18 Ağustos 2021 Çarşamba

Şeriatı nasıl yorumladığınız önemli

Taliban İnsan hakları, kadın hakları vs hatırlatıldığında "müsterih olunuz, kadın ve insan hakları şeriatın teminatı altındadır" diyor. Kulağa hoş geliyor. Bizde de bir atasözü "Şeriatın kestiği parmak acımaz" der.

Sorun şudur:

Şeriatı nasıl yorumladığınız önemli. Bir hüküm verdiğiniz zaman insanın maddi ve manevi varlığının ve haklarının kutsal olduğu noktasından hareket etmek var, bir de bunu hiçe sayan keyfi uygulamalara göre yorumlamak var.

Şimdi örnek verelim. Diyelim ki şeriatta bir suçun cezası 10 kırbaçtır. Suçluya 11 kırbaç vurursan onun hakkına girmiş olursun. Haddi aşma kavramı burdan gelir. Çünkü onun hadd cezası 10 kırbaçken sen haddi aşıp 11 vurdun. Şeriat sana 10 kırbaç at diyor ama sen bu kişi nasılsa suçludur diye hızını alamayıp 15 kırbaç atıyorsun. Burada o kişiye, suçlu bile olsa Allah'ın özene bezene yarattığı o kişiye fazladan 5 kırbaç vurdun ve bunu şeriat sanıyorsun.

Başka bir örnek verelim: Recm ile ilgili geçen hadislerden birinde şöyle der. Hz. Ali'ye zina yapmış biri getirildi. Hz. Ali önce onu 100 değnek vurarak haddetmiş, sonra da taşla recmetmederek öldürmüş. Ve şöyle demiş: Onu Allah'ın kitabına göre haddettim, peygamberin sünnetine göre de recmettim. Oldu olacak recmetmeden önce derisini de yüzseydin. 😞 

Zina ile ilgili hadisler bekar olanların 100 değnek ile evli olanların da recmedilerek cezalandırılacağını söylüyor. Bu durumda Hz. Ali'nin önce had sonra da recmettiği kişi hem bekar hem de evli olamayacağına göre hakkettiğinden daha fazla bir ceza verilmiş ve hakkına girilerek ona zulmedilmiştir.

Hadis doğru ise açıktır ki Hz. Ali o kişiye zulmetmiştir. Modern hukukta bile masumiyet karinesi öncelikli ve sanığın lehine iken, islami hukukta suçlama ve cezalandırma karinesinin sanığın aleyhine bu kadar keyfi olarak kullanılması nasıl şeri olabilir? Nasıl bir islam, nasıl bir merhamet dinidir bu?

"Bana kul hakkı ile gelmeyin" diyen meşhur kutsi hadis "para borcu"nu kastetmiyor. Kulun hakkına girmişsen onu dövmüş, işkence yapmış, aşağılamış, maddi ve manevi bütünlüğüne saldırmış onun hakkına girmiş ve hele ki onu öldürmüşsen, o zulüm ile bana gelme diyor.

"Gerçekten mü'min erkeklerle mü'min kadınlara işkence edip de sonra tevbe etmeyenler var ya; onlar için cehennem azabı vardır. Yine onlar için yakıcı ateş azabı vardır." (Buruç 10)

Paylaş:

Ama siz de Kızılderilileri öldürdünüz

Bir zaman Taha Kıvanç'ın (Fehmi Koru) anlattığı bir fıkra vardı. Ben de bu fıkrayı zaman zaman alegori olarak kullanırım. Bu yüzden fıkramız da şuracıkta dursun. Fıkra şöyle idi:

Soğuk Savaş yılları. Amerikalılar Rusları ülkelerine dâvet eder ve övündükleri tesislerini gezdirirler. Sovyet yönetimi karşılık verme gereği duyar ve bir grup Amerikalı Moskova'ya dâvet edilir. Ruslar da nelerle övünüyorlarsa onları konuklarına gösterirler.

Kremlin... Moskova devlet sirki... Ve sonunda Moskova metrosu... Rus mihmandar, kalkan treni göstererek, "Bizde her şey dakiktir" der ve ekler: "Gördüğünüz gibi tren yeni kalktı, bundan sonraki tam altı dakika sonra platformda olacak.." Hepsi birden beklemeye başlarlar... Altı dakika geçer, tren gelmez... 16 dakika geçer, tren gelmez... 26 dakika geçer, tren gelmez... Amerikalıların saatlerine bakarak huzursuzlandıklarını gören Rus mihmandar, sinirli sinirli, "Ama siz de Kızılderilileri öldürdünüz" deyiverir...

Paylaş:

6 Ağustos 2021 Cuma

Devlet-i Aliye mi Al-i Osmani mi?

Devleti Aliye şimdiki tarihçilerin uydurduğu gibi "büyük devlet" anlamına gelmez. Bire bir günümüz Türkçesi'ne çevirirsek "Yüce devlet" anlamına gelir. Halil İnalcık Hocanın aktardığı şekil ise "Devleti Aliyye-i Osmaniye" (Yüce Osmanlı Devleti). Fakat eski tarihçiler eski müdevvinler bu şekilde adlandırmıyordu. Mesela Aşıkpaşazade kendi tarih kitabını adlandırırken "Tevarihi Al-i Osmani" demiştir. (Osmanoğullarının Tarihleri). Kemalpaşazade'nin kitabının adı da aynı şekildedir. Yine Kavanini Al-i Osmani. (Osmanoğullarının kanunları)

Aslında Devleti Aliyye kavramı 19. yüzyılın ortalarından itibaren kullanılmaya başlanmış. Bu tarihten sonraki kaynaklarda kullanımına rastlanmaktadır. Kuran'da devlet kelimesi geçer ama bugünkü kullandığımız anlamda yani "state" anlamında değil, daha çok zenginlik, bahtlılık ve maddi güç anlamında kullanılmıştır. Tüm islam tarihinde de "devlet" adını kullanan bir hanedanlık da yoktur zaten. Bu yeni ve modern bir kavramsallaştırmadır. Ondan önce "Al-i Selçuk", "Al-i Osmani" şeklinde tesmiye ediliyordu.

