27 Eylül 2021 Pazartesi

Yine yeniden Kürt Sorunu

Kürt sorunu kavramı muhalefet tarafından yeniden gündeme getirilerek servis edildi. Bana sorarsanız bu aşamada bir "Kürt sorunu" olduğunu düşünmüyorum. Ülkede genel anlamda bir demokratikleşme, hukukun üstünlüğü, ekonominin kötü gidişatı gibi sorunlar var. Ama Kürt sorunu neden olsun ki? Kürtler kurumsal bölgesel anlamda negatif bir ayrımcılığa tabi tutulmuyor. Halihazırda bir inkar politikası filan da yok.

Ak Parti'nin MHP ile cumhur ittifakını kurarak sert milliyetçi bir çizgiye gelmiş olması sorun tabi ki. Yine de bunun Kürtlere yansıyan bir tarafı olduğunu düşünmüyorum.

Kürt sorunu için şu anda iki konu gündeme getiriliyor:
Biri anadilde eğitim öteki de özerk yönetim. Ancak bu ikisini de doğru bulmuyorum.

Anadil eğitimi ile anadilde eğitim farklı şeyler. Anadil eğitimi yerel dillerin de eğitiminin verilmesidir. Çözüm süreci sırasında denendi ancak Kürtler seçmeli Kürtçe dersini seçmedi. Nedeni genellikle anadil eğitimi değil anadilde eğitim olsun diyorlar. Yani zorunlu olarak bütün eğitim Kürtçe olsun diyorlar. O zaman Türkçe öğrenemeyeceksiniz. Yılda 70-80 bin çeşit Türkçe kitap basılıyor. Bunlardan faydalanamayacaksınız. Kürtçe kaç çeşit kitap var ki? Eğitimi yerel bir dilde zorunlu eğitim yapmanın hiçbir rasyonel mantığı yok.

Özerk yönetim konusuna gelince o tamamen çıkmaz sokak. Yönetimin ırk, din, mezhep, meşrep vs ye göre parçalanmasını son derece yanlış buluyorum.

Paylaş:

23 Eylül 2021 Perşembe

Batı Karşıtlığı Niçin Anlamlıymış?

Şimdi "Batı Karşıtlığı" konulu yazılara makalelere bakıyordum. Fahrettin Altun'un Setav'daki 2015 tarihli "Batı Karşıtlığı Niçin Anlamlıdır" başlıklı yazısına denk geldim.

Batı karşıtlığının olması gerektiğini, anlamlı olduğunu, haklı olduğunu ve bu haklı gerekli anlamlı karşıtlığı sürdürmenin giderek zorlaştığını filan anlatıyor.

Fahrettin Altun kardeşimiz (benden 2 3 yaş küçük) siyaset bilimi profesörü. Mütedeyyin kesimin kurduğu bazı üniversitelerde dekanlık yapmış ve şu anda da Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı görevini icra ediyor.

Bana sorarsanız Batı karşıtlığının hiçbir haklı ve anlamlı tarafı da bulunmamaktadır. Batıda kötülük olduğu gibi iyilikler de var. Haksızlık yapanlar olduğu gibi haksızlığa karşı çıkanlar da var. Rachel Corrie'yi Filistin'e gelip müslüman bir aileyi savunmak için hayatını kaybetmesine sebep olan müslümanlığı değildi. Batı kültüründen öğrendiği hak arayışı idi. Daha 1500'lü yıllarda Amerika İspanyollar tarafından işgal edildiğinde bu haksızlığın karşısında dikilen rahip Bartolome De Las Casas da batılı idi.

Savunma refleksi ile sürekli batıyı suçlamanın da İslam dünyasına ve müslümanlara hiçbir faydası da yoktur. Hele batıya yönünü dönmüş olan Türkiye için bu daha da vahim bir durumdur. Bunu eğitim ve siyasetin tepesindeki kişilerin yapması ise trajedimizin fotografı olsa gerek.



Paylaş:

8 Eylül 2021 Çarşamba

Hz. Ömer'in aynadaki beyaz kılı

Denilmiştir ki;

Hz. Ömer kendi parası ile bir adam tutmuş ve o adam her gün gelip kendisine "Ey Ömer Allah'tan kork, ölüm var!" demesini istemiştir.

Bir gün Hz. Ömer adama artık gelmemesini buyurmuşlardır. Sebebini de "Aynada ağaran saçımı sakalımı gördüm artık o bana ölümün yakın olduğunu hatırlatıyor" demişmiş. 😏

Külliyen yalan.
Anakronizme hoş geldiniz.

Arkadaşlar şimdi ayna dediğimiz o alet hemen hemen modern bir icattır. 17. yüzyıldan önce bugünkü gibi bir aynadan bahsetmek mümkün değildir. Ondan önceki dönemlerde metal nesneler parlatılarak ayna görevini görmesi sağlanıyordu. Demir, bakır, krom ve en iyisi de gümüştü. Öyle olduğunu farzetsek bile en iyi parlatılmış gümüş yüzey günümüzdeki ayna ile hiçbir şekilde kıyas edilemez. Orada silüet halinde yansımanı görebilirsin ama öyle beyaz kılı gösterecek kadar hassas olması zaