖيلًا

İsra 74’te Peygamber’e (sa) hitaben “seni sağlamlaştırmasaydık neredeyse onlara çok az birşey meyledecektin” diyor.

Şimdi Hud süresindeki başka bir ayete bakalım, bu sefer fiil şeklinde değil doğrudan Rükn olarak kullanılmış:

قَالَ لَوْ اَنَّ لٖى بِكُمْ قُوَّةً اَوْ اٰوٖى اِلٰى رُكْنٍ شَدٖيدٍ

"(Lût da:) ‘Keşke size karşı (koyacak) bir gücüm olsaydı, ya da sağlam bir desteğe dayanabilseydim’ dedi.” (Hud süresi 80)

Burada yine Rükn kelimesinin meallerde destek anlamında kullandığını görüyoruz. Rükn kaide dayanak, masanın ayaklarından biri evin kolonlarından biri anlamına da gelir. Ancak اَوَى اِلَى رُكْنٍ “evâ ilâ ruknin” deyimini “bir kaideye, bir kaleye sığınmak” gibi anlamak daha doğru geliyor.

Son olarak Zariyat süresi 39. ayete bakacağız.

فَتَوَلّٰى بِرُكْنِهٖ وَقَالَ سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ

Bu ayet çok açık açıklayıcı... Ayetin meali şöyle verilebilir: “O ise yandaşlarıyla birlikte yüz çevirdi ve "Bu bir büyücü veya delidir" dedi.”

İbni Abbas’a göre rükn kelimesi, Kinâne lehçesinde “cemaat, topluluk, yandaşlar, destekçiler” anlamına gelir.

Bu durumda “zalimlere meyletmek” onların cemaati, topluluğu, savunucusu, yandaşı, destekçisi, partizanı olmak demektir.

Paylaş:

3 Nisan 2017 Pazartesi

Egonun katmanları

Yalnız değilsiniz. İşte egonun katmanları...

Fiziksel bedeni zaten biliyorsunuz. Eliniz ayağınız gözünüz.

Rüya bedeni rüyada büründüğünüz bedendir, temsili alemdedir.

Şahit ve saik Kaf süresinde geçer. Şahit'in melek (sağduyu, vicdan), Saik'in şeytan (nefsi emmare) olduğunu da düşünebilsiniz.

Kiramen katibin, şerefli yazıcılar. İnsanın amellerini kaydeder.

Hafaza melekleri, yada "Muakkibat" (lehu muakkibatun yahfizunehu min emrillahi) "Onu (insanı) Allahın (helak) emrinden koruyan takipçileri vardır."

Münker ve nekir de en nihayetinde yaptıklarını sorgulayacak olan meleklerdir.

Eterik beden'i sona koydum. Kaf süresinde şöyle geçer: "Ma yalfizu min kavlin illa ledeyhi rakibun atiyd" (Ağzından hiçbir lafız çıkmasın ki, sözüne amade bir izleyicisi olmasın) Sen emret ve o yerine getirsin! Bu belki, ruh, belki vechullah'tır. İlahi bir varlıktır ve varlığı size musahhar kılan da O'dur. Buna Hindular Atman, Lao Tzu ise Tao adını verir. Meksikalı büyücü Don Juan ise onu Nagual diye adlandırır.

Özetle, iki bedeniniz (avatar) var. Emrinize amade evreni size musahhar kılan ilahi bir varlık var. Bir şeytanımız ve yedi meleğimiz var.


Paylaş:

5 Mart 2017 Pazar

Cemre Düştü



Cemre Şubat’ın 20, 27 ve Mart’ın 6’sında havaya, suya ve toprağa düşüp bunları ısıttığı kabul edilen havaya dâir hâdise hakkında kullanılan bir tâbirdir. Halk dilinde, birinci cemre, ikinci cemre, üçüncü cemre ve “Cemre düştü” denilir. Eski takvimlerde “Cemre-i ûlâ be-heva”, “Cemre-i saniye be-âb”, “Cemre-i salise be-hâk” diye geçerdi.

Birinci cemre havaya (20 Şubat),
İkinci cemre suya (27 Şubat),
Üçüncü cemre de toprağa (6 Mart) düşer.
Böylece önce havanın, sonra suyun, sonrada toprağın ısındığı belirtilmiş olur.

Lügat sahibi Kazvinî cemreyi şöyle izah eder:

Vaktiyle göçebelik zamanlarında insanlar kış gelince hayvanlarıyla birlikte barınmak üzere üç daireli, kıldan çadır kurarlardı. Dairelerin birincisi ikincisini, ikincisi üçüncüsünü kuşatırdı. Birinci daireyi büyük, ikinci daireyi küçük hayvanlara, üçüncü daireyi de kendilerine tahsis ederler ve her bir daireyi birer ateşle ısıtırlardı.

Havanın ısınmaya başladığını hissettiklerinde, bu da takriben 20-21 Şubat’ına tekabül eder, birinci dairenin hayvanlarını sahraya çıkarırlar ve oradaki ateşi söndürürler. İkinci dairedekileri birinci daireye naklederler, ikinci daire çadırını kaldırırlardı. Bu günlerde “Cemre havaya düştü.” yani hava ısınmaya başladı, derlerdi.

Bir hafta sonra, 27 Şubatta ise ikinci dairedeki hayvanları çıkarırlar, ikinci ateşi söndürürlerdi ve “Suya cemre düştü” derlerdi. Bu da sular ısınmağa başladı demek olurdu.

Bir hafta sonra da, 6 Mart gibi, kendileri de çıkar ve çadırı söküp yaylaya göçerlerdi. Bu suretle ateşin üçüncüsünü de söndürmüş olurlardı. Buna da “Cemre toprağa düştü”, yani yer de ısınmağa başladı demek isterlerdi.
Paylaş:

23 Şubat 2017 Perşembe

Hz. İsa'nın Çarmıha Gerilmesi Meselesi

Hristiyan ve Yahudi kaynakların tümü çelişkilidir. Tevrat ve İncil de çelişkiler yumağından başka bir şey değildir. Bütün Apokrif belgeler de çelişkilidir. Orada çelişki ve ihtilafın sonu yoktur. Elbette içlerinde pek çok doğrular vardır, ama oradaki tüm doğrular parçalı doğrulardır. Bir bütün olarak hakikat, yalnızca Kuran'da vardır.

Zaten böyle de olması gerekiyor.  Yalnızca vahiy ihtilaftan uzaktır. İnsanoğlunun olduğu her yerde ihtilaf vardır. Mesela Hz. Peygamber (sa) vefat ettiğinde Hz. Ömer "O ölmemiştir, kim öldü derse onun boynunu vururum" diye söylemiştir. Şimdi önünde cesedi duran Peygamber ölmüş müdür ölmemiş midir? Bu kadar net bir konuda bile ihtilaf varken...

Halbuki İsa'nın olayı çok daha karışıktır. İsa'nın çarmıh meselesini düşünün. Havarilerin bir kısmı İsa'nın tutuklanarak darbedilerek, yargılanarak idam edildiğini ve çarmıha gerildiğini bizzat gördüler. Fakat bir iki gün sonra yeniden İsa ile karşılaştılar. Şimdi bu mesele sonraki kuşaklara nasıl aktarılacak? Görenler ne gördü ve neyi gördüğüne tanıklık edecek? Kimisi İsa'nın çarmıha gerildikten sonra yeniden dirildiğini kimileri son anda çarmıhtan kurtulduğunu söyleyecektir.

***

İsa'nın çarmıh seramonisi bana Matrix'teki Neo ile Ajan Smith'in ikinci kez karşılaşmasındaki konuşmayı anımsattı. Smith Neo'ya, şöyle diyor:

- "Seni öldürdüm Bay Anderson.
- Ölmeni izledim.
- Hatta keyif aldım diyebilirim.
- Ama sonra bir şey oldu.
- İmkansız olduğunu biliyordum,
- ama yine de oldu.
- Beni yok ettin Bay Anderson.
- Kuralları biliyordum.
- Ne yapmam gerektiğini biliyordum,
- ama yapmadım.
- Yapamadım."

İsa'nın durumu budur, onu yok ettiler, çarmıhta ölmesini izlediler, hatta bundan keyif bile aldılar ama sonra bir şey oldu. Ne olduğunu bilmedikleri imkansız bir şey, İsa tekrar geri geldi ve onları yoketti. Kuralları biliyorlarda ama kurallar O'na karşı işlemedi.

***

Kuran'ı Kerim İsa'nın onlar tarafından öldürülmediğini ve çarmıha da girmediğini söylüyor. Bir başkasını onunla karıştırdılar. İsanın yerine bir başkasını yargılayıp çarmıha gerdiler diyor ki, akla ve mantığa en uygun olan da budur.

Şimdi şöyle düşünün, Yahuda İsa'nın mağaraya yalnız girdiğini görüyor. Gidip Roma askerlerine haber veriyor. Gelip birlikte mağaraya giriyorlar, fakat mağarada İsayı bulamıyorlar ve o karanlık ve kargaşada onları mağaraya götüren Yahuda'yı bir an İsa sanıp tutukluyorlar. Zaten Yahuda da biçim ve giysi olarak İsa'ya benziyor. Askerler kendisinin İsa olmadığını söylemesine rağmen onu darbedip tutukluyorlar. Kendisine işkence yapıldığı için bir anda yüzü tanınmaz hale geliyor. Sonra onu yargılıyorlar. Yahuda ben İsa değilim demenin faydasızlığını ve kaçınılmaz yazgısını anladığından artık susuyor. Sonunda çarmıhta iken "Elohim Elohim, lama sabaktani?" (Ey Allahım beni neden terkettin?) diyerek umutsuzca inliyor ve vefat ediyor.

Paylaş:

17 Şubat 2017 Cuma

Kuran Yeterli mi?

Bu soru tam olarak bir fitnedir.

- "Kuran tek başına yeter" denilemez,
- "Kuran tek başına yetmez" de denilemez.

Eğer bu Kuran tek başına yeter diyorsanız o zaman İslam Tarihi'nin ürettiği tüm eserleri, tüm külliyatı ortaya döküp yakmanız gerekir. O zaman Kuran'dan başka bir kitap okumak abestir. Fahrenheit 451'e hoşgeldiniz. Öyle ya, eğer Kuran tek başına yetiyorsa o zaman diğer kaynaklara ne gerek var?

Eğer Kuran tek başına yetmez" derseniz de o zaman Kuran'ın dışında bir alan açmış olacak; Kuran dışı, onunla uyumlu olmayan şeyleri Kuran ile reddedemez bir hale gelmiş olacaksınız.

***

Her iki anlayışı da reddetmek durumundayız.

Kuşkusuz Kuran, müslüman hayatının merkezidir. Önce o vardır. Muhkem olan Kuran'dır. Kuran-ı Kerim, başka hiçbir kaynak ile mukayese edilemez. Ancak Kuran'da açıklamasını hükmünü bulamadığımız şeyler için diğer kaynaklara yönelmek gerekir. Doğru olan budur.

***

Günümüzde "Sadece Kuran yeter" diyenlerin derdi, dini ıslah çabasından haraketle öze döndürmek değildir. Çünkü ıslah çabası islami düzeni ıslah etmek içindir. Dini düzeni diskalifiye etmek için değildir. Eğer "Kuran-ı merkeze almak" dinin hükümlerini tashih etmek olsaydı bu doğru olurdu. Ancak günümüzde "Kuranı merkeze alanlar" içinde dinin tashihi ile ilgilenen bir kesimi hiç göremedim malesef.

Sadece Kuran diyenler, Kuran'ın hükümlerine ne kadar inanıyorlar?
Kuran'ın açıkça vazettiği ve modern hayata uygun olmayan hükümleri ne kadar kabul ediyorlar?

  • Kuran çok eşliliği kabul eder.
  • Kuran erkeğin kadına üstünlüğünü kabul eder.
  • Kuran mirasta bir erkeğe iki kadın payı verilmesini kabul eder.
  • Kuran bir bir erkeğin şahitliğini iki kadının şahitliği ile eşit tutar.
  • Kuran bazı durumlarda kadınların dövülebileceğini onaylar.
  • Kuran kısas'ı (öldürmeye karşı öldürme) emreder.
  • Kuran kafirlerle savaşmayı, onları katletmeyi emreder.
  • Kuran cihadı, Allah yolunda savaşmayı namazdan daha çok emreder.
  • Kuran müslümanı ehli kitaptan üstün görür ve cizye verinceye kadar onlarla savaşmayı emreder.
  • Kuran haram aylarda savaşmayı büyük günahlardan sayar. (Haram ayların ne olduğunu bilen var mı?)
  • Kuran tüm devlet yasalarının kendisiyle yapılmasını emreder ve buna uymayanların kafir, zalim ve fasık olduğunu söyler.
  • ...

Liste uzayıp gider. Buraya "Sadece Kuran" diyenlerin asla onaylayamayacağı yüzlerce "Kuran hükmünü" ekleyebiliriz. Ama anlayana kâfidir.

Sadece Kurancılar'ın amacı dindarlaşmanın kalitesini arttırmak değil, dindarlaşmayı yok etmektir. Önce Kuran dışındaki bütün kaynakları diskalifiye edecekler, sonra da geri kalan alanlara kendi görüşlerini yorumlarını "Kuran" diye yutturacaklar. Mesele budur.

Bu yüzden "Sadece Kuran" değil, "Önce Kuran" demek gerekir.

***

Diğer taraftan "Kuran yetmez" demek de gelenekçilerin, asırlardır süregelen hurafelerine sıkı sıkı yapışmak için kullandıkları bir yöntemdir.

Bir keresinde Ebubekir Sifil şöyle bir ifade kullanmıştı. "Eğer size 500 ayet de getirseler inanmayın! Buhari çökerse din de çöker."

Yani Buhari Kuran'ın alternatifi, muadili midir? Buhari çökerse Müslim var, Müslim çökerse de Tirmizi var. Bu nasıl bir mantıktır? O zaman Buhari'den önce din yok muydu?

Bu tam olarak Adiyy bin Hatem hadisini hatırlatıyor. Malum olduğu gibi Adiyy bin Hatem Hristiyan idi. Hz. Peygamber (sa)'i görmeye geldi. Boynunda bir haç vardı. Hz. Muhammed onu görünce;

- "Onlar rahiplerini ve hahamlarını ve Meryemin oğlu İsa'yı Allah'tan başka rabler edindiler." ayetini okudu.

Adiyy dedi ki, "Ne alaka biz onlara tapmayız ki"

Peygamber efendimiz cevaben buyurdular ki; "Onlar bir hüküm verdiklerinde onların hükümlerini Allah'ın hükümlerine tercih ediyorlardı."

Sen de şimdi Allah'ın 500 ayetini görmezden gelip Buhariye yapışırsan Hristiyan ve Yahudilerin yaptığı gibi Allah'tan başkasına nasıl tapmış olduğunu görmüş olursun.

***

Bu yüzten şunu diyoruz: "Kuran nesli" olduklarını iddia eden "Kuran Tüccarları"na dikkat ediniz!


Paylaş:

16 Şubat 2017 Perşembe

Korku Kapanı nedir?

Korku kapanı nedir?


Şöyle söyleyeyim önce:

Bir varlık çağırdığınız zaman bu çok dostça bir işlem sayılmaz. Siz bir varlığı niye çağırıyorsunuz, onu kendinize hizmetçi yapmak için. İşte varlık da onun için gelir. Sizi kendisine hizmetçi yapmak için. :D

Yani bu şu demektir. Siz onu hizmetçi yapacak güce sahip değilseniz ve o sizden daha güçlü ise o zaman gerçek anlamda bir musallat yaşarsınız.

Bir varlık ile karşılaştığınız zaman iki şeyden biri olur. Ya siz onu teslim alırsınız yada o sizi teslim alır. Tabi korumalarınız varsa size dokunamazsa bile sizi tehdit edebilir, peşinize düşebilir.

Burada varlık ile davet ve karşılaşmada ikili bir mekanizma ve paradoks var.

1) Eğer çok korkmazsanız varlık gelmez. Çünkü siz ondan korkmazsanız o sizden korkacak ve kendini tehlikeye atmayacak. Gelse bile size görünmeyecek. Asla görünmeyecek.

2) Eğer çok korkarsanız gelir. Çünkü o sizin korkunuzdan beslenir, sizin korkunuz onun için en büyük davettir. O korkunuzun kokusunu alır. Fakat çok korkarsanız ve kendinizi kontrol edemezseniz bu sefer size ciddi olarak zarar verebilir.

Peki Korku Kapanı nedir?

Bildiğiniz kapan. Aynen fareye kapan hazırlamak gibidir. Onun içine peynir koymak gibi. Ancak burada fare cin, peynir ise sizsiniz. :D :D :D

Yani siz yemsiniz. Elbette bu çok tehlikeli ve asla tavsiye edilmez. Bu yüzden tüm bu işlemlerin sizin bir hocanız üstadınız tarafından yapılması gerekir. Hoca sizi yem yapacak ve gelen fareyi kapanda sizin hesabınıza yakalayacak.

Kim Korkar Hain Cin'den?

Peki hepimiz yetişkin cesur insanlarız, ve korkmuyoruz. Nasıl olacak? Korkunun bilinçli olarak yükseltilmesi gerekiyor. Eski şamanistler korkularını kontrol edebilen teknikler geliştiriyorlardı.

Benim size tavsiyem şu: Bedeninizin bir süre zayıflaması ve sosyal bağlarınızın gevşemesi gerekiyor. Bir süre riyazat yapın, inziva ve halvete girin. Sıkı sert bir oruç tutun. Yağlı tuzlu, hayvansal şeyler yemeyin. Sonra mütevahhiş korkunç bir yerde geceleyin. Ve orada tütsülerinizi yakın, dualarınızı yapın ve çağırın.

Bak nasıl geliyor!!!

Paylaş:

2 Şubat 2017 Perşembe

İntihar Etmeden Önce Okunması Gereken Yazı


Bir dostum birgün intihar etmeyi düşündüğünü söyledi. Ona “et” yada “etme” demedim. Ancak bilmesi gereken başka bir gerçekliği anlattım.
İnsanın bu dünyada çekeceği çile/azap/acı miktarı yazgısında belirlenmiştir. Bu bir borç yüküdür ve bu hayatta öyle veya böyle bu borcu ödemeden ölmek imkansızdır. Bazıları bu dünyada çekmeleri gerekenden daha fazla acı çekerler. Bunun sebebi borcumuzu düzgün bir şekilde ödemeyip (benzetmede hata olmasın) faiz ve temerrüde düşen kişinin durumundaki gibi katlanmış olarak ödenmesidir. Bu yüzden bazıları çekmesi gerekenden daha fazla acı çekerler.
İntihar eden kişi yaşamın çile borcunu ödememek için kendi canına kıyar. Ancak kendi ipini çektiği, tetiğe bastığı anda geriye kalan tüm çile/acı borcu tüm faiz ve temerrüdü ile kendisine saniyeler dakikalar içinde ödetilir. O an yaşadığı acı miktarı o kadar yüksektir ki ruhu/canı daha fazla dayanamayarak bedenini terkeder.
İnsan ruhu yada daha doğru bir ifade ile insanın canı kendi bedenine merkezlenmiş durumdadır. O bedenimizin her zerresine sirayet etmiştir. Böylece bedenimizin her zerresinde bir hayat izi vardır. Kemiklerden, etten, damarlardan, liflerden, sinir uçlarından ve bedenin tüm dokularından, kanın tüm hücrelerinden hayata bağlıdır. Tüm bu bağların, bedenin her zerresinden çekilip koparılabilmesi için çok yüksek miktarda bir şiddete, acıya maruz kalır ve böylece insanın canı daha fazla dayanamayarak bedenini terkeder.
İnsan ölmeden önce gerçek dünyanın bilincinden kopar ve “sekerat” adını verdiğimiz “ölüm sarhoşluğu” da denilen bir boyuta girer. Bu ölüm sarhoşluğu boyutunda iken saniyeler ve dakikalar içinde kendisine tüm hayatının özeti sunulur. Orada zaman boyutu farklıdır. Elbetteki çekmesi gereken bir çile borcu kalmış ise burada kendisine çektirilir. Birkaç saniye/dakika süresi içinde yüzlerce yıl sürecek bir azabı/işkenceyi tadabilir.
Bu konuyla ilgili size iki film önermek istiyorum:
1) Dehşetin Nefesi - Jacob's Ladder (1990). Vietnam savaşında vurulan bir askerin ölmekte iken sekerat (ölüm sarhoşluğu) boyutunda çektiği acılar ve yaşadığı kabuslar.
2) Ölüm Katılığı - Rigor Mortis (2013). İntihar eden bir yazarın inhar ettiği anda yine sekerat boyutunda çektiği acılar ve yaşadığı sonu gelmez kabuslar. Rigor Mortis kavramı da ilginçtir. Beden ölümünden sonra bir kaç saat süren bir katılaşma sürecine girer. 12-36 saat arası sürebilen bu katılaşmadan sonra beden gevşemeye başlar. Aslında bu durum yeni kesilen hayvanların etlerinde de görülmektedir. Bunu canın ve vücudun bir reaksiyonu, ölüm sonrası bile süregiden bir acı şeklinde düşünebiliriz.
Sadece hayat içinde çile borcunu ödeyenler, acısız bir ölüm ile yaşamdan ayrılabilirler. Bu ancak “tatmin olmuş nefis”tir. Bir ayette ölüm anındaki bazı canlara şöyle seslenilmiştir: “Ey tatmin olmuş nefis. Razı olmuş ve razı olunmuş olarak Rabbine geri dön”. İnançlı bir nefis, hayat içinde çekmesi gereken çileyi tıpkı yemekte olduğu gibi yaşamın bir sosu yapar ve ondan rahatsız olmaz. Sabrın meyvesi ağızda acı olsa bile ruhlarda tatlıdır.
Hayatın amacı nedir
Neden yaşarız ve neden yaşamaya devam etmeliyiz?
Hayatın en birincil amacı nedir?
Bu soruya farklı inançlardan ve farklı kesimlerden farklı cevapler gelebilir. Ancak tüm kesişen en birincil cevap yaşamın kendisinin bir hedef olduğudur:
Yaşamın biricik hedefi yaşamı sürdürmektir.
Doğaya bakın, bütün canlılarda bunu görürsünüz. Her canlının yegane çabası kendi varlığını sürdürmektir. Bunun için yani hayatta kalabilmek için gerekirse başka bir canlıyı öldürüp yer. Aslan bir geyiği yemeğe çalışır, bir geyikse aslandan kaçmaya. Ama ikisinin de ortak amacı hayatta kalmaktır.
İnsanoğlu için de böyledir. Bütün çalışmalarımız hayatımızın devam etmesi içindir. Bunu zürriyetimiz yoluyla yaparız. Bir baba bir anne çocuklarını büyüttüğünde, torunlarının büyümekte olduğunu izlediğinde rahata erer. Hayatının devamını sağlayacak olanlara hayat vermiştir.
Aynı şey dava için de geçerlidir. Bir dava adamı kendi davasını yaşatacak olan fikirleri ve o davayı yaşayacak olan nesli büyütmek onlara hayat vermek için çalışır. Bir asker kendi vatanına hayat vermek için savaşır. Ve bir askerin en büyük başarısı da hayatta kalmak yoluyla savaşı kazanmaktır. Devletlerin amacı da budur. Kendi varlığını sürdürmektir.
İnsanlar neden intihar eder
Bunu bir nedene indirgeyebilmek zor. Herkesin kendi nedenleri vardır. Ancak özüne baktığımızda bütün bu nedenler arasında bir ilişki ve birliktelik kurabiliriz. Bilinen birkaç neden üzerinde durmak istiyorum.
Egonun zedelenmesi ve ego katmanları arasındaki çatışma
Öncelikli olarak egonun zedelenmesi konusuna bakmak istiyorum. İnsanın benliğinin katmanları vardır. Freud insanın ruhsallığını yani benliğini üç katman olarak tarif eder: İd, ego ve süper ego.
İd hayvani benlik, alt benlik yada bilinç altıdır. Ego çoğunlukla toplum tarafından yaratılmış olan sosyal bir konuma tekabül eden görünen benliğimizdir. Tüm dünya ile ego vasıtası ile iletişim kurarız. Bir de Süper Ego vardır. Üst benlik yada ideal benlik.
Bu durum İslam’da da bir kişinin sağında ve solunda melek ile şeytanın bulunması ile aynıdır. Id, altbenlik şeytanı başka bir deyişle nefsi emmare’yi temsil ederken süper ego da meleği diğer bir deyişle sağduyu’yu temsil eder.
İntihara meyleden kişinin egosu yani sosyal benliği zedelenir. Ego bir kabuktur ve kolaylıkla zedelenebilir. Kişinin benliği zedelenince alt benliğin (şeytan, nefsi emmare) saldırısına maruz kalır. Böylece kişide cinnet hali ve psikolojik yıkım meydana gelebilir.
Burada size bir güzel bir film daha tavsiye etmek istiyorum:
Günbatımı Sınırı - The Sunset Limited (2011). Film bir odada geçer. İntihar etmeye çalışan ateist bir profesör (Tommy Lee Jones) ile ona engel olmaya çalışan eski mahkum bir dindar (Samuel L. Jackson) arasındaki tartışmayı konu edinir. Profesör insanların ne kadar kokuşmuş olduklarını ne kadar değersiz olduklarını böylece yaşamaya dair bir arzusunun kalmadığını filan anlatır. Dindar olanı profesör’e diyor ki, “Tren istasyonunda seni gördüm, trenin altına atlamaya çalışırken gördüm. Sanki birinin seri sürükleyip götürdüğünü gördüm.”
Eski mahkum dindarın betimlediğine göre, profesör kendini trenin altına atmaya çalışırken aslında benliklerinin katmanları arasında bir çatışma yaşıyordu. Alt benliği; sosyal benlik ile üst benliğinin direnmesine rağmen onu çekip sürüklüyordu. Doğrusu görülesi bir sahnedir. Ancak intiharcının alt benliğinin başkalarını ve yaşamı suçlaması o kadar güçlü ki, bu sahnenin görülmesine imkan bırakmıyor.
Başarısızlık hissi
Kişi saldırgan bir ruh haline sahip değilse başarısızlık hissinin doğal sonucu olarak umutsuzluk ve kendine acıma duygusu ortaya çıkar. Bir parça saldırgan ise kendini hor görmeye başlar. Eğer saldırganlığı daha fazla ise bu sefer hemen herşeyde başkalarını suçlayacaktır. İntihar eğiliminde başarısızlık hissi bir faktördür. Tam sebep değildir. Bu durum kısır döngüye ve depresyona dönüştüğünde intihar düşüncesini meydana getirebilir yada varolan böyle bir duyguyu güçlendirebilir.
Başarı, bazılarına kolay yoldan gelir. Bazılarına uzun ve dolambaçlı bir yoldan. Ancak dileyen herkese de muhakkak gelir. Başaramamak yeterince gayret etmemenin sonucudur. Başaramadın çünkü yeterince denemedin. Sen yeterince olduğunu düşünebilirsin. Ama gerçek öyle değil. Sen bazı kapıları çaldın ve sana açılmadı, halbuki bütün kapıları çalmadın.
Tanrı herkesin içinde bir tanrısallık yaratmıştır. Tanrının ruhu herkesin içinde yaşar. Aynı zamanda kuruntucu şeytan da oradadır. Kuruntularının içinde öylesine takılıp kalmışsın ki, tanrının ruhuna kulak vereceğine içindeki vesveseci şeytana kulak kesiliyorsun.
Önündeki yol kapalı ise o zaman başka bir yol denersin.
Ben küçükken evimizde balkonun altında bir bodrum kazmıştık. Babam bu tür kazıcılık konusunda usta idi. Ama kendi bodrumumuzu biz çocuklar kazdık. Ben tahminen ortaokuldaydım ağabeyim de lisede idi. Toprak tabakasını attıktan sonra bir taş/kaya tabakası çıkıyor. Taş tabakasını da özel bir taş kazması ile kazıyorduk. Bir zaman sonra kayanın içinde büyükçe bir granit parçası çıktı. Onu kazmanın imkanı yoktu. Al sana engel... Babam dedi ki onu kazamazsınız. Onun yanlarını altını ve üstünü kazarak etrafını dolanın. Biz de böyle yaptık, etrafını kazdıkça çok büyük bir kaya kütlesi çıktı. Kayanın içinde başka bir kaya... Kaya kütlesi boşta kalınca kendi ağırlığının da yardımı ile balyozla kırılması mümkün hale geldi. Profesyonel yaşamda da başarının böyle olduğunu düşünüyorum. Önümüze aşılamazmış gibi engeller çıkar. Bizim yapmamız gereken sorunun yumuşak taraflarını takip ederek etrafını dolanmaktır.
Eğer sürekli başarısız oluyor ve bu durum tekrar ediyorsa çevrenizdeki insanlara kulak vermeniz gerekir. Bazen insanların bizi yargıladıklarını anlamadıklarını düşünürüz. Ya durum tersi ise? Çoğu kez çevremizdeki insanların yargıları ve öğütleri hastalıklıdır. Ama bazen çözüm de oradadır. İnsanlar size akıl verdiklerinde yada yargıladıklarında onlara şunu sorun: “Sizce ben nerede hata yaptım ve bunu nasıl düzeltebilirim?” Cevaplarını onlarla tartışmadan dinleyin. Sonra verdikleri cevap hakkında düşünün. Bazen çözüm en yakın yerdedir. Evin her tarafında didik didik aradığımız anahtarın aslında cebimizde olması gibi...
Borç yada iflas yüzünden intihar edenler de vardı. Ancak bu aşırı bir tepkidir. Kendini öldürmek borcu yok etmiyor. O borç mirasçılarına kalıyor. Kişi depresyon haline girerse borcunu ödemeyi erteleyebilir.
Bir Yahudi fıkrası vardır:
Mişon’un Salamon’a borcu vardır, müddeti gelmiştir, ancak ödeyebilecek parası yoktur. Mişon çok sıkıntılıdır. Karısı “ne oldu neden bu kadar strestesin” diye sorar. Mişon durumu anlatır. Karısı pencerenin önünden geçmekte olan Salamon’u görünce pencereyi açar ve şöyle der:
- “Hey Salamon, haberin olsun Mişon’un parası yok ve şimdilik sana borcunu veremeyecek, üzgünüz.” pencereyi kapatır ve sonra kocası Mişon’a şöyle der.
- Bırak artık o düşünsün! :)
Böyle bir konudan muzdarip olanlara, kendilerine ilham verecek bir kitap önerisinde bulunacağım: George S. Clason - Babil’in En Zengin Adamı. Çok pratik bir kitaptır ve muhakkak okumanızı tavsiye ediyorum.
Yalnızlık duygusu
Bir iki sene önce sosyal medyayı sallayan bir intihar vakası vardı. Genç bir adam, bir reklamcı; bir videoya son bir intihar konuşmasını yapıp sosyal medyada yüklemiş ve ardından kendini asarak intihar etmişti. Şen şakrak partilerin adamı biriydi. Sevgilisi onu terk etmişti. O da derin bir yalnızlık duygusuna kapılıp intihar etmişti.
Yalnızlık korkusu kişinin sosyal bir benlik olmaktan öteye gidememesinden kaynaklanıyor. Sosyal benlik sürekli maskelerin ardında yaşar. Toplumun içinde, insanların arasında espirili, yakışıklı, bilgili, zengin, makamlı, mevkili ve daha nice nice maskeler... Bunlar hep birer görüntü, birer roldür. Ama yalnızken bunların hiçbiri işe yaramıyor. Yalnızlık kişinin kendi kendisi ile birlikte kalmasıdır. Kendine rol yapamazsın. Depresyona sebep olan şey de tatmini mümkün olmayan bu sonsuz rol yapma arzusudur. Kişi bu arzuyu abartır ve yalnız kaldığında da depresyona girer.
Karanlık bir odada yalnız otur ve kendinle yalnız kal. Meditasyon yap. İbadet de kişinin yalnız olmadığı ve kendisini yaratanıyla birlikte olduğunu algılamaya çalışmasıdır.
Aşırı yargılama
İntiharcılar genellikle kendilerini değil, başkalarını yargılarlar. Anne babasını, çocuklarını, eşlerini, toplumu ve başkalarını... Sürekli yargılarlar. Keza intihar bombacıları da toplumu aşırı yargılayan kimseler arasından seçilir. Onlara göre toplum kokuşmuş. Bu doğru olabilir, ama bu durumda senin kokun da lavanta değil. Başkalarını yargılamayı tanrıya bırakalım. Biz tanrının bize emanet ettiği kendi yaşamımızı güzelleştirmeye bakalım. Tanrı gibi; insanları, başkalarını yargılayıp sonra da kendini öldürmek, şeytanın insana yapabileceği en büyük kötülüktür.
İntikam duygusu
Bir kitapta okumuştum. Genç bir kız, babasının sevdiğiyle evlenmesine izin vermediği için “Ona göstereceğim” diyerek intihar eder. Babaya vurulmuş ağır bir darbe olduğu kesin. Baba bu olayı unutmak için her sabah göle doğru koşuyordu. Ve sonunda unuttu da... Yani aslında kendini öldürerek kimseden intikam alabilmek mümkün değildir. Eğer gerçekten intikam almak istiyorsan inatla yaşamalısın. Birgün yaşam sana intikam alabilecek gücü ve şansı verecektir.


Neden İntihar Etmemeliyiz?
Hayatın, bozuk bir teyp kasedinin takılması gibi takılmış. Bu durumda yapman gereken teybi kırmak değil, kasedi az bir şey ileriye sarmaktır.
Neden intihar etmemeliyiz?
Çünkü hayat şimdiye kadar bize kötü yanlarını gösterdi. Demek ki henüz iyi yanlarına sıra gelmemişti. Şöyle düşünün bize bir sandık verildi. İçinde boş ve dolu zarflar var. Dolu olanları çekmek istiyoruz ama her seferinde elimize boş olan gelmiş. Biz de “hep boş geliyor” diyerek umutsuzluğa kapılıyoruz ve tüm sandığı çöpe atıyoruz. Halbuki çektiğimiz her boş zarf aslında sonraki çekimde dolu çekme olasılığını arttırıyor. Yani aslında her boş çekme dolu çekmeye bizi yaklaştırıyor. Ayrıca tüm zarfları açmadan buna nasıl karar verebilirsin ki?
Bu dünya hayatı kimseye cennet değil. Çok zengin ve mutlu olanlara bile değil. Hayatında sıkıntıya girmeyen bir tek insan yoktur. Dünya hayatı herkesi sıkar ve bunaltır. Kimini hastalıkla kimini ilişkilerle, kimini maddiyatla kimini başka bir şeyle...
Senin yaşadığın sıkıntıların benzerini bir çok insan yaşıyor. Ama sen fazladan takıntı yapıyorsun. İnsanlar bununla kolayca başa çıkabilirken sen başa çıkamayacağını düşünüp kolayca vazgeçiyorsun.
Ölüm gibi hastalık ve musibetler de eşitleyicidir. Hayat oldukça adildir aslında. Orada bir yerde senin de bu dünyadan bir payın var. Ama gidip o payını arayacağına kendini bir kısır döngüye soktun.
İnsanın yazgısı bilinemez. Bir kıssa’ya göre birgün dört büyük melekten ikisi Azrail (as) ile Mikail (as) buluşmuşlar. Mikail Azrail’e sormuş.
- Herkesin canını alıyorsun, peki bunun sana zor geldiği unutulmaz bir anın oldu mu?
Azrail demiş;
- Evet, bir seferinde bir dağ başında iki bebeği olan bir annenin canını aldım. İki bebek annelerinin başında vahşi dağlar arasında kaldılar. O iki bebek için çok üzüldüm.
Mikail;
- Biliyor musun o iki çocuk biri doğudaki öteki de batıdaki bir krallığın kralı oldular.
Kaderin bizler için ne sakladığını ancak Allah bilir. Belki yapmamız gereken tek şey yolumuzu, meşgalemizi değiştirmektir. Hırs yapmadan ama kesinlikle de vazgeçmeden başka bir şey denemeliyiz.
Rabbim tüm sıkıntılarınızı çözsün.
Paylaş:

Blog Arşivi

İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *