15 Aralık 2021 Çarşamba

En sevdiğiniz 10 şiir hangisi?

Şiirsever dostlara soru:

Sizce en güzel 10 şiir hangisidir?

Benim ilk etapda seçtiğim şunlar:

  1. Necip Fazıl Kısakürek - Beklenen
  2. Erdem Beyazıt - Sana Bana Vatanıma
  3. Cumali Ünaldı Hasannebioğlu - Semud
  4. Sezai Karakoç - Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine
  5. Metin Önal Mengüşoğlu - Kardeşime Mektup
  6. İsmet Özel - Amentü
  7. Yahya Kemal Beyatlı - Sessiz Gemi
  8. Mehmet Akif Ersoy - Çanakkale
  9. Ahmet Haşim - Merdiven
  10. Mevlana - Öldüğüm Gün

Sizin en sevdiğiniz 10 şiir hangisi?

Lütfen yorum bölümüne yazınız.




Paylaş:

5 Aralık 2021 Pazar

Kendi Film Arşivimizi Oluşturmak


Ne zaman bir arkadaşıma belirli bir konsept üzerine bir film tavsiye etsem hemen şöyle bir soru ile karşılaşıyorum.

- Netflix'te var mı?

- Tabi ki de yok! 😂

Netflix genellikle kendi yapımı olan filmleri gösterime sunuyor. Bunun dışında anlaşmalı olduğu film şirketlerinin filmlerini de kataloguna dahil ediyor. Yani kısacası Netflix ve benzeri platformlarda izleyebileceğiniz bir çok film ve dizi bulabilirsiniz. Ancak sizin özel olarak aradığınız bir filmi bulma ihtimaliniz çok çok düşüktür.

Her neyse bu yazıda kişisel film/dizi arşivinizi nasıl oluşturabileceğinize dair gerekli olan yol ve yöntemleri açıklamak istiyorum.

Film Arşivi Şart mıdır?

Hayır, şart değil. Ancak film arşivinizi oluşturmanın sizin için birçok faydası var. Birçok filmi internette de bulup online olarak izleyebilirsiniz. Ancak film izleme siteleri aşırı reklam yayınlamaktadır. Bazıları bunu o kadar abartmaktadır ki bilgisayarınıza ve cihazınıza virüs bulaştırması ihtimali bile var.

Film izleme ve indirme siteleri sık sık kapanmaktadır. Önceden bulup izlediğiniz bir filmi sonradan bulamayabilirsiniz. Filmi indirdiğinizde o filmi istediniz zaman istediğiniz cihazınızda (bilgisayar, telefon, tablet, tv), hatta internet bağlantınız yokken de izleyebilirsiniz.

Film arşiviniz olduğunda özel olarak ilginizi çeken ve sevdiğiniz filmleri saklamış olursunuz. Hangilerini izlediğinizi ve sonra hangilerini izleyeceğinizi bilirsiniz. İstediğiniz zaman yeniden açıp tekrar izleyebilirsiniz.

Hangi Programlar Gerekir

Öncelikle gerekli olan programları indirerek bilgisayarınıza kurmalısınız. Bunun için gerekli olan programlar şöyle:

  • VLC (Film oynatıcı)
  • qBitTorrent (Torrent istemcisi)
  • Subtitle Workshop (Altyazı senkronizasyonu için)
  • EMDB (Film katalogu için)

VLC

Birçok film oynatıcı programı mevcuttur. Ancak VLC'yi tavsiye etmemin bir sebebi var. VLsub isimli bir eklenti kullanarak indirdiğiniz filmlerin altyazılarını otomatik olarak internetten indirebilirsiniz.

VLC programını aşağıdaki adresten indirip kurun.

https://www.videolan.org/vlc/index.tr.html

VLsub, standart kurulum ile birlikte gelen bir eklentidir. Eklentinin kurulu olup olmadığını kontrol ediniz. Menülerden Görünüm > VLsub diye kontrol ediniz.


Şimdi VLsub eklentisini kullanabilmeniz için opensubtitles.org sitesinde bir ücretsiz üyelik hesabı açmanız gerekir. Eğer opensubtitles üyeliğiniz yoksa aşağıdaki formu hemen doldurarak bir hesap açınız.

https://www.opensubtitles.org/tr/newuser

Hesabı açtıktan ve aktif ettikten sonra VLsub’u açınız. Show Config düğmesine tıklayarak ayarlara giriniz. Username ve Password yazan yere opensubtitles üyelik adınızı ve şifrenizi girip kaydediniz. Subtitles language değerini Türkçe olarak seçtiğinizden emin olunuz.

qBitTorrent

qBitTorrent açık kaynak bir torrent istemcisidir. Bunun yerine başka torrent istemcileri de kullanabilirsiniz. qBitTorrent dışında en çok kullanılan torrent istemcilerinden bazıları şunlardır: μTorrent, Bitcomet, BitTorrent, Azureus, Flashget, LimeWire. Ancak açık kaynak olduğu, reklam göstermediği ve ayrıca da torrent arama imkanı sunduğu için ben qBitTorrent’i tercih ve tavsiye ediyorum.

Aşağıda sourceforge sitesinin linkinden indirip kurabilirsiniz.

https://sourceforge.net/projects/qbittorrent/

qBitTorrent’te torrent arama motoru ön tanımlı olarak kapalı gelir.

Görünüm > Arama Motoru menüsünden açabilirsiniz.


Subtitle Workshop

Altyazı senkronizasyonu için kullandığımız bir programdır. Bazen indirdiğiniz altyazı konuşma ile senkron halinde olmayabilir. Örneğin konuşma yazıdan birkaç saniye önde veya geride olabilir. Tabi böyle bir durum olduğunda filmin izlenme kalitesi düşer. Bunun için Subtitle Workshop ile küçük bir rotüş yaparak altyazıyı düzeltebilirsiniz.

Açık kaynak olan bu programı da yine açık kaynak içerik sağlayıcısı sourceforge üzerinden indirip kurabilirsiniz.

http://subworkshop.sourceforge.net/

EMDB

Kendi kişisel bilgisayarınızda filmlerin kataloğunu yapmanızı sağlayan çok güzel bir programdır. Film bilgisini oyuncuları, yönetmeni afişini ve diğer bilgilerini IMDB üzerinden otomatik olarak çekiyor.

EMDB programını şu adresten indirip kurabilirsiniz.

https://www.emdb.eu/


Gördüğünüz gibi bu örnekte program üzerinde tanımlı 1841 film bulunuyor. İzlediklerinizi izlendi diye işaretleyebiliyorsunuz.


İsme, yıla, türe, yönetmene, oyuncuya, çekildiği ülkeye, seyredip seyretmediğinize, imdb puanına ve daha bir çok kritere göre listeleme/sıralama yapabilirsiniz. Hatta size bir istatistik bile verebilir.


Filmleri Bulup İndirmek

Buraya kadar kurmanız gereken programları anlattık. Bundan sonra filmleri nereden bulacağınızı ve nasıl indireceğinizi anlatalım. Öncelikle yukarıda da anlattığımız gibi filmleri torrent yoluyla indiriyoruz.

Torrent Nedir?

Torrent internet üzerinde bir dosya paylaşım sistemidir. Torrent sistemi peer to peer (P2P) yani arada sunucu bağlantısı olmaksızın bilgisayardan bilgisayara sistemine benzer olmakla birlikte biraz farklıdır. Torrent’te paylaşımlar sabit olmayan sunucular üzerinden gerçekleşir. Whatsapp veya Messenger gibi programlarda ise iki bilgisayar arasındaki paylaşımlar sabit bir sunucu üzerinden yapılır. 

Torrent uzantılı küçük bir dosya veya Magnet denilen encode edilmiş bir dosya açma kodu, Torrent programı üzerinde açılınca hangi sunucuya ve hangi noktalara bağlanacağını ve hangi dosyaları çekeceğini bilir.  Bilgisayarınıza indirdiğiniz torrent uzantılı dosyalar otomatik olarak qBitTorrent ile açılacaktır. Böylece dosya indirme kuyruğuna eklenerek indirilecektir. Torrent büyük dosya paylaşımları için de uygun bir sistemdir. Dosyayı parçalara ayırarak daha hızlı aktarır ve kesinti olsa ve daha sonra açılsa kaldığı yerden devam eder. Böylece dosya aktarımı için çok kullanışlı bir sistemdir.

Filmleri nereden bulacaksınız? 

Bunun için bir çok film ve torrent sitesi vardır.

https://www.torrentmafya.org gibi Türkçe siteler de vardır. Hatta bu sitelerden indirdiğiniz filmlerde muhtemelen Türkçe altyazı dosyası da mevcuttur.

Bazı torrent indirme siteleri üyelik veya abonelik isteyebilir. Bunu da pek tavsiye etmiyorum.

Benim filmleri indirdiğim site YTS sitesi. Dizi için de ThePirateBay uygun görünüyor. YTS'nin bir çok ülkeye göre farklı uzantıları var. https://yts.mx veya https://yts.zone en çok kullandığım sitelerdir. Bu tür siteler çok reklam almaktadır. Bu yüzden ekrana tıkladığınızda hemen yeni bir sekme açarak size reklam gösterecek, siz de hemen Control W’ya basarak o sekmeyi kapatınız. Veya tarayıcınızda reklam önleyici bir eklenti kullanabilirsiniz.

Örnek bir filme bakalım: 

The Grey 2011 olsun.

Torrentmafya'da aradığımda çıkmadı ama YTS’de aradığımda hemen çıktı. Demek ki öyle mafya ile falan olmuyormuş bu işler 😂


YTS’de filmin adını tıklayıp sayfasına girdik.

Filmin IMDB puanını görebiliyorsunuz. Genelde imdb puanı çok düşük olan (örneğin 5 ve daha da düşük) filmleri indirmeye gerek yok.

Download düğmesine tıklayarak hangi boyutta indirmek istediğinizi seçiyorsunuz.


720p dosya boyutu açısından daha ekonomik, 1080p ise daha geniş ve kaliteli bir görsellik için idealdir. Geniş bir Harddiskiniz varsa 1080p indirmek iyidir.

İndirilen torrent uzantılı dosyayı tıklayın. qBitTorrent ile açılması gerekir.


Tamam düğmesine bastığınızda indirmeye başlayacak.

Buna ek olarak yukarıda qBitTorrent'in içinde doğrudan torrent arama motoru olduğunu söylemiştim. Film ve dizi için herhangi bir siteyi açmadan direkt onu kullanabilirsiniz. Aşağıdaki görselde herhangi bir siteye girmeden doğrudan qBitTorrent üzerinde The Grey 2011'i aradığımızda çıkan sonuçları görüyorsunuz. Gönderen ve çeken değerlerinin çok olduğu dosyaları seçiniz. Gönderen ve çeken değerlerinin sıfır (0) olduğu torrentler çalışmayacaktır.


Altyazıyı İndirmek

Filmimizi indirdik. Şimdi sırada altyazısı var. Torrentmafya.com benzeri Türkçe bir siteden indirirseniz zaten içinde Türkçe altyazı da olacaktır. YTS veya başka bir site üzerinden indirdiğinizi farzederek anlatmaya devam edelim.

Bazı filmlerde indirdiğiniz paketin içinde filmin İngilizce altyazı dosyası da bulunabilir. Bu durumda onu silmeyin. Dosya adına “_English” ekleyerek onun da kalmasını sağlayabilirsiniz. Altyazıyı VLC'nin içindeki VLsub eklentisini kullanarak direkt indirelim.

Filmi VLC ile çalıştırın. Daha sonra menüden Görünüm > VLsub komutuna erişin.

VLsub’u açtınız, önce Search by Hash düğmesine tıklayın. Altyazıyı seçip Download Selection düğmesi ile indirin. Genelde Hash araması ile dönen tüm sonuçlarda altyazı senkronizasyonu uygundur. Yine de filmi ileri geri kaydırarak uyup uymadığını deneyiniz. Eğer hash araması ile sonuç vermediyse o zaman filmin adı ile arama yapmalısınız. Bunun için Search by name düğmesine tıklayın ve çıkan sonuçları deneyerek en uygun olanı bulunuz.

Buradan Türkçe yerine başka bir dilin de altyazısını indirebilirsiniz. Ancak her seferinde indirdiğiniz dosyayı film dosyası ile aynı isimde yapacağından önceki altyazı silinecektir. Örneğin İngilizce ve Türkçe indirmek istiyorsunuz. İngilizce'yi indirdikten sonra dosya adına “_english”, Türkçe'yi indirdikten sonra “_turkish” vs ekleyebilirsiniz. Film dosyası ile aynı isimde olan hangisi ise film açılışında otomatik olarak o altyazı dosyası çalışacaktır.

Eğer altyazıyı VLsub ile bulamazsanız veya indirilen dosyada düzeltilemeyecek kadar senkron hatası varsa https://turkcealtyazi.org sitesinden de indirmeyi deneyebilirsiniz. Önceleri planetdp.org diye bir site de vardı ama o site şu anda yasal olarak engellenmiş durumda. turkcealtyazi ve benzeri sitelerden indirirken dosyanın FPS değerine dikkat ediniz. Örnek olarak The Grey filminin turkcealtyazi sitesindeki sayfasında aşağıdaki altyazı dosyaları mevcut. Biz YTS sitesinden indirmiştik. Doğrudan YTS olanı indirebilirsiniz.


Eğer bu kriter uymuyorsa indirdiğiniz film dosyasının (avi veya mp4 uzantılı) üzerine sağla tıklayıp Özellikleri açınız. Oradan Ayrıntılar sekmesine gelin. Örnek filmde görülen Resim Karesi Hızı 23.98 kare/saniye veya 23.96 kare/saniye seçenekleri bizim film dosyamıza uygundur. Bazen 24 bazen 25 bazen de 29 kare/saniye çıkabilmektedir.  O zaman Turkcealtyazi sitesinden ona göre indirmeniz gerekir. FPS değeri tutmazsa eşleşme yapmayacaktır. Bu yüzden buna özellikle dikkat etmeniz gerekir. Ayrıca en çok indirilen altyazı dosyası en sorunsuz dosyadır. Bu kritere de dikkat edebilirsiniz.

Altyazı Senkronizasyonu

Diyelim filmi indirdik, altyazısını da indirdik. Fakat uyumlu çıkmadı. Başka altyazı da yok. Altyazının, konuşmanın 2 saniye gerisinde veya ilerisinde olduğunu farz edelim.

Filmde 04:43 süresinde altyazı aslında 2 saniye sonra görünmesi gerekiyordu. .srt uzantılı altyazı dosyasını Subtitle Workshop ile açın. 04:43 de geçen “Bunlar neden bizim başımıza geliyor” satırına gelin. O satırı seçip

Edit > Timing > Set duration limits komutunu verin. Control-D ile de aynı komutu çağırabilirsiniz.


Saat, dakika, saniye ve milisaniye cinsinden ileri veya geri sarabilirsiniz. Biz bu örnekte seçili satırdan sonraki tüm satırları 2 saniye ileri kaydırmış olduk.

Birden Fazla Dilde Altyazılı İzlemek

Eğer birden fazla altyazı dosyası indirilmişse yani filmin bulunduğu klasörde başka altyazı dosyaları da mevcut ise altyazıyı değiştirebilirsiniz. Örneğin İngilizce veya Türkçe izleyebilirsiniz.

Filmin üzerine herhangi bir yere Mause’un sağ tuşuna basarak çıkan contex menüsünden altyazı seçebilirsiniz.

İndirdiğimiz Filmeri EMDB Kataloğuna Eklemek

EMDB programını IMDB ile karıştırmayınız. EMDB Eric’s Movie Database isimli bilgisayarınızda kurduğunuz ve filmleri içinde katalogladığınız bir Windows programıdır. Zannediyorum Mac veya Linux sürümleri de vardır. IMDB ise Internet Movie Database isimli dünya çapında bir film veritabanı sitesi ve networküdür. IMDB veritabanında milyonlarca film vardır ve bu film bilgilerini herkesle paylaşmaktadır. EMDB programı da film bilgilerini, afiş ve diğer görsellerini çekmek için IMDB’yi kullanır.

EMDB’yi bilgisayarınıza kurduktan sonra çalıştırın. Sonra da filmlerin olduğu klasörü girerek filmleri tespit etmesini sağlayın. EMDB menüsünde Sabit Disk > Birden Fazla Film Ekle düğmelerine tıklayın. Klasörü seçin. EMDB bütün film dosyalarını tespit ederek sonra onları IMDB arşivinde arayacaktır. Tam eşleştirdiklerini otomatik ekleyecek, emin olamadıklarını da size soracaktır.

Keyifli seyirler dilerim.

 


Paylaş:

28 Kasım 2021 Pazar

Fütüristik dünyada kama ve kılıç

 

Geçen gün Dune (2021) filmini izledim. Dune'nin 1984 filmini ve 2003 dizisini de daha önce izlemiştim. 2021'i de çok merak etmiyordum aslında. Arkadaşlar ısrar edince 2021 olanını da izledim. Bana pek aham şaham gelmedi, Dune, bildiğiniz Dune işte 😁

Film M.S 10191 yılında geçiyor. Yani şimdiki zamandan yaklaşık 8 bin yıl sonra. İnsanlar gezegenler arası yolculuklar yapıyor ve Dünya dışında başka gezegenlerde yaşıyorlar. Dune fütüristik bir film. Teknolojinin ne kadar ilerlediğini belirtmeye gerek yok.

Ancak Dune ve benzeri filmlerde dikkat ederseniz insanlar günümüz ateşli ve konvansiyonel silahları veya onların daha da ileri versiyonlarını kullanmak yerine yerine Ortaçağ'dan kalma kesici silahlar kullanılıyor: Kılıç, pala, kama, hançer vs. 😃

Babamın da bir teorisi var. Kıyametten önce müminler ve kafirler savaşacak ve bu savaş kılıç savaşı olacak. Araba yerine at kullanılacak. Eh buna benzer temalar fütüristik ve distopik filmlerde de çok var. Elbette ki babam bunlardan hiçbirini izlememiştir. 😃

Demek ki kılıç filan kullanmayı, ok atmayı ihmal etmemek lazım. Ne dersiniz? 😃

Paylaş:

26 Kasım 2021 Cuma

Zamanımızın sahte peygamberleri

Dün facebook sayfamda elçilik (peygamberlik) iddiasında bulunan biri vardı. Bir sure meali paylaştı %90'ı Kuran ayetlerinden koleksiyon yapmış. Fakat hiç duymadığım ifadeler kalıplar da var.

Kendime dedim yahu bu hangi sure? Afalladım hafızam kötü epeydir de dini şeyler yerine genelde siyaset bilimi ile ilgili şeyler okuyorum. Neyse kullandığı bazı ifadelerin yanlış olduğunu ve o şekilde ifade olmadığını biliyordum. Nitekim aradım taradım fakat öyle bir şey yoktu.

Dedim ki hayırdır bilader bu nasıl bir sure öyle? Öyle bir sure olduğunu sanmıyorum.

Dedi ki bunlar Allahın yeni elçisine indirdiği ayetler. 😂

Dedim kardeş sen sıyırmışsın. Allah ıslah etsin.

Buna karşılık olarak elçisini yalanlayanlara nasıl bir azap olacağına dair uydurulmuş vahiysinden ayetler sıralamaya başladı😂

Valla hiç uğraşacak mecalim yok. Yazılarını sildim ve listemden çıkardım.

***

2005'te yine böyle bir peygamber çıkmıştı. Bu seferki genç bir hatundu.

O zamanlar yahoo gruplara takılıyoruz, dini felsefi siyasi tartışmalar filan... Mesela o gruplardan biri Kemal Ersözlü'nün yönettiği Varoluşbilinci grubu idi. Akif Emre'den Kürşat Atalar'a, İhsan Eliaçık'tan Kenan Çamurcu'ya kadar birçok kişinin orada yazdığını hatırlıyorum. Tartışmalar belirli bir elit kitle arasında olduğu için şimdiki facede yaptığımızdan daha yoğun ve daha seviyeli idi.

Neyse bu yeni resul bana yazdı. Kendisine bir kitabın vahiy olarak indiğini söyledi. Bana örnek bir kaç parça da gönderdi. 600 sayfalık bir kitap olmuş, benden adres istiyor kargo ile gönderecek kitabı. 😊

Kuran'ı kabul ediyor ve onun üzerine bir ek kitap vahyedilmiş ona güya. Baktım yine böyle abuk subuk şeyler yazmış. Neyse MSN üzerinden konuştuk sanırım.

Sordum:
- Adınız nedir?
+ Cemile
- Cemile ne demek?
+ Güzel olan demek
- Peki Maruf ne demek?
+ Bilmiyorum, dedi.

Dedim,
- Peygamber/Resul olmuşsun ama Maruf'un ne olduğunu bilmiyorsun. Halbuki Kuranı bilen bir kişi Maruf'un ne olduğunu da gayet bilir.
+ Siz Resulünüzü mü sorguluyorsunuz, dedi? 😃
- İyi güzel de bu bilgi çağında Allah bula bula senin gibi bir cahili mi gönderecek, dedim ve onu engelledim.

Tabi ki Allah dilediğini peygamber olarak seçer. Ancak cehalet peygamberlerin vasıfları arasında bulunmuyor. 😒


Paylaş:

24 Kasım 2021 Çarşamba

Ekonomik savaş filan yok, yanlış politikalarda ısrar var

Doların yükselişinin Erdoğan'ın faiz indirimindeki ısrarı nedeniyle olduğunu her halde herkes anlamıştır. Merkez Bankasının her faiz indirme kararında dolar zıplıyor. İndirmese o dolar durup dururken yükselmiyor. Arkadaşlar bunun adına Para Politikası deniliyor. Ne olduğunu nasıl işlediğini öğrenmek istiyorsanız internetten AÖF'ün Para Politikası kitabını indirip okuyabilirsiniz.

Para politikası şudur: Para politikası devletin merkez bankasını ve diğer finansal kuruluşlarını kullanarak aldığı kararlar ile para ve döviz piyasalarına yön vermesidir. Faizleri düşürmek bir para politikası aracıdır. Devlet bu hareketi yaptığı zaman para piyasasında mutlaka bir reaksiyonu olacaktır. Bu reaksiyon olumlu veya olumsuz olabilir, bir para politikası uygularken eğer olumsuz sonuç alıyorsanız uyguladığınız para politikasını değiştirmeniz gerekir.

Malesef 2018'den beridir Türkiye kararlı bir şekilde faiz indirme politikası uyguluyor. Faizleri indirmenin girişimciler için faydaları var. Bir iş girişiminde bulunmak isterseniz düşük faiz oranları ile kredi kullandığınızda başarılı olma ihtimaliniz yüksektir. Faizler düşük olduğunda insanlar parayı faize yatırmaz, buna karşın girişim sayısı artar, faizler yüksek olduğunda insanlar girişimden kaçınır parayı faize yatırır. Ancak bu tek denklem değildir. Girişim için faizlerin düşük olması yetmez. Para piyasalarının istikrarlı olması da önemlidir. Türkiye'de para piyasalarının bir istikrarı kalmamıştır. Dolayısı ile böyle bir pozisyonda faizleri düşürmek para piyasalarındaki istikrarsızlığı daha da derinleştiriyor. Böylece dolarizasyon yükseliyor. İnsanlar paralarını korumak için dolara (euro veya altın da fark etmez) yöneliyor. Böylece zaten yüksek olan dolar daha da yükseliyor ve Türk lirasının değeri daha düşmeye devam ediyor.

Şu anda Türk lirasının değerini sabitlemenin tek yolu malesef faizleri yükseltmektir. Çünkü insanların mevduatlarını TL'ye çevirmelerinin başka bir yolu yoktur. Şu anda yıllık faiz %15-20 arasındadır. Geçen sene 100 doları bozdurup faiz mevduatına yatıran bir kişi bu sene kazandığıyla beraber parasını tekrar dolara çevirirse ancak 70 dolar alabilecektir. Faiz geliri dolar artışı karşısında %30 gerilemiştir. Son 5 yıldır faiz oranlarının getirisi dolar artışı ile kıyaslanamaz. Hatta faiz kazancı, enflasyondan bile daha düşüktür. Yani geçen sene 10 ekmek parasını faize koyan bir kişi bu sene o parayla ancak 9 ekmek alabilecektir.

Faizi düşürme para politikasının Türk lirasını pul ettiği açık bir şekilde ortadadır. Bunda inat etmenin alemi yoktur.

Ayrıca NASS filan da demeyin. Nass'a göre yüksek faiz de düşük faiz de haramdır. Faizin haramlığının yüksek veya düşük olması ile bir alakası yoktur. İçki haramdır denildiğinde "çok içki içmek haramdır" anlamına gelmiyor. Çok da içmek az da içmek haramdır. Haramın azı çoğu olmaz. Dolayısı ile Nass'ı yanlış politikalarınıza alet etmeyin.

Bir değer konu da "ekonomik savaş", "ekonomik bağımsızlık", "dış mihraklar", "faiz lobisi" ajitasyonlarıdır. Yanlış politikalarda ısrar ediyorsunuz, kulağınızı başkasının sözlerine kapatıyorsunuz. Gideremediğiniz bir başarısızlığa düşünce de suçlusu dış mihraklar oluyor. Uygulamalarınızı yanlış bulanları eleştirenleri hainlikle suçluyorsunuz. Bu totalitarizmin klasik bir ajitasyonudur. Aynı Venezuela'daki gibi. Ülkeyi batır sonra da Amerika'yı suçla.

Paylaş:

18 Kasım 2021 Perşembe

Sezai Karakoç'un ardından

Büyük şair, Allah rahmet etsin, mekanı cennet olsun inşallah.

Bendeniz 1994'ten beri uzun yıllar Cağaloğlu'da çalıştım. Bir çok kez işyeri açtım kapattım. Sezai Karakoç'un da Cağaloğlu'da yayınevi vardı. Diriliş Yayınları. Fakat kendisini görmeye hiç gitmedim. Yani böyle bir merak böyle bir ihtiyaç olmadı.

Ekteki fotograf Molla Fenari Sokak'ta çekildi. Tam yukarıda 2. katta benim işyerim vardı. Tam Molla Fenari Çıkmazı başında Cağaloğlu Anadolu Kız Lisesi'nin karşısında idi dükkanımız. İnternet üzerinden kitap satışı yapıyordum o zamanlar. Bir keresinde sokaktan geçerken alt katımızda oturan bizim rahmetli Abdulkadir Kibar ağabey göstermişti bana.

Görünüşe göre mütevazi bir insandı. Tabi ki bu, sokakta yürümesinden dolayı değil. Herkes sokakta yürür, uçacak tayyi mekan yapacak hali yok ya. Mesela İsmet Özel ile de Unkapanı'ndan Eminönü'ne doğru yürürken karşılaştım. O da yürüyordu. Ama İsmet Özel hiç de mütevazi bir insan değildir.

Bana göre Sezai Karakoç bu çağın insanı değildi. Zaten pek çok kişi bu çağın insanı değildir.

Her neyse Sezai Karakoç'a bir kez daha Allah'tan rahmet dilerim.




Paylaş:

Bugün dünden daha hayırlıdır

Bu zaman, geçmişteki tüm zamanlardan daha hayırlıdır. Gelecekteki zaman da bu zamandan daha hayırlı olacak.

Tarih bilgisi bunun apaçık kanıtıdır.

Gelin geriye gidip bakalım:

-100 yıl önce 1921, ülke 1. dünya savaşından çıkmış ve işgal altında, bazı köylerde cenazeleri kaldıracak erkek bulunmuyor.

-200 yıl önce 1821. Yunanistan'ın ayaklandığı yıl. Mora yarımadasındaki müslüman Türklere tam bir soykırım yapılmış. 1806 ve 1828'de Ruslarla yıkıcı savaşlar yapılmış. İçerideki ve dışarıdaki karışıklığın haddi hesabı yok. Köylü tımar sistemi ve vergi mültezimlerin elinde şamar oğlanına dönmüş.

-400 yıl önce 1621. Anadolu'da Celali isyanları. Anadoluda yüzbinlerce köylü yerinden edildi. 1607-8 yıllarında Kuyucu Murat Paşa Anadoludaki bu isyanları bastırmak için 60,000 den fazla kişinin kafasını kesip kuyulara doldurmuş.

-700 yıl geriye gidelim. 1321. Anadolu toprakları beyliklerin elinde sürekli top gibi el değiştiriyor. Haçlılar moğollar, Anadolu Selçukluları, beylikler vs. Hiç de yaşamak isteyeceğiniz bir yer değil.

-1200 yıl geriye gidelim. 821. Zannederim Memun dönemidir. Abbasiler siyasi birliği sağladı ama nasıl sağladı. Bir çok aşirete kabileye karşı bildiğiniz soy kırım yaptı Abbasiler. Abbasiler sadece Emevilerin kökünü kazımakla kalmadı, Emevilere destek olmuş olan tüm aşiretlerin de kökünü kazıdılar. Ebu Müslim Horasani'yi nasıl kalleşçe katlettikleri ortada. Ayrıca o tarihte Bizans Anadolu'yu tekrar geri almıştı. 821 fena bir zaman değildir yine de bugün ile kıyaslanması mümkün değildir.

-1400 yıl geri gidelim. 621. Hz. Muhammed'in miraca çıktığı yıl. 😄 Fakat siz o dönemde zaten Arabistan'da değildiniz. Diyelim Arabistan'dasınız. Hz. Muhammed henüz yaygın olarak kabul edilmiş değildi. Kafir olma ihtimaliniz de mevcut. 😏 Yine de büyük ihtimalle Ötüken yaylalarında çobanlık yapıyordunuz. Ben de Mezopotamya Arabı olarak Lahmiler adı verilen Sasani vassalı pis bir devletin tebaasıyımdır. Allahım ne eziyetler gördük. 😂

-2000 yıl geri gidelim. Yıl 21. Celile'de İsa diye bir heretik çıkmış, mümin yahudilerin kafasını karıştırıyordur. 😏 Sonra Yahuda bölgesi, Urşlim Darus selam Roma işgali altında. Başımızda Pilatus adı verilen işgal valisi bir general var. Ya Allah aşkına böyle bir ülkede böyle bir zamanda yaşamak ister misiniz?

-2600 yıl geri gittik. Yıl MÖ. 621. Fazla sevinmeyin, 15-20 sene sonra Nabukadnaser diye bir manyak bölgedeki tüm krallıkların üzerinden geçecek. Babil sürgünü. Ölen ölür geriye kalan sürgün edilir.

-4500 yıl gidelim. Yıl MÖ 2521. Keops denen firavun krala anıt mezar yani piramit yapmak için kaç yüz bin insan köleleştirildi ve o piramitlerin taşları altında can verdi?

Yani hasılı kelam, ne kadar geri giderseniz gidin bugünden daha iyi bir dönem bulamazsınız. Oturun kalkın şükredin. Sadece bugüne değil, daha iyi olacak olan yarınlara şükredin.

Paylaş:

14 Ekim 2021 Perşembe

Başkanlık sisteminin başarısızlığı

Geçenlerde para piyasasında nisbi bir düzelme olunca Merkez Bankası faiz düşürdü. Bu durum serbest piyasa koşullarına aykırı. Bunu yapabilmen için çok çok güçlü bir ekonomin ve artı veren bir bütçen olmalı. O ikisi de bizde yok. Ve bu hata bıkmadan usanmadan tekrar tekrar yapılıyor. Tabi dolar yine fırladı ve Cumhurbaşkanı bu kez Merkez Bankası başkanı yerine üç yardımcısını görevden aldı.

Bu görevden alma olayı nedir?

Kamu Tercihi İktisadı sık sık başvurduğum bir açıklama modeli. Bürokratlar başarılı olursa terfi eder olmazsa görevden alınır. Aynısı hükümet için de geçerli. Başarılı oldukça seçilme devam eder. Ne zaman başarısızlığa düşerse de bir daha seçilmez.

Ancak benim bahsetmek istediğim başka bir konuydu. Bu güne kadar hükümetler her başarısızlığını "devleti yönetirken yeterince yetkim yok" diyerek sorunun sebebini daha fazla yetkide arıyordu.

Erdoğan'da 2018'de "bu kardeşinize yetki verin faizi doları" göreceksiniz demişti. Yani zaten çok fazla yetkisi olan Erdoğan yetkilerini maksimuma çıkardığında sorunlar çözülmediği gibi daha da katlandı. Demek ki mesele "çok ve bölünmemiş" yetki değil.

Parlamenter sistemin hayrını görmedik diyorlar.
Ama başkanlık sisteminin şerrini gördük.

Paylaş:

13 Ekim 2021 Çarşamba

Başkanlık sistemi mı Parlamenter sistem mi?


Bu hem hukuk hem de siyaset bilimi alanında uzman olmayı gerektiren zor ve müşkül bir konudur aslında. Ama Türkiye'de herkes bunu konuşuyor. Gerçekten de "şudur" demek için iki sistemi de çok iyi bilmek gerekir. Türkiye'de bu konuda kaç kişi iyi bir bilgiye sahiptir? Siyasi parti yöneticileri dahil konuyu etraflı bir şekilde bildiklerini zannetmiyorum. Haa, ben de bu konunun uzmanı değilim, ama siyaset bilimi ve hukuk eğitimi gördüm ve bu konularda sık sık akademik okumalar yapıyorum.

Genel olarak bir özetleme yapacak olursak;

İki sistemin de avantajları ve dezavantajları var. 

Her şeyden önce iki sistemde de kuvvetler ayrılığı temin edilebilir ve tersinden de iki sistemde de kuvvetler ayrılığı suistimal edilebilir. Yani her ne kadar başkanlık sistemini kuvvetler ayrılığı ilkesinin bir sistemi olarak anlatsalar da bu doğru değildir. Katı kuvvetler ayrılığı ve denge-fren sistemi sadece ABD'ye özgüdür. 

Devlet yönetiminde yasama'nın çok fazla bir işi yok aslında. İşin büyük çoğunluğu Yürütme'dedir. Yasamanın işi kanun çıkarmak, hükümetin sunduğu bütçe kanununu onaylamak ve hükümeti denetlemek. Yürütme ise idarenin tümüdür. Yürütme meclisin (yasama) çalışmasına karışamaz, yürütme merkezin yetkisinin bir kısmını yerele aktarır. Bir de hakimlere karışamaz. Hakimlere emir veremez ve onları görevlerinden azledemez. Bunun dışında yürütme her şeyi yapabilir. Devlet yönetimi ile ilgili aklınıza gelen ne varsa yürütmeye girer.

Şimdi, başkanlık sisteminde yürütmenin tüm gücü Başkan'da (bizdeki Cumhurbaşkanı) toplanmıştır. Bakanlar dahil tüm kurumların genel başkanlarını genel müdürlerini atayabilir veya azledebilir. Sadece bir üniversitenin rektörünü değil, YÖK başkanını da keyfine göre azledebilir ve yerine başkasını atayabilir. Ayrıca başkanlık sisteminde meclisin hükümeti denetlemesi de kısıtlanmıştır. Çünkü hükümet meclisten güvenoyu almamaktadır ve meclis tarafından da düşürülememektedir. Yani zaten yürütme çok fazla, çok geniş bir alan ve bu alanın tek ve mutlak yetkisi Cumhurbaşkanında toplanmaktadır. Parlamenter sistemde ise yürütme içinde de bir bölünme vardır. Bir tarafta Cumhurbaşkanı diğer tarafta Başbakan yönetimindeki hükümet. Bu ikisi de aslında bir denge unsuru olarak ayrılmaktadır. Aksi takdirde yürütmeye dair tüm yetkilerin başkanda toplandığı bir sistem yaklaşık olarak meşruti monarşiden (parlamenter krallık veya meclisli padişahlık) farksızdır. Meşruti monarşilerde de zaten kral veya padişah artık yasamayı parlamentoya devrettiği için sadece yürütmeden ibarettir. Yani aslında biz başkanlık sisteminde bir hükümet değil bir padişah seçiyoruz. 

Cumhurbaşkanı kararnamesi ile yürütme hemen hemen sayısız alanda yasama yapabilmektedir. Normlar hiyerarşisinde her ne kadar kanundan sonra geliyorsa da OHAL durumunda kanuna eşittir ve bu kararnamelere karşı yargı yolu da kapalıdır. Yani uygulamada meclis kadar da yasama gücü var. Meclis'in alanında olan "uluslararası anlaşmaları onaylama" hükmünü bir kararname ile iptal edebiliyor. Meclis (yasama) fiilen işlevsizdir.

İspanyol asıllı ünlü siyaset bilimcisi Juan Linz'in Başkanlık Sisteminin Tehlikeleri adında ünlü bir makalesi vardır ve orada başkanlık sisteminin bir çok sakıncasını dile getirir. Genel olarak başkanlık sisteminin daha ayrışmacı olduğunu ve siyaseti sıfır toplamlı bir sisteme dönüştürdüğünü anlatır. Yani avami tabiriyle ya herru ya merru, kazanan herşeyi kazanır kaybeden de herşeyi kaybeder. Dolayısıyla bu sistemle siyasette ve toplumda bir konsensüs ve bir ittifak olmuyor. Son Cumhurbaşkanlığı deneyimimiz de bunu doğruluyor zaten. 

Güçlendirilmiş parlamenter sistem?

Bana göre bu da birincisi kadar tehlikeli. Çünkü bu sefer yürütmenin tüm gücü başbakanda toplanıyor. Ayrıca bu durumdaki bir başbakan da en az başkanlık sistemindeki kadar güçlü hatta daha da güçlü. Çünkü başbakan hükümeti (yürütme) kuran partinin başkanıdır ve o parti aynı zamanda mecliste (yasama) de çoğunluktadır. Yani başbakan aynı anda hem yürütmenin hem de yasamanın fiilen başıdır. Bu da ciddi bir kuvvetler ayrılığı ihlaline sebep olduğu için 1961 ve 1982 anayasalarında güçlendirilmiş bir cumhurbaşkanı ve Anayasa Mahkemesi gibi kurumlarla dengelenmeye çalışılmıştır. Bu yüzden cumhurbaşkanının zayıflatıldığı bir parlamenter sistem, seçimle işbaşına gelmiş bir partinin otoriterleşmesinin yolunu açar.

Görüldüğü gibi kuvvetler ayrılığı ihlali başkanlık sisteminde olduğu gibi parlamenter sistemde de mevcuttur. 

Eski sisteme geri dönülmeli ve hükümet sistemi yerine parti sistemi değiştirilmeli

Türkiye 2018 öncesi sisteme geri dönmelidir. Bizim sorunumuz hükümet sistemi sorunu değildi. Biz yanlış şeyi değiştirdik. Bizim toplumsal hafızamızda otoriterlik refleksleri çok yaygındır. Dolayısı ile güçlü bir partinin güçlü bir hükümeti demek çok otoriter bir yönetim demektir. Gücün artmasına karşın otoriterliğin (baskıcılığın) dengelenmesini getirecek bir siyasi ahlaka ve kültüre sahip değiliz.

Parlamenter sisteme getirilen en önemli eleştiri hükümetin kurulmasında karşılaşılan zorluklardır. Deniliyor ki efendim işte hiçbir parti salt çoğunluğu elde edemediği için hükümeti kuramıyor. Diğer partilerle de anlaşamıyor böylece hükümet kurulamıyor. Dünyadan buna birçok örnekler gösteriliyor. 

Ancak Türkiye'nin 80 küsür yıllık parlamenter sisteminde çok ender görülen bir durumdur bu. Mesela bir Güneş Otel vakası vardır. Ama o da siyasetin çok fazla atomize olduğu ender dönemlerdendir. Yine seçimin tekrarlandığı 7 Haziran seçimi var. O olaya da Erdoğan'ın seçim sonuçlarını kabullenemeyen uzlaşmaz tavrı sebep olmuştur. 2015'te MHP ile koalisyon kuramayan Ak Parti 2018'den beridir devleti MHP ile birlikte yönetmektedir. Demek ki uzlaşılabiliyormuş. 

Türkiye'de seçim barajının yüksek olması oyların parçalanmasını engelliyor ve bir şekilde hükümet kurabilecek partilerin meclise girmesini sağlıyor. Yani o anlamda parlamenter sistemin krizini yaşamadık biz. 

Türkiye'deki asıl kriz hükümet ve seçim sisteminden kaynaklanmıyor. Partiler sisteminden kaynaklanıyor. Seçimlerdeki demokratik yarışlar eğer parti içinde de tesis edilebilirse o zaman partiler kendilerini yenilemek durumunda kalırlar. Aksi takdirde bir parti başkanının değişmesi için ölmesi veya buna yakın bir şeyin olması gerekiyor. Bu kadar anti demokratik partilerden bu kadarlık bir demokrasi çıkması bile büyük başarıdır. 

Paylaş:

11 Ekim 2021 Pazartesi

Sert Anayasa


Sevgili arkadaşlar "sert/katı anayasa" deyince kanunların sert ve katı olduğu anayasa demek değil. Sert veya yumuşak anayasa denildiğinde bununla kastedilen maddelerinin değiştirilme süreçlerinin kolay veya zor oluşudur. Sert veya katı anayasa, maddelerinin değiştirilmesinin zor olduğu anayasalardır. Tersinden yumuşak anayasa ise maddelerinin değiştirilme rejiminin kolay olduğu anayasalardır.

Bazı maddelerin değiştirilme yasağı da sertliğin bir diğer şeklidir. Türkiye'de 1921 anayasası "Yumuşak anayasa" olarak kabul edilir. Çünkü içinde "değiştirilemez" bir madde yoktu. 1924 anayasası ile devletin şeklinin cumhuriyet olduğu ve bu maddenin değiştirilemeyeceği hükmü getirildi ve böylece 1924'ten bu yana yapılmış olan her üç anayasamız (1924, 1961, 1982) da "katı anayasa" olmuştur. Bunların içinde en sert olanı da 82 anayasasıdır. Çünkü diğerlerinde sadece bir madde değiştirilemezken 82 anayasasında ilk 3 madde değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemezdir.

Anayasanın değiştirilme rejimi (şekli, koşulları, kuralları) yine anayasada belirtilir.

Benim kişisel kanaatime göre anayasaların sık ve kolay değiştirilmesi doğru değildir. Elbette değiştirilebilmeli ama bir değişiklik yaptığınız zaman sizden sonra gelenlerin de benimseyecekleri bir değişiklik olmalıdır.

Yani ben biraz sert anayasadan yanayımdır. 🙂



Paylaş:

10 Ekim 2021 Pazar

Rurouni Kenshin, Meiji Kılıç Ustasının Romantik Hikayesi


Rurouni Kenshin'in hikayesi daha önce 80'li ve 90'lı yıllarda manga ve anime yapılmıştı. 2012'de William Ireton , Shinzô Matsuhashi yönetmenliğinde serinin ilk filmi çekildi ve şu ana kadar 5. film çekilmiş oldu. 

Ben bu yazıda 2012 yılında çekilmiş olan Kökler isimli ilk filmin kritiğini yapacağım. Diğerlerini de bilahare gerekli görürsem ayrı bir blog yazısında değerlendiririm.

Filmin Konusu

Meiji döneminin başlangıcında Battousai isimli üstün yetenekli genç bir samuray vardı. Battousai Shougun rejimine karşı ayaklanan isyancıların arasındaydı ve geleneksel samuraylara karşı amansız bir suikastçı (hitokiri) idi. İsyanın sonunda Meiji taraftarları galip gelmişti. Bu sırada Battousai ortadan kayboldu. Aradan 10 yıl geçti ve Meiji önderliğinde batı tarzı yeni bir düzen kuruldu. Battousai geçen süre içinde gezgin/avare bir yaşam sürer. Ağzı köreltilmiş ters katana'sı (uzun kılıcı) ile bir daha kimseyi öldürmemeye yemin etmiştir. Battousai, Kauro isimli genç bir kızın hayatını kurtardığında yeniden ortada görülmeye başladı.

İkilemler

Film ile ilgili çok fazla spoiler vermek istemiyorum. Sadece içerdiği bazı metaforlara işaret etmek istiyorum. Genellikle bu metaforlar da birer ikilem ve düalizm şeklinde ortaya çıkarlar.

Kılıç Öldürmek İçin mi, Korumak İçin midir?

Geleneksel Japon kılıç kültüründe “kılıç insanların hayatlarını kurtarmak ve yaşatmak içindir”. Ancak geleneksel değerler ve değerleri ayakta tutanlar zayıfladıkça bu temel felsefeyi tersine çevirenler de çıkıyor. "Kılıç kesmek ve öldürmek içindir" diyenler günden güne güçleniyor, daha örgütlü hale geliyor. Bu iyilik ve kötülük düalizmi Meiji Japonyasında nasıl bir hal alacak? Bir yandan geleneksel kılıç kültürü öbür yanda insanın yaşama hakkının alınayacağı şeklindeki batıdan mülhem yeni Meiji sistemi birbirine paralel gibi görünüyor. Ancak suç organize ve güçlü hale gelince kılıç, kesmeden ve öldürmeden sadece kurtarabilir mi?

Kaos ve Hukuksal Düzen

Yeni Meiji yönetimi toplumda bir düzen kurmaya çalışmaktadır. Meiji devrimi sırasında İmparatordan yana olan samuraylar artık yeni polis gücünü oluşturmuştur. Toplumda cinayetin hırsızlığın ve suçun olmadığı bir düzen kurulmaya çalışılmaktadır. Katana (kılıç) taşımak yasaklanmıştır.

Bununla birlikte bu dönüşüme direnenlerin çıkarmaya çalıştıkları bir kaos da vardır. Polis gücü bir taraftan hukuku yerleştirmeye çalışırken bir taraftan da rutin dışı olarak (bunun anlamı derin devlet) Battousai gibi üstün nitelikli hitokiri (suikastçı) adamları da kullanmak istemektedir. Ancak birçok üstün nitelikli hitokiri kendilerine daha fazla para veren çetelere katıldıkları için polis gücü zayıf ve çaresiz kalmaktadır. Eski suikastçı Battousai ahlaki nedenlerle öldürmeyi bırakmış ve bir daha öldürmemek üzere yemin etmişti.

Suçu Engellemek İçin Suçlular Öldürülebilir mi

Battousai genç kızın salonunu basan bir çeteye saldırmış ancak kesici olmayan katanası ile onları saf dışı bıraktığı halde kimseyi öldürmemişti. Çeteler ise sonraki günlerde polis karakolunu basar ve birçok polisi öldürür. Ölen polislerin anaları ve nişanlıları ağıt yakarken polis müfettişi Battousai’ye “o dövüştüğün suçluları öldürseydin bugün ölen bu polisler hayatta kalırdı” der. Suçu engellemek için suçluları öldürmek gerekir mi? Battousai kendisini yeniden hitokiri olmaya çağıran polis gücüne olumlu cevap verecek midir?

Kanun adamı olan polis müfettişi kanun dışı yöntemlerden medet ummaktadır. Aslında sistemin yaşadığı bu ikilem henüz Meiji’nin bocalama döneminde olduğunu ve hukuki düzeni tam olarak inşa edemediğini ve bunda bocaladığını gösterir.

Eski Çeteler ve Yeni Düzen

Her düzen değişiminde hemen görülebilecek bir şeydir. Eski düzenin etkili adamlarının bir kısmı yok olurken bir kısmı da değişime ayak uydurur ve yeni düzende yeniden nüfuz sahibi olurlar. Avrupada feodalizm yıkıldığında bütün feodal beyleri ve aristokratlar yağmurun altındaki tuz gibi erimiş değillerdi. Onların bir kısmı tasfiye olmuş olsa da bir kısmı da değişime ayak uydurup burjuvaya dönüştüler. Benzer bir durumu Meiji devriminde de görüyoruz.

Suçla Mücadele ve İnsan Hayatının Önemi

Battousai suçlu ve katil çete üyeleri ile dövüştüğü halde onları öldürmek istemez. Bu durum sadece suçlu ve katil olanla ilgili değildir. Suçluyu öldürerek cezalandıran sistem de böylece sertleşir katılaşır ve insan hayatına kıymayı daha kolay hale getirir. Battousai şöyle der: “Birini öldürdüğün zaman içinde bir öfke doğar ve bu öfke sadece sana daha fazla öldürme hissi verir. Bu kanlı döngüyü durdurmak benim katanamın amacıdır.”

Otoriter toplumlar ve siyasal sistemler hep “suçluları cezalandırmak” “suçu engellemek” adına otoriterleşmiş ve baskıcı sistemler de bu şekilde kurulmuştur. Öyle ise bu otoriter ve kanlı döngüyü durdurmanın yolu insanları kesmeyen bir katana kullanmaktır. Onları öldürmeden engel olunmalıdır. Rurouni Battousai’nin felsefesi budur.

Onura Karşı İnsan Hayatı ve Mutluluğu

Geleneksel Japon düşüncesinde “onur” çok önemli bir kavramdır. Aile’nin onuru, mensup olduğu okulun (bu kategori altında öğreti, ideoloji, din de sayılabilir) onuru, kişinin adının onuru ve hatta kılıcın onuru. Ortaya çıkan gizemli bir katil Battousai’nin hem adını hem de kılıcını kullanmaktadır. Battousai adının ve kılıcının kullanılması hakkında şöyle der. Bunların başkası tarafından kullanılması umurumda değil ama bu kadar kötü birinin kullanmasına izin vermeyeceğim.

Yine Kauro isimli kız babasının okulunun adını kirleten bir katil ile yüzleşmek istemektedir. Okulun onuruna sürülen bu leke affedilmezdir. Kauro kazanması ihtimali olmayan bir düşmana karşı gözünü kırpmadan ve ölümü hiçe sayarak dövüşmek istemektedir. Buna izin vermeyen Battousai Kauro’ya şöyle der: “Bu eğitim yerinin onuru hayatından vazgeçmeni gerektirecek kadar daha önemli değildir. Eminim, baban da bu eğitim yerinin onuru için kızının hayatından vazgeçmesini istemezdi.”

Battousai’ye göre bir okulun onuru, insan yaşamından daha önemli olamaz. Buna kanıt olarak da hiçbir babanın kızının yaşamına okulun onurunu tercih etmeyeceğini gösteriyor. Açıktır ki Japon toplumundaki onur kavramını sorguluyor.

Belki de bütün bunları Kauro’ya aşık olduğu için yapıyordur. Kim bilir?

Romantik Aşık mı Süper Kahraman mı?

Genç Battousai kusursuz bir kılıç ustası ve üstün yetenekli bir savaşçıdır. O her şeyin parayla satın alınabildiği Meiji döneminde parayla satın alınamayacak ender şeylerden biridir. Bir hitokiri iken çelik gibi sert bir iradeye sahip Rurouni (Avare/Berduş) Battousai yoksa romantik bir aşık mıdır? Genç kız Kauro’nun karşısındaki acemi sakar ve sempatik duruşu nasıl açıklanabilir?

Sonuç

Serinin ilk filminin adı Kökler (Origins)’dir. Burada Japon kültürünün köklerine bir gönderme var. Bununla birlikte yeni düzen de takdir edilmektedir. Filmin açılış sahnesinde askerlerine hitaben konuşan bir amiral batılı ülkeler örnek alınarak yeni bir düzen kurduklarını söylüyor; huzur ve mutluluk getiren bu yeni düzene takdirlerin sunulmasını istiyor. Japonlar Meiji düzenini takdir ediyorlar. Yeni düzenin getirdiği adalet, barış, insan hayatını koruma her ne kadar Japon kültürünün köklerindekiyle eşleşiyorsa da Meiji o kökleri ortaya çıkaran bir erdem sunuyor.

Paylaş:

6 Ekim 2021 Çarşamba

Neden geri kaldık?

İslam dünyası neden geri kaldı? Son iki yüzyıldır yüksek sesle sorulan bir soru bu? Aslında çok basit bir cevabı var ama bunu aşağıda açıklayacağım.

İslam Dünyasında bu soruya ilk ciddi cevap İslamcılık cenahından geldi. 19. Yüzyılın üçüncü çeyreğinde İstanbul'a gelen Cemaleddin Afgani şöyle demişti: "Hristiyanlık İslam'ın aksine geriletici bir dindir. Bu yüzden Batılılar Hristiyanlık'tan uzaklaştıkça ilerledi biz ise İslam'dan uzaklaştıkça geriledik."

Bu görüş ve söylem o gün bugündür İslamcılık için kurumsal bir düşünceye dönüştü. Sonradan gelen bir çok islamcı münevvirde bu sözleri bulabilirsiniz. Misalen geçenlerde Bediüzzaman'ın Hutbe-i Şamiye'sini okuyordum orada da aynı şeyleri anlatıyor. Bu görüş günümüzde de İslamcılar ve dindar Müslümanlar arasında hala geçerlidir.

Peki doğru mu?

Bana göre yanlış hem de çok yanlış. 😃

Dünyevi kalkınmanın yolu dünyevi yol ve yöntemlerden geçer. Eğer matematikte geri kalmışsan bunun nedeni hadis ilmini öğrenememiş olman değil. Matematikten kaldıysan matematik çalışacaksın. Bu kadar basit.

Müslümanlar dinin herşeye rengini veren Allah'ın boyası olması konusunu yanlış anladılar. İslam ahlakı ile ahlaklanmayı bireysel planda değil de herşeye karışan fukeha ruhban sınıfı ve din teokrasisi olarak yorumladık.

İslam bu değil; ruhban sınıfı ve din teokrasisi hıristiyanlığı öldürdüğü gibi kesin olarak müslümanlığı da öldürür.


 

Paylaş:

27 Eylül 2021 Pazartesi

Yine yeniden Kürt Sorunu

Kürt sorunu kavramı muhalefet tarafından yeniden gündeme getirilerek servis edildi. Bana sorarsanız bu aşamada bir "Kürt sorunu" olduğunu düşünmüyorum. Ülkede genel anlamda bir demokratikleşme, hukukun üstünlüğü, ekonominin kötü gidişatı gibi sorunlar var. Ama Kürt sorunu neden olsun ki? Kürtler kurumsal bölgesel anlamda negatif bir ayrımcılığa tabi tutulmuyor. Halihazırda bir inkar politikası filan da yok.

Ak Parti'nin MHP ile cumhur ittifakını kurarak sert milliyetçi bir çizgiye gelmiş olması sorun tabi ki. Yine de bunun Kürtlere yansıyan bir tarafı olduğunu düşünmüyorum.

Kürt sorunu için şu anda iki konu gündeme getiriliyor:
Biri anadilde eğitim öteki de özerk yönetim. Ancak bu ikisini de doğru bulmuyorum.

Anadil eğitimi ile anadilde eğitim farklı şeyler. Anadil eğitimi yerel dillerin de eğitiminin verilmesidir. Çözüm süreci sırasında denendi ancak Kürtler seçmeli Kürtçe dersini seçmedi. Nedeni genellikle anadil eğitimi değil anadilde eğitim olsun diyorlar. Yani zorunlu olarak bütün eğitim Kürtçe olsun diyorlar. O zaman Türkçe öğrenemeyeceksiniz. Yılda 70-80 bin çeşit Türkçe kitap basılıyor. Bunlardan faydalanamayacaksınız. Kürtçe kaç çeşit kitap var ki? Eğitimi yerel bir dilde zorunlu eğitim yapmanın hiçbir rasyonel mantığı yok.

Özerk yönetim konusuna gelince o tamamen çıkmaz sokak. Yönetimin ırk, din, mezhep, meşrep vs ye göre parçalanmasını son derece yanlış buluyorum.

Paylaş:

23 Eylül 2021 Perşembe

Batı Karşıtlığı Niçin Anlamlıymış?

Şimdi "Batı Karşıtlığı" konulu yazılara makalelere bakıyordum. Fahrettin Altun'un Setav'daki 2015 tarihli "Batı Karşıtlığı Niçin Anlamlıdır" başlıklı yazısına denk geldim.

Batı karşıtlığının olması gerektiğini, anlamlı olduğunu, haklı olduğunu ve bu haklı gerekli anlamlı karşıtlığı sürdürmenin giderek zorlaştığını filan anlatıyor.

Fahrettin Altun kardeşimiz (benden 2 3 yaş küçük) siyaset bilimi profesörü. Mütedeyyin kesimin kurduğu bazı üniversitelerde dekanlık yapmış ve şu anda da Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı görevini icra ediyor.

Bana sorarsanız Batı karşıtlığının hiçbir haklı ve anlamlı tarafı da bulunmamaktadır. Batıda kötülük olduğu gibi iyilikler de var. Haksızlık yapanlar olduğu gibi haksızlığa karşı çıkanlar da var. Rachel Corrie'yi Filistin'e gelip müslüman bir aileyi savunmak için hayatını kaybetmesine sebep olan müslümanlığı değildi. Batı kültüründen öğrendiği hak arayışı idi. Daha 1500'lü yıllarda Amerika İspanyollar tarafından işgal edildiğinde bu haksızlığın karşısında dikilen rahip Bartolome De Las Casas da batılı idi.

Savunma refleksi ile sürekli batıyı suçlamanın da İslam dünyasına ve müslümanlara hiçbir faydası da yoktur. Hele batıya yönünü dönmüş olan Türkiye için bu daha da vahim bir durumdur. Bunu eğitim ve siyasetin tepesindeki kişilerin yapması ise trajedimizin fotografı olsa gerek.



Paylaş:

8 Eylül 2021 Çarşamba

Hz. Ömer'in aynadaki beyaz kılı

Denilmiştir ki;

Hz. Ömer kendi parası ile bir adam tutmuş ve o adam her gün gelip kendisine "Ey Ömer Allah'tan kork, ölüm var!" demesini istemiştir.

Bir gün Hz. Ömer adama artık gelmemesini buyurmuşlardır. Sebebini de "Aynada ağaran saçımı sakalımı gördüm artık o bana ölümün yakın olduğunu hatırlatıyor" demişmiş. 😏

Külliyen yalan.
Anakronizme hoş geldiniz.

Arkadaşlar şimdi ayna dediğimiz o alet hemen hemen modern bir icattır. 17. yüzyıldan önce bugünkü gibi bir aynadan bahsetmek mümkün değildir. Ondan önceki dönemlerde metal nesneler parlatılarak ayna görevini görmesi sağlanıyordu. Demir, bakır, krom ve en iyisi de gümüştü. Öyle olduğunu farzetsek bile en iyi parlatılmış gümüş yüzey günümüzdeki ayna ile hiçbir şekilde kıyas edilemez. Orada silüet halinde yansımanı görebilirsin ama öyle beyaz kılı gösterecek kadar hassas olması zaten imkansızdır. Kaldı ki eski zamanlarda hele ki sahabeler döneminde bu şekilde aynanın kullanıldığına dair bir bilgi de yoktur.

İnsan insanın aynasıdır da buradan gelir. Çünkü kendi yüzündekini göremezsen de arkadaşının yüzünü görürsün ve arkadaşın da senin yüzünü görür. Böylece insanlar birbirine ayna olmuştur.



Paylaş:

6 Eylül 2021 Pazartesi

Bitkisel kazıktan uzak durun

Değerli okurlarım bitki, sebze, meyve filan bunlar iyi şeyler. Bitki çayları filan da harikadır. Ancak bir bilhassa bir firma veya bir doktor tarafından hazırlanmış bitkisel drog (hap), merhem vs şeylerden bilhassa uzak durun.

İki nedeni var:

1) Hiçbir faydası yoktur. Bir fayda görürseniz de plasebo etkisidir. Yani psikolojik olarak etki etmiştir.

2) Sizi kazıklamak için yapılmıştır. Bir kutu bitkisel ilacının fiyatı bir kutu Aspirinden fazla ise bilin ki o para için yapılmıştır ve para için yapılan şeyde de sağlık da yoktur.

Hem paranızdan hem de sağlığınızdan olmayın. Gidin bir aktara ne istiyorsanız ordan 100 gr 200 gr alın kaynatın için. Ama öyle doktorun hazırladığı filan bunlar profesyonel sahtekarlık. Çünkü o doktorsa yaptığı bu tür ilaçları kendisine doktorluk diplomasını veren tıp kurumları zaten onaylamıyor. Kendisine o diplomayı veren okullar kurumlar, yaptığı o işi sattığın o ilaçları onaylamıyorlar. O zaman o doktor değildir otacı olabilir belki.

Not:
1 kutu Aspirin 5 lira
1 kutu bitkisel drog 100-150 lira



Paylaş:

5 Eylül 2021 Pazar

Adalet değil "Haklar"

Doğu insanının hemen her şeyi adalete hamletmek gibi bir eğilimi var. Aslında bu eğilim bir zaaf. Bizzat sorunun ve toplumsal geri kalmışlığın köklerinde bu adalet duygusunun oluşturduğu olumsuz yapı vardır.

Her şeyden önce doğu siyasal düşüncesinde adalet bir sistemdir. Bireyin münferiden hak arayışını destekleyen bir eylem değil, bir sistemin/rejimin devamlılığını sağlayan bir düzenek ve bir rejimdir.

Sasani imparatoru Erdeşir'e kadar uzanan bir düzendir bu. Bu düzen tüm İslam ülkelerine de geçmiştir. Osmanlı klasik dönemi de Adalet Dairesi (Daire-i Adl) denilen bu sisteme dayanan bir siyasal yapıdır.

Adalet Dairesi'nin tanımına bakarsak şunu görürüz: Adalet için devlet, devlet için hukuk, hukuk için padişah, padişah için asker, asker için mal (bütçe) mal için onu üretecek reaya ve reayayı padişaha bağlayacak olan adalet... Döngü tamamlanmıştır.

Görüldüğü gibi Adalet'in bireysel hak arayışı ile ilgisi bulunmamaktadır. Adalet padişahın saltanatının süregitmesi için kurgulanmış bir çark ve bir düzendir. Bu sistemde bireysel haklar o kadar önemli değildir. Şeriatın kestiği parmak acımaz. Sen parmağı kesilen bireye "acıdı mı" diye sormadın tabi. Parmağının acımadığına onun adına toplum veya düzen karar verir. Çünkü adalet sağlanmıştır.

Doğu insanının adaletten anladığı budur.



Paylaş:

4 Eylül 2021 Cumartesi

Dünya BEŞ'ten büyük mü?

"Dünya beşten büyüktür" deyince hemen aklınıza BM gelir. Veya tersinden BM deyince de bazılarımızın aklına hemen "dünya beşten büyüktür" lafı gelir. 😆

Neyse ben başka bir şey anlatacağım, ama iyi dinleyin (pardon okuyun) bak. 😀

Şimdi olayın hikayesi uzun ama ben kısa anlatacağım. 1. Dünya savaşında ABD ve Avrupa "bir daha böyle yıkıcı savaşlar olmasın sorunları ortak bir platformda çözelim" diye Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti) adlı bir uluslararası organizasyon kurarlar. Ancak Milletler Cemiyeti zayıf kalır ve 1. sinden daha şiddetli olarak 2. Dünya savaşı patlak verir.

Bu kez 1941'de henüz savaşın en şiddetli olduğu dönemde Roosevelt ve Churchill Atlantik Bildirisi adlı bir bildiri yayınlarlar. Bu bildiri Birleşmiş Milletler örgütünün temel kurucu fikrini içerir. Böylece Müttefik ülkeler savaş boyunca bu BM fikrini geliştirir.

2. Dünya savaşında aslında birçok peyk ülke katılmıştır. Ancak müttefikler cenahında savaşın asıl yükünü taşıyan 5 ülke vardır. Onlar da sizin de bildiğiniz dünyadan büyük olmayan o beş ülke var ya işte onlar: ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin'dir.

1943'e gelince Müttefik ülkeler Türkiye'nin de savaşa katılması için çok büyük baskı uygularlar. Türk ordusunu silahlandıracaklar, Ege'deki adaları verecekler, Batı Trakya ve Bulgaristan'dan da toprak verecekler. Ayrıca da kurulacak olan BM örgütünde 5 daimi üye arasında 6 üye olmayı da teklif ederler.

Aslında o tarihte Almanların kaybedeceği kesinleşmişti. Almanlar Rusya'nın Stalingrad şehrinde durdurulmuş, Kuzey Afrika'daki cephelerde yenilmiş ve Mihver devletlerinden İtalya da saf dışı bırakılmıştı. Yani Türkiye'nin kaybedenler tarafında olmayacağı çok açıktı.

Ancak Türk siyasi iradesi aşırı korkak ve çekingen davrandılar. Sebebi de Almanlar değil Ruslardı. Ruslar Almanları durdurunca ve Türkiye'nin de artık Almanya'nın tarafında savaşa girmeyeceği kesinleşince Türkiye ile ilişkileri koparmış Boğazlar üzerinde hak iddia etmiş ve Doğu Anadolu'dan da toprak istemişlerdir. Bu yüzden Türkiye bu sonu geciktirmek ve Rusya da Almanya karşısında daha çok yıpransın diye Rusya'nın tarafında savaşa katılmadı.

Tabi bu politika da işe yaramadı. Rusya savaştan daha güçlenmiş olarak çıktı ve Avrupa'nın yarısını işgal etti, Türkiye ve hatta Yunanistan'dan da toprak istedi. Sonuçta Türkiye de Rusya tarafından yutulmamak için tarafsızlık politikasını terkedip Batı ittifakına angaje oldu.

Neden Türkiye'nin de veto hakkına sahip 6 daimi üyesinden biri olmadığını ve bu üye sayısının neden 5'te kaldığını anladınız.


 

Paylaş:

3 Eylül 2021 Cuma

Hukukcular siyasetçileri yargılayamaz

Sağda solda görüyorum. Muhalifler Ak partililere "seçimi kaybedecek ve yargılanacaksınız" diyorlar.

Nerden tutsan elinde kalır.

Evet hukukçular siyasetçileri yargılayamaz.

Af buyurun FETÖ'nün de en büyük aptallığı buydu. Zannettiler ki bir savcı iki polis müfettişi bakanların evine operasyon yapıp onları yargılayacağız. Hayır arkadaşlar, bakanları yargılayamazsınız. Hele Cumhurbaşkanını hiç yargılayamazsınız. Türk siyasal tarihinde bunun bir emsali yoktur.

Yargı yasamayı yargılayamaz. Olması gereken de budur. Çünkü Yasama Yürütme ve Yargı birbirinden kesin çizgilerle ayrılmalıdır. Birinin ötekiler üzerinde tahakküm kurması önce otoriterliğe sonra da totaliterliğe yol açar. Mesela Yürütme (idare) de yargıyı denetleyemez. Örneğin hakimler ve savcılar idari görevleri bakımdan Adalet bakanlığına bağlı olduğu halde yargı görevleri bakımından bağımsızdırlar. Yani savcıya hakime yaptığı görevinden dolayı Adalet bakanlığı soruşturma açamaz disiplin cezası veremez, meslekten ihraç edemez, görev yerini değiştiremez. Çünkü Adalet bakanlığı Yürütme'nin bir parçasıdır. Yürütme Yargı üzerinde böyle bir denetim kuramaz.

Aynı şey yasama için de geçerli. Yasama dokunulmazlığı denilen şey siyasetçileri yargı alanının dışında tutmaktadır. Elbette siyasetçiler de yargılanır ama kendi mekanizması vardır. Her şeyden önce bir milletvekilinin yargılanabilmesi için meclisin içinden yasama dokunulmazlığının kaldırılması gerekmektedir.

Cumhurbaşkanı ve bakanlar ise ancak Yüce Divan sıfatı ile Anayasa Mahkemesi tarafından yargılanabilir. Anayasa Mahkemesi de doğrudan yargılamayı ele alamaz. Cumhurbaşkanının Yüce Divana sevkedilebilmesi için Meclis tam çoğunluğunun 2/3'sinin oyu (400 oy) gerekir. Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar için de 3/5 oranında (360 milletvekili)nin oyu gerekir.

Ayrıca diyelim ki seçimi kazandınız ve bir şekilde sabık cumhurbaşkanını ve bakanları Yüce Divana gönderdiniz. Anayasa Mahkemesi üyeleri de bağımsızdır, sizin istediğiniz kararları verecek mi? 😃

Onçün, böyle saçma sapan abuk subuk şeylere tevessül etmeyiniz. İktidara verilebilecek en büyük ceza onu bir daha seçmemektir.

Birileri de diyor ki, "Ama Menderes'i yargıladılar". Yok kardeşim, Menderesi hukukçular değil askeri cunta yargıladı. Burada hukuk devletinden bahsediyoruz. Anayasal düzeni devirip "hukuk benim" diyen bir cuntadan bahsetmiyoruz.


 

Paylaş:

18 Ağustos 2021 Çarşamba

Şeriatı nasıl yorumladığınız önemli

Taliban İnsan hakları, kadın hakları vs hatırlatıldığında "müsterih olunuz, kadın ve insan hakları şeriatın teminatı altındadır" diyor. Kulağa hoş geliyor. Bizde de bir atasözü "Şeriatın kestiği parmak acımaz" der.

Sorun şudur:

Şeriatı nasıl yorumladığınız önemli. Bir hüküm verdiğiniz zaman insanın maddi ve manevi varlığının ve haklarının kutsal olduğu noktasından hareket etmek var, bir de bunu hiçe sayan keyfi uygulamalara göre yorumlamak var.

Şimdi örnek verelim. Diyelim ki şeriatta bir suçun cezası 10 kırbaçtır. Suçluya 11 kırbaç vurursan onun hakkına girmiş olursun. Haddi aşma kavramı burdan gelir. Çünkü onun hadd cezası 10 kırbaçken sen haddi aşıp 11 vurdun. Şeriat sana 10 kırbaç at diyor ama sen bu kişi nasılsa suçludur diye hızını alamayıp 15 kırbaç atıyorsun. Burada o kişiye, suçlu bile olsa Allah'ın özene bezene yarattığı o kişiye fazladan 5 kırbaç vurdun ve bunu şeriat sanıyorsun.

Başka bir örnek verelim: Recm ile ilgili geçen hadislerden birinde şöyle der. Hz. Ali'ye zina yapmış biri getirildi. Hz. Ali önce onu 100 değnek vurarak haddetmiş, sonra da taşla recmetmederek öldürmüş. Ve şöyle demiş: Onu Allah'ın kitabına göre haddettim, peygamberin sünnetine göre de recmettim. Oldu olacak recmetmeden önce derisini de yüzseydin. 😞 

Zina ile ilgili hadisler bekar olanların 100 değnek ile evli olanların da recmedilerek cezalandırılacağını söylüyor. Bu durumda Hz. Ali'nin önce had sonra da recmettiği kişi hem bekar hem de evli olamayacağına göre hakkettiğinden daha fazla bir ceza verilmiş ve hakkına girilerek ona zulmedilmiştir.

Hadis doğru ise açıktır ki Hz. Ali o kişiye zulmetmiştir. Modern hukukta bile masumiyet karinesi öncelikli ve sanığın lehine iken, islami hukukta suçlama ve cezalandırma karinesinin sanığın aleyhine bu kadar keyfi olarak kullanılması nasıl şeri olabilir? Nasıl bir islam, nasıl bir merhamet dinidir bu?

"Bana kul hakkı ile gelmeyin" diyen meşhur kutsi hadis "para borcu"nu kastetmiyor. Kulun hakkına girmişsen onu dövmüş, işkence yapmış, aşağılamış, maddi ve manevi bütünlüğüne saldırmış onun hakkına girmiş ve hele ki onu öldürmüşsen, o zulüm ile bana gelme diyor.

"Gerçekten mü'min erkeklerle mü'min kadınlara işkence edip de sonra tevbe etmeyenler var ya; onlar için cehennem azabı vardır. Yine onlar için yakıcı ateş azabı vardır." (Buruç 10)

Paylaş:

Ama siz de Kızılderilileri öldürdünüz

Bir zaman Taha Kıvanç'ın (Fehmi Koru) anlattığı bir fıkra vardı. Ben de bu fıkrayı zaman zaman alegori olarak kullanırım. Bu yüzden fıkramız da şuracıkta dursun. Fıkra şöyle idi:

Soğuk Savaş yılları. Amerikalılar Rusları ülkelerine dâvet eder ve övündükleri tesislerini gezdirirler. Sovyet yönetimi karşılık verme gereği duyar ve bir grup Amerikalı Moskova'ya dâvet edilir. Ruslar da nelerle övünüyorlarsa onları konuklarına gösterirler.

Kremlin... Moskova devlet sirki... Ve sonunda Moskova metrosu... Rus mihmandar, kalkan treni göstererek, "Bizde her şey dakiktir" der ve ekler: "Gördüğünüz gibi tren yeni kalktı, bundan sonraki tam altı dakika sonra platformda olacak.." Hepsi birden beklemeye başlarlar... Altı dakika geçer, tren gelmez... 16 dakika geçer, tren gelmez... 26 dakika geçer, tren gelmez... Amerikalıların saatlerine bakarak huzursuzlandıklarını gören Rus mihmandar, sinirli sinirli, "Ama siz de Kızılderilileri öldürdünüz" deyiverir...

Paylaş:

6 Ağustos 2021 Cuma

Devlet-i Aliye mi Al-i Osmani mi?

Devleti Aliye şimdiki tarihçilerin uydurduğu gibi "büyük devlet" anlamına gelmez. Bire bir günümüz Türkçesi'ne çevirirsek "Yüce devlet" anlamına gelir. Halil İnalcık Hocanın aktardığı şekil ise "Devleti Aliyye-i Osmaniye" (Yüce Osmanlı Devleti). Fakat eski tarihçiler eski müdevvinler bu şekilde adlandırmıyordu. Mesela Aşıkpaşazade kendi tarih kitabını adlandırırken "Tevarihi Al-i Osmani" demiştir. (Osmanoğullarının Tarihleri). Kemalpaşazade'nin kitabının adı da aynı şekildedir. Yine Kavanini Al-i Osmani. (Osmanoğullarının kanunları)

Aslında Devleti Aliyye kavramı 19. yüzyılın ortalarından itibaren kullanılmaya başlanmış. Bu tarihten sonraki kaynaklarda kullanımına rastlanmaktadır. Kuran'da devlet kelimesi geçer ama bugünkü kullandığımız anlamda yani "state" anlamında değil, daha çok zenginlik, bahtlılık ve maddi güç anlamında kullanılmıştır. Tüm islam tarihinde de "devlet" adını kullanan bir hanedanlık da yoktur zaten. Bu yeni ve modern bir kavramsallaştırmadır. Ondan önce "Al-i Selçuk", "Al-i Osmani" şeklinde tesmiye ediliyordu.

Bununla ilgili İslam ansiklopedisinin "devlet" maddesine bakabilirsiniz.

Evet Osmanlı'da ciddi bir kurumsallaşma var. Ancak bu kurumsallaşma devletin hemen hemen padişahtan ibaret olduğu gerçeğini değiştirmez. Yasal bakımdan Osmanlı padişahının yetkileri sınırsızdır. Şeriat padişahı bağlayan değişmez yasalardır. Ancak padişahın şeriat kanunlarıyla çelişecek bir durumu yoktu. İhtiyacı olduğunda da örf kanununu kullanarak bunu devre dışı bırakabiliyordu. Kardeş katli fetvasında olduğu gibi. Siyaseten katl fetvaları da şeriata göre değil, örfi hukuka göre veriliyordu. Fetva makamı (şeyhulislam ve kazasker) zaten kendisine tabidir. Örneğin İngiliz monarşisinde olduğu gibi bağımsız bir yargı da yoktur. Yasal bakımdan Osmanlı padişahı Avrupa krallarından daha fazla yetkiye sahiptir. Avrupa'da kral, dini otorite olarak papanın otoritesini tanımak zorundaydı. Ama padişah karşısında dini otorite olan şeyhülislamın bir otoritesi söz konusu olamazdı.

Tabi teoride böyle olmasına rağmen pratikte çok sorunlar çıkmıştır. Devletin en güçlü olduğu dönemlerde halkın bir kesiminin karıştığı Celali isyanları 150 yıl sürmüştür. Yeniçeriler birçok kez ayaklanarak padişahı tahttan indirmiş bazısını öldürmüştür. Demek ki tam muktedir de sayılmayabilir. 😊

Buna rağmen Osmanoğulları yetkilerini paylaşmak konusunda son derece cimri davranmışlardır. Bir misal vereyim. Kabakçı Mustafa Paşa yeniçeriler liderliğinde isyan ederek 3. Selimi tahtan indirir ve yerine 4. Mustafayı tahta çıkarır. Diğer alternatifleri öldürmek için 3. Selim ve 2. Mahmut infaz edilmek istenir. Sadece 2. Mahmut Alemdar Mustafa Paşa'nın yardımı ile kurtulur ve tahtı ele geçirir. Alemdar Mustafa Paşa bu konuda bazı ayanların desteğini almıştı. Bu desteklerine karşı o da ayanlara bazı haklar verilmesini sağlayan "Sened-i İttifak" belgesini padişaha imzalatmıştı. Fakat padişah bundan hiç memnun olmadı ve olaydan yaklaşık bir hafta sonra onu yeniçerilere yem yapmıştı. 


Paylaş:

Saltanat'ın kaldırılması İngilizler'e atılmış bir kazıktı

Atatürk'ün Saltanat'ı kaldırması İngilizlere atılmış en büyük kazıktır. Biz İslamcıların zannettiği gibi İngilizlerle anlaşıp saltanatı halifeliği kaldırmış değil. Bilakis İngilizlere rağmen yapmıştır. İngilizlerin elindeki büyük kozu almıştır.

İngiltere zaten Monarşi ile yönetilen bir ülkedir. Avusturya Başbakanı ve Prensi Metternich 1815 Viyana kongresinde Fransız devriminin getirdiği halkçılık ve cumhuriyetçilik akımına karşı monarşik sistemlerin korunması için bir pakt kurar. Böylece Avrupadaki her halk hareketi şiddet yoluyla bastırılır. Metternich Osmanlıyı da korumaya almıştır. Metternich Sisteminin en büyük savunucusu de zaten İngiliz kralı ve Rusya çarı olmuştur.

Bu yüzden İngiltere saltanatın kaldırılmasına çok bozulmuş, Lozan'da yeni Türk cumhuriyetine adeta ateş püskürmüştür. Lozan'dan sonra Yunanistan dahil bütün itilaf devletleri ile ilişkiler düzeltildiği halde İngiltere ile 1926'ya kadar ilişkiler düzeltilememiştir.

Saltanatın kaldırılması iyi oldu. Türk siyasal hayatında monarşiyi kaldırmak gecikmiş bir hamle idi. Osmanlı hanedanlığı son iki yüzyıldır milletin sırtında bir kamburdan başka bir şey değildir. O tarihlere gelene kadar dünyanın bir çok yerinde saltanat ve krallık kaldırılmıştır. Brezilya'da 1889'da imparatorluk kaldırılmış cumhuriyet kurulmuştur. Almanya'da 1. Dünya savaşının bitimiyle birlikte imparatorluk yıkılmış yerine Weimar Cumhuriyeti kurulmuştur. Ruslar da 1917'de Çar'ı göndermiştir. Ee biz ne yapacaktık, Abdülmecid'i ve sarayını mı besleyecektik?

Dikkat edin saltanatla yönetilen bir devlet devlet bile değildir. Aşiret devleti dedikleri şeydir. Osmanlı aşiretinin devleti. Devletin sahipleri onlar, geriye kalan herkes tebaa, herkes kul... Padişaha hitap ederken herkes "kulunuz" diye hitap ederdi. Herkes padişahın kuluydu ve mülküydü işte. Daha uzatmaya gerek yok.



Paylaş:

26 Temmuz 2021 Pazartesi

Osmanlı'da Halifelik

Osmanlı Hilafet Sancağı

Tarihte Osmanlı'nın halifelik makamını kullandığı bir kaç ender vaka vardır. 

Bunlardan ilki Küçük Kaynarca Antlaşmasıdır. 1774'te 4 yıl süren Osmanlı Rus savaşında Osmanlı mağlup olmuştu. Bunun üzerine Osmanlı için şartları gayet ağır olan Küçük Kaynarca antlaşması imzalandı. Bu antlaşmada Rusya Osmanlı ülkesindeki Ortodoksların himayesini üstlendi. Aynı şekilde Kırım ve Tatar Müslümanlarının da dini bakımdan Halife'ye bağlanmasına izin verdi. Fakat Ruslar kısa bir süre sonra onu da kullandırmadılar. 

İkincisi Trablusgarp'ı (Libya) işgal eden İtalya bir süre uğraşmış fakat Libya'daki direniş de devam etmiştir. 1912'de Osmanlı ve İtalya arasında yapılan Uşi antlaşması ile Osmanlı Libya'yı İtalya'ya terk etmiş fakat İtalya da Libya Müslümanlarının dini önderlik bakımından halifeye bağlanmasına izin vermiştir. 

Üçüncüsü de 1. Dünya savaşında Osmanlı halifesinin "Cihad-ı ekber" (Büyük cihad) ilan etmesiydi. Yani tüm dünya müslümanlarını İtilaf devletleri küffarına karşı cihat etmeye çağırdı. Muhakkak bunun biraz yankısı olmuştur. Ancak bu da son derece sınırlı olmuş olsa gerektir. Örneğin Hindistan'daki müslümanlar İngilizlere karşı ayaklanmadı. Arap ve diğer müslüman milletler de bu cihat çağrısına pek uymamıştır. Elbette istisnalar olmuştur. Ama islam dünyasındaki büyük kitle harekete geçmemiştir. 

Açıkçası Hilafet makamı yüzyıllardan beri zaten içi boşaltılmış bir kurumdu. Örneğin 19. yüzyılın sonlarına 20. yüzyılın başlarına doğru Rusya Orta Asya Türk ve müslüman hanlıklarını bir bir yutmaya başladığında bunlar finans, askeri modernizasyon ve silah yardımı için Osmanlı halifesine başvurmuş, fakat Osmanlı da Rusya'nın tepkisini çekmemek için bunlara yardım edememiştir. Buhara hanlığı, Hive Hanlığı, Hokand Hanlığı vs.

Sonuç, Atatürk saltanatı kaldırdığında halifeliği hemen kaldırmamıştır. Hatta cumhuriyetin ilanından sonra da kaldırmamıştır. Muhtemelen ilk başlarda bundan faydalanmak istenmiştir. Ancak bütçe tartışmaları sırasında Halife Abdülmecit Efendi kendisine tahsis edilen bütçeyi beğenmeyip itirazda bulununca hilafet lağvedilerek halifelik hakkı TBMM'nin manevi şahsına tevdi edildi. Ne miktar bir bütçe talebi oldu bilmiyoruz. Amma velakin, günümüzde Diyanet'in bütçesi 13 milyar TL'yi bulmuşken Halife Abdülmecid'e haksızlık yapılmış olabileceği kuvvetle de muhtemeldir. 


Paylaş:

25 Temmuz 2021 Pazar

Cumhuriyet Burjuvası ve Tatil

Daha Cumhuriyet'ten önce 1913'ten itibaren İttihat ve Terakki Partisi iktidarında Milli İktisat adı verilen bir program uygulanmaya başlanmıştı. Her ne kadar bu programın adı Cumhuriyet'ten sonra kullanılmadıysa da Milli İktisat Cumhuriyet döneminin de ana programı oldu.

Peki nedir bu Milli İktisat?
Özetle milli burjuvaziyi yaratma programı.

Biliyorsunuz Osmanlı'da bir Burjuva sınıfı yoktur. Burjuva sadece çalışan üreten ticaret yapan zenginleşen kesim demek değil. Aynı zamanda bir yaşam biçimi olarak da burjuva modellenmelidir. Bu yüzden Atatürk bu tarz bir Burjuva yaşamının prototipi de çizmiştir. Atatürk'ün özellikle plajda uzanırken sahilde yüzerken veya salıncakta sallanırkenki tatil ve dinlence görüntülerini paylaşması, işte o çok çalışan üreten ama tatil zamanlarında da tatil keyfini yapıp dinlenen Türk burjuvasının profilini çiziyor model oluyor. Aratürk'ün yaptığı tabi ki bilinçli bir şeydi. Çünkü bir Burjuva sınıfı yaratmaya çalışıyordu.

Şimdi CHP ve Kemalistler de dikkat ederseniz aynı görüntüleri taklit ediyor. Mesela Ekrem İmamoğlu da tatil sahil plaj görüntülerini paylaşıyor "Bakın biz yıl boyunca çok çalıştık işte bir hafta da tatil yapıyoruz" diye mesaj veriyor aklınca 😃

Şimdi tatil yapmak kültürü sadece CHP ye kemalistlere özgü değil bizim müslüman burjuva da tatil yapıyor. Peki hiç Ak Partili önemli bir yöneticinin tatil fotosunu gördünüz mü? Göremezsiniz çünkü paylaşmazlar. Size oy veren insanlar o tatilleri yapamıyor. Bu yüzden böyle şeyleri paylaşmak zaten seçmenine karşı bir görgüsüzlüktür.

Ekrem İmamoğlu! Bu tatil görüntülerini paylaşmaktan vazgeç lütfen. Biraz aklın varsa vazgeç 😊😊

Paylaş:

24 Temmuz 2021 Cumartesi

Ulus Devlet ve Lozan Antlaşması


Türkiye'nin modern anlamda bir "ulus devlet" sistemini inşa etmesi Lozan Antlaşması ile sağlanabilmiştir. Burada ulus devlet ile kastedilen bir ırk/etnisite temelli devlet değildir. Ulus devlet modern anlamdaki devlet birimidir. 

Devlet üç temel unsurdan meydana gelir: 

  1. Sınırları çizilmiş bir ülke 
  2. Üzerinde yaşayan bir halk 
  3. Hukuk düzeni üzerine kurulu siyasal bir otorite. 

Tek vatan tek millet tek bayrak derken kastedilen budur. Osmanlı'da sınırlar net değildir. Bir millet değil, dört millet vardır: Müslümanlar, Yahudiler, Rumlar, Ermeniler. Lozan'da Osmanlı'daki dört millet sistemi terkedilmiş, buna karşın Türk uyruğu ile tek millet sistemi benimsenmiştir.

Lozan'ın sağladığı en önemli şeylerden biri kuşkusuz ülke sınırlarının net bir şekilde tespit edilmiş olmasıdır. Osmanlı'nın sürekli toprak kaybetmesi de ülke sınırlarının tam olarak net olmamasıdır. Osmanlı'da sınırlar gücünün ulaştığı yerdir. Haliyle gücünün doruğunda iken sınırlar genişler güç kaybettiğinde de sınırlar daralır. Bütün imparatorluk devletleri de böyle idi.

Bu güç ve sınır ilişkisi bütün ülkeler için geçerli değildi. Örneğin ABD'nin 19. yüzyıldan beri yani yaklaşık 150 yıldır sınırları değişmemiştir. Aslında ilk defa Vestfelya Antlaşması nda ortaya çıkan bu sistem Amerikanın 1918'de ortaya koyduğu Wilson ilkeleri ve yine 1929'da uyguladığı Kellogg Paktı ile diğer ülkelere de dayatıldı. 1933'te Uruguay'ın başkenti Montevideo'da kabul edilen konvansiyona göre içişlerine müdahale edilmeyen egemen ulus devletin tanımı kabul edildi.

Türkiye bu sisteme Lozan Antlaşması ile dahil oldu.

Paylaş:

Blog Arşivi

İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *