
Bir dostum birgün intihar etmeyi düşündüğünü söyledi. Ona “et” yada “etme” demedim. Ancak bilmesi gereken başka bir gerçekliği anlattım.
İnsanın bu
dünyada çekeceği çile/azap/acı miktarı yazgısında
belirlenmiştir. Bu bir borç yüküdür ve bu hayatta öyle veya
böyle bu borcu ödemeden ölmek imkansızdır. Bazıları bu dünyada
çekmeleri gerekenden daha fazla acı çekerler. Bunun sebebi
borcumuzu düzgün bir şekilde ödemeyip (benzetmede hata olmasın)
faiz ve temerrüde düşen kişinin durumundaki gibi katlanmış
olarak ödenmesidir. Bu yüzden bazıları çekmesi gerekenden daha
fazla acı çekerler.
İntihar eden kişi
yaşamın çile borcunu ödememek için kendi canına kıyar. Ancak
kendi ipini çektiği, tetiğe bastığı anda geriye kalan tüm
çile/acı borcu tüm faiz ve temerrüdü ile kendisine saniyeler
dakikalar içinde ödetilir. O an yaşadığı acı miktarı o kadar
yüksektir ki ruhu/canı daha fazla dayanamayarak bedenini terkeder.
İnsan ruhu yada
daha doğru bir ifade ile insanın canı kendi bedenine merkezlenmiş
durumdadır. O bedenimizin her zerresine sirayet etmiştir. Böylece
bedenimizin her zerresinde bir hayat izi vardır. Kemiklerden, etten,
damarlardan, liflerden, sinir uçlarından ve bedenin tüm
dokularından, kanın tüm hücrelerinden hayata bağlıdır. Tüm bu
bağların, bedenin her zerresinden çekilip koparılabilmesi için
çok yüksek miktarda bir şiddete, acıya maruz kalır ve böylece
insanın canı daha fazla dayanamayarak bedenini terkeder.
İnsan ölmeden
önce gerçek dünyanın bilincinden kopar ve “sekerat” adını
verdiğimiz “ölüm sarhoşluğu” da denilen bir boyuta girer. Bu
ölüm sarhoşluğu boyutunda iken saniyeler ve dakikalar içinde
kendisine tüm hayatının özeti sunulur. Orada zaman boyutu
farklıdır. Elbetteki çekmesi gereken bir çile borcu kalmış ise
burada kendisine çektirilir. Birkaç saniye/dakika süresi içinde
yüzlerce yıl sürecek bir azabı/işkenceyi tadabilir.
Bu konuyla ilgili
size iki film önermek istiyorum:
1) Dehşetin
Nefesi - Jacob's Ladder (1990). Vietnam savaşında vurulan bir
askerin ölmekte iken sekerat (ölüm sarhoşluğu) boyutunda çektiği
acılar ve yaşadığı kabuslar.
2) Ölüm Katılığı
- Rigor Mortis (2013). İntihar eden bir yazarın inhar ettiği anda
yine sekerat boyutunda çektiği acılar ve yaşadığı sonu gelmez
kabuslar. Rigor Mortis kavramı da ilginçtir. Beden ölümünden
sonra bir kaç saat süren bir katılaşma sürecine girer. 12-36
saat arası sürebilen bu katılaşmadan sonra beden gevşemeye
başlar. Aslında bu durum yeni kesilen hayvanların etlerinde de
görülmektedir. Bunu canın ve vücudun bir reaksiyonu, ölüm
sonrası bile süregiden bir acı şeklinde düşünebiliriz.
Sadece hayat
içinde çile borcunu ödeyenler, acısız bir ölüm ile yaşamdan
ayrılabilirler. Bu ancak “tatmin olmuş nefis”tir. Bir ayette
ölüm anındaki bazı canlara şöyle seslenilmiştir: “Ey tatmin
olmuş nefis. Razı olmuş ve razı olunmuş olarak Rabbine geri
dön”. İnançlı bir nefis, hayat içinde çekmesi gereken çileyi
tıpkı yemekte olduğu gibi yaşamın bir sosu yapar ve ondan
rahatsız olmaz. Sabrın meyvesi ağızda acı olsa bile ruhlarda
tatlıdır.
Hayatın amacı
nedir
Neden yaşarız ve
neden yaşamaya devam etmeliyiz?
Hayatın en
birincil amacı nedir?
Bu soruya farklı
inançlardan ve farklı kesimlerden farklı cevapler gelebilir. Ancak
tüm kesişen en birincil cevap yaşamın kendisinin bir hedef
olduğudur:
Yaşamın biricik
hedefi yaşamı sürdürmektir.
Doğaya bakın,
bütün canlılarda bunu görürsünüz. Her canlının yegane çabası
kendi varlığını sürdürmektir. Bunun için yani hayatta
kalabilmek için gerekirse başka bir canlıyı öldürüp yer. Aslan
bir geyiği yemeğe çalışır, bir geyikse aslandan kaçmaya. Ama
ikisinin de ortak amacı hayatta kalmaktır.
İnsanoğlu için
de böyledir. Bütün çalışmalarımız hayatımızın devam etmesi
içindir. Bunu zürriyetimiz yoluyla yaparız. Bir baba bir anne
çocuklarını büyüttüğünde, torunlarının büyümekte olduğunu
izlediğinde rahata erer. Hayatının devamını sağlayacak olanlara
hayat vermiştir.
Aynı şey dava
için de geçerlidir. Bir dava adamı kendi davasını yaşatacak
olan fikirleri ve o davayı yaşayacak olan nesli büyütmek onlara
hayat vermek için çalışır. Bir asker kendi vatanına hayat
vermek için savaşır. Ve bir askerin en büyük başarısı da
hayatta kalmak yoluyla savaşı kazanmaktır. Devletlerin amacı da
budur. Kendi varlığını sürdürmektir.
İnsanlar neden
intihar eder
Bunu bir nedene
indirgeyebilmek zor. Herkesin kendi nedenleri vardır. Ancak özüne
baktığımızda bütün bu nedenler arasında bir ilişki ve
birliktelik kurabiliriz. Bilinen birkaç neden üzerinde durmak
istiyorum.
Egonun
zedelenmesi ve ego katmanları arasındaki çatışma
Öncelikli olarak
egonun zedelenmesi konusuna bakmak istiyorum. İnsanın benliğinin
katmanları vardır. Freud insanın ruhsallığını yani benliğini
üç katman olarak tarif eder: İd, ego ve süper ego.
İd hayvani
benlik, alt benlik yada bilinç altıdır. Ego çoğunlukla toplum
tarafından yaratılmış olan sosyal bir konuma tekabül eden
görünen benliğimizdir. Tüm dünya ile ego vasıtası ile iletişim
kurarız. Bir de Süper Ego vardır. Üst benlik yada ideal benlik.
Bu durum İslam’da
da bir kişinin sağında ve solunda melek ile şeytanın bulunması
ile aynıdır. Id, altbenlik şeytanı başka bir deyişle nefsi
emmare’yi temsil ederken süper ego da meleği diğer bir deyişle
sağduyu’yu temsil eder.
İntihara meyleden
kişinin egosu yani sosyal benliği zedelenir. Ego bir kabuktur ve
kolaylıkla zedelenebilir. Kişinin benliği zedelenince alt benliğin
(şeytan, nefsi emmare) saldırısına maruz kalır. Böylece kişide
cinnet hali ve psikolojik yıkım meydana gelebilir.
Burada size bir
güzel bir film daha tavsiye etmek istiyorum:
Günbatımı
Sınırı - The Sunset Limited (2011). Film bir odada geçer. İntihar
etmeye çalışan ateist bir profesör (Tommy Lee Jones) ile ona
engel olmaya çalışan eski mahkum bir dindar (Samuel L. Jackson)
arasındaki tartışmayı konu edinir. Profesör insanların ne kadar
kokuşmuş olduklarını ne kadar değersiz olduklarını böylece
yaşamaya dair bir arzusunun kalmadığını filan anlatır. Dindar
olanı profesör’e diyor ki, “Tren istasyonunda seni gördüm,
trenin altına atlamaya çalışırken gördüm. Sanki birinin seri
sürükleyip götürdüğünü gördüm.”
Eski mahkum
dindarın betimlediğine göre, profesör kendini trenin altına
atmaya çalışırken aslında benliklerinin katmanları arasında
bir çatışma yaşıyordu. Alt benliği; sosyal benlik ile üst
benliğinin direnmesine rağmen onu çekip sürüklüyordu. Doğrusu
görülesi bir sahnedir. Ancak intiharcının alt benliğinin
başkalarını ve yaşamı suçlaması o kadar güçlü ki, bu
sahnenin görülmesine imkan bırakmıyor.
Başarısızlık
hissi
Kişi saldırgan
bir ruh haline sahip değilse başarısızlık hissinin doğal sonucu
olarak umutsuzluk ve kendine acıma duygusu ortaya çıkar. Bir parça
saldırgan ise kendini hor görmeye başlar. Eğer saldırganlığı
daha fazla ise bu sefer hemen herşeyde başkalarını suçlayacaktır.
İntihar eğiliminde başarısızlık hissi bir faktördür. Tam
sebep değildir. Bu durum kısır döngüye ve depresyona
dönüştüğünde intihar düşüncesini meydana getirebilir yada
varolan böyle bir duyguyu güçlendirebilir.
Başarı,
bazılarına kolay yoldan gelir. Bazılarına uzun ve dolambaçlı
bir yoldan. Ancak dileyen herkese de muhakkak gelir. Başaramamak
yeterince gayret etmemenin sonucudur. Başaramadın çünkü
yeterince denemedin. Sen yeterince olduğunu düşünebilirsin. Ama
gerçek öyle değil. Sen bazı kapıları çaldın ve sana açılmadı,
halbuki bütün kapıları çalmadın.
Tanrı herkesin
içinde bir tanrısallık yaratmıştır. Tanrının ruhu herkesin
içinde yaşar. Aynı zamanda kuruntucu şeytan da oradadır.
Kuruntularının içinde öylesine takılıp kalmışsın ki,
tanrının ruhuna kulak vereceğine içindeki vesveseci şeytana
kulak kesiliyorsun.
Önündeki yol
kapalı ise o zaman başka bir yol denersin.
Ben küçükken
evimizde balkonun altında bir bodrum kazmıştık. Babam bu tür
kazıcılık konusunda usta idi. Ama kendi bodrumumuzu biz çocuklar
kazdık. Ben tahminen ortaokuldaydım ağabeyim de lisede idi. Toprak
tabakasını attıktan sonra bir taş/kaya tabakası çıkıyor. Taş
tabakasını da özel bir taş kazması ile kazıyorduk. Bir zaman
sonra kayanın içinde büyükçe bir granit parçası çıktı. Onu
kazmanın imkanı yoktu. Al sana engel... Babam dedi ki onu
kazamazsınız. Onun yanlarını altını ve üstünü kazarak
etrafını dolanın. Biz de böyle yaptık, etrafını kazdıkça çok
büyük bir kaya kütlesi çıktı. Kayanın içinde başka bir
kaya... Kaya kütlesi boşta kalınca kendi ağırlığının da
yardımı ile balyozla kırılması mümkün hale geldi. Profesyonel
yaşamda da başarının böyle olduğunu düşünüyorum. Önümüze
aşılamazmış gibi engeller çıkar. Bizim yapmamız gereken
sorunun yumuşak taraflarını takip ederek etrafını dolanmaktır.
Eğer sürekli
başarısız oluyor ve bu durum tekrar ediyorsa çevrenizdeki
insanlara kulak vermeniz gerekir. Bazen insanların bizi
yargıladıklarını anlamadıklarını düşünürüz. Ya durum
tersi ise? Çoğu kez çevremizdeki insanların yargıları ve
öğütleri hastalıklıdır. Ama bazen çözüm de oradadır.
İnsanlar size akıl verdiklerinde yada yargıladıklarında onlara
şunu sorun: “Sizce ben nerede hata yaptım ve bunu nasıl
düzeltebilirim?” Cevaplarını onlarla tartışmadan dinleyin.
Sonra verdikleri cevap hakkında düşünün. Bazen çözüm en yakın
yerdedir. Evin her tarafında didik didik aradığımız anahtarın
aslında cebimizde olması gibi...
Borç yada iflas
yüzünden intihar edenler de vardı. Ancak bu aşırı bir tepkidir.
Kendini öldürmek borcu yok etmiyor. O borç mirasçılarına
kalıyor. Kişi depresyon haline girerse borcunu ödemeyi
erteleyebilir.
Bir Yahudi fıkrası
vardır:
Mişon’un
Salamon’a borcu vardır, müddeti gelmiştir, ancak ödeyebilecek
parası yoktur. Mişon çok sıkıntılıdır. Karısı “ne oldu
neden bu kadar strestesin” diye sorar. Mişon durumu anlatır.
Karısı pencerenin önünden geçmekte olan Salamon’u görünce
pencereyi açar ve şöyle der:
- “Hey Salamon,
haberin olsun Mişon’un parası yok ve şimdilik sana borcunu
veremeyecek, üzgünüz.” pencereyi kapatır ve sonra kocası
Mişon’a şöyle der.
- Bırak artık o
düşünsün! :)
Böyle bir konudan
muzdarip olanlara, kendilerine ilham verecek bir kitap önerisinde
bulunacağım: George S. Clason - Babil’in En Zengin Adamı. Çok
pratik bir kitaptır ve muhakkak okumanızı tavsiye ediyorum.
Yalnızlık
duygusu
Bir iki sene önce
sosyal medyayı sallayan bir intihar vakası vardı. Genç bir adam,
bir reklamcı; bir videoya son bir intihar konuşmasını yapıp
sosyal medyada yüklemiş ve ardından kendini asarak intihar
etmişti. Şen şakrak partilerin adamı biriydi. Sevgilisi onu terk
etmişti. O da derin bir yalnızlık duygusuna kapılıp intihar
etmişti.
Yalnızlık
korkusu kişinin sosyal bir benlik olmaktan öteye gidememesinden
kaynaklanıyor. Sosyal benlik sürekli maskelerin ardında yaşar.
Toplumun içinde, insanların arasında espirili, yakışıklı,
bilgili, zengin, makamlı, mevkili ve daha nice nice maskeler...
Bunlar hep birer görüntü, birer roldür. Ama yalnızken bunların
hiçbiri işe yaramıyor. Yalnızlık kişinin kendi kendisi ile
birlikte kalmasıdır. Kendine rol yapamazsın. Depresyona sebep olan
şey de tatmini mümkün olmayan bu sonsuz rol yapma arzusudur. Kişi
bu arzuyu abartır ve yalnız kaldığında da depresyona girer.
Karanlık bir
odada yalnız otur ve kendinle yalnız kal. Meditasyon yap. İbadet
de kişinin yalnız olmadığı ve kendisini yaratanıyla birlikte
olduğunu algılamaya çalışmasıdır.
Aşırı
yargılama
İntiharcılar
genellikle kendilerini değil, başkalarını yargılarlar. Anne
babasını, çocuklarını, eşlerini, toplumu ve başkalarını...
Sürekli yargılarlar. Keza intihar bombacıları da toplumu aşırı
yargılayan kimseler arasından seçilir. Onlara göre toplum
kokuşmuş. Bu doğru olabilir, ama bu durumda senin kokun da lavanta
değil. Başkalarını yargılamayı tanrıya bırakalım. Biz
tanrının bize emanet ettiği kendi yaşamımızı güzelleştirmeye
bakalım. Tanrı gibi; insanları, başkalarını yargılayıp sonra
da kendini öldürmek, şeytanın insana yapabileceği en büyük
kötülüktür.
İntikam
duygusu
Bir kitapta
okumuştum. Genç bir kız, babasının sevdiğiyle evlenmesine izin
vermediği için “Ona göstereceğim” diyerek intihar eder.
Babaya vurulmuş ağır bir darbe olduğu kesin. Baba bu olayı
unutmak için her sabah göle doğru koşuyordu. Ve sonunda unuttu
da... Yani aslında kendini öldürerek kimseden intikam alabilmek
mümkün değildir. Eğer gerçekten intikam almak istiyorsan inatla
yaşamalısın. Birgün yaşam sana intikam alabilecek gücü ve
şansı verecektir.
Neden İntihar
Etmemeliyiz?
Hayatın, bozuk
bir teyp kasedinin takılması gibi takılmış. Bu durumda yapman
gereken teybi kırmak değil, kasedi az bir şey ileriye sarmaktır.
Neden intihar
etmemeliyiz?
Çünkü hayat
şimdiye kadar bize kötü yanlarını gösterdi. Demek ki henüz iyi
yanlarına sıra gelmemişti. Şöyle düşünün bize bir sandık
verildi. İçinde boş ve dolu zarflar var. Dolu olanları çekmek
istiyoruz ama her seferinde elimize boş olan gelmiş. Biz de “hep
boş geliyor” diyerek umutsuzluğa kapılıyoruz ve tüm sandığı
çöpe atıyoruz. Halbuki çektiğimiz her boş zarf aslında sonraki
çekimde dolu çekme olasılığını arttırıyor. Yani aslında her
boş çekme dolu çekmeye bizi yaklaştırıyor. Ayrıca tüm
zarfları açmadan buna nasıl karar verebilirsin ki?
Bu dünya hayatı
kimseye cennet değil. Çok zengin ve mutlu olanlara bile değil.
Hayatında sıkıntıya girmeyen bir tek insan yoktur. Dünya hayatı
herkesi sıkar ve bunaltır. Kimini hastalıkla kimini ilişkilerle,
kimini maddiyatla kimini başka bir şeyle...
Senin yaşadığın
sıkıntıların benzerini bir çok insan yaşıyor. Ama sen fazladan
takıntı yapıyorsun. İnsanlar bununla kolayca başa çıkabilirken
sen başa çıkamayacağını düşünüp kolayca vazgeçiyorsun.
Ölüm gibi
hastalık ve musibetler de eşitleyicidir. Hayat oldukça adildir
aslında. Orada bir yerde senin de bu dünyadan bir payın var. Ama gidip o payını
arayacağına kendini bir kısır döngüye soktun.
İnsanın yazgısı
bilinemez. Bir kıssa’ya göre birgün dört büyük melekten ikisi
Azrail (as) ile Mikail (as) buluşmuşlar. Mikail Azrail’e sormuş.
- Herkesin canını
alıyorsun, peki bunun sana zor geldiği unutulmaz bir anın oldu mu?
Azrail demiş;
- Evet, bir
seferinde bir dağ başında iki bebeği olan bir annenin canını
aldım. İki bebek annelerinin başında vahşi dağlar arasında
kaldılar. O iki bebek için çok üzüldüm.
Mikail;
- Biliyor musun o
iki çocuk biri doğudaki öteki de batıdaki bir krallığın kralı
oldular.
Kaderin bizler
için ne sakladığını ancak Allah bilir. Belki yapmamız gereken
tek şey yolumuzu, meşgalemizi değiştirmektir. Hırs yapmadan ama
kesinlikle de vazgeçmeden başka bir şey denemeliyiz.
Rabbim tüm
sıkıntılarınızı çözsün.
Yalan söylememe gerek yok. Pek çok günler intiharın tatlı bir uyku gibi yanıma sokuldu ama çeşitli sebeplerden dolayı vazgeçtim. Yazın güzel sadece şunu eklemek isterim; intihar etmek korkaklık değildir. Cesur insanlar intihara meyleder; sadece kişi ne kadar cesur olduğunu unutmuştur. Hayat dediğin gibi açılmamış pek çok sandıklarla doludur. Onu hatırlatmak istedim.
YanıtlaSilher bakımdan başarılı bir yazı , tebrikler
YanıtlaSil