Bununla ilgili İslam ansiklopedisinin "devlet" maddesine bakabilirsiniz.

Evet Osmanlı'da ciddi bir kurumsallaşma var. Ancak bu kurumsallaşma devletin hemen hemen padişahtan ibaret olduğu gerçeğini değiştirmez. Yasal bakımdan Osmanlı padişahının yetkileri sınırsızdır. Şeriat padişahı bağlayan değişmez yasalardır. Ancak padişahın şeriat kanunlarıyla çelişecek bir durumu yoktu. İhtiyacı olduğunda da örf kanununu kullanarak bunu devre dışı bırakabiliyordu. Kardeş katli fetvasında olduğu gibi. Siyaseten katl fetvaları da şeriata göre değil, örfi hukuka göre veriliyordu. Fetva makamı (şeyhulislam ve kazasker) zaten kendisine tabidir. Örneğin İngiliz monarşisinde olduğu gibi bağımsız bir yargı da yoktur. Yasal bakımdan Osmanlı padişahı Avrupa krallarından daha fazla yetkiye sahiptir. Avrupa'da kral, dini otorite olarak papanın otoritesini tanımak zorundaydı. Ama padişah karşısında dini otorite olan şeyhülislamın bir otoritesi söz konusu olamazdı.

Tabi teoride böyle olmasına rağmen pratikte çok sorunlar çıkmıştır. Devletin en güçlü olduğu dönemlerde halkın bir kesiminin karıştığı Celali isyanları 150 yıl sürmüştür. Yeniçeriler birçok kez ayaklanarak padişahı tahttan indirmiş bazısını öldürmüştür. Demek ki tam muktedir de sayılmayabilir. 😊

Buna rağmen Osmanoğulları yetkilerini paylaşmak konusunda son derece cimri davranmışlardır. Bir misal vereyim. Kabakçı Mustafa Paşa yeniçeriler liderliğinde isyan ederek 3. Selimi tahtan indirir ve yerine 4. Mustafayı tahta çıkarır. Diğer alternatifleri öldürmek için 3. Selim ve 2. Mahmut infaz edilmek istenir. Sadece 2. Mahmut Alemdar Mustafa Paşa'nın yardımı ile kurtulur ve tahtı ele geçirir. Alemdar Mustafa Paşa bu konuda bazı ayanların desteğini almıştı. Bu desteklerine karşı o da ayanlara bazı haklar verilmesini sağlayan "Sened-i İttifak" belgesini padişaha imzalatmıştı. Fakat padişah bundan hiç memnun olmadı ve olaydan yaklaşık bir hafta sonra onu yeniçerilere yem yapmıştı. 


Paylaş:

Saltanat'ın kaldırılması İngilizler'e atılmış bir kazıktı

Atatürk'ün Saltanat'ı kaldırması İngilizlere atılmış en büyük kazıktır. Biz İslamcıların zannettiği gibi İngilizlerle anlaşıp saltanatı halifeliği kaldırmış değil. Bilakis İngilizlere rağmen yapmıştır. İngilizlerin elindeki büyük kozu almıştır.

İngiltere zaten Monarşi ile yönetilen bir ülkedir. Avusturya Başbakanı ve Prensi Metternich 1815 Viyana kongresinde Fransız devriminin getirdiği halkçılık ve cumhuriyetçilik akımına karşı monarşik sistemlerin korunması için bir pakt kurar. Böylece Avrupadaki her halk hareketi şiddet yoluyla bastırılır. Metternich Osmanlıyı da korumaya almıştır. Metternich Sisteminin en büyük savunucusu de zaten İngiliz kralı ve Rusya çarı olmuştur.

Bu yüzden İngiltere saltanatın kaldırılmasına çok bozulmuş, Lozan'da yeni Türk cumhuriyetine adeta ateş püskürmüştür. Lozan'dan sonra Yunanistan dahil bütün itilaf devletleri ile ilişkiler düzeltildiği halde İngiltere ile 1926'ya kadar ilişkiler düzeltilememiştir.

Saltanatın kaldırılması iyi oldu. Türk siyasal hayatında monarşiyi kaldırmak gecikmiş bir hamle idi. Osmanlı hanedanlığı son iki yüzyıldır milletin sırtında bir kamburdan başka bir şey değildir. O tarihlere gelene kadar dünyanın bir çok yerinde saltanat ve krallık kaldırılmıştır. Brezilya'da 1889'da imparatorluk kaldırılmış cumhuriyet kurulmuştur. Almanya'da 1. Dünya savaşının bitimiyle birlikte imparatorluk yıkılmış yerine Weimar Cumhuriyeti kurulmuştur. Ruslar da 1917'de Çar'ı göndermiştir. Ee biz ne yapacaktık, Abdülmecid'i ve sarayını mı besleyecektik?

Dikkat edin saltanatla yönetilen bir devlet devlet bile değildir. Aşiret devleti dedikleri şeydir. Osmanlı aşiretinin devleti. Devletin sahipleri onlar, geriye kalan herkes tebaa, herkes kul... Padişaha hitap ederken herkes "kulunuz" diye hitap ederdi. Herkes padişahın kuluydu ve mülküydü işte. Daha uzatmaya gerek yok.



Paylaş:

Blog Arşivi

İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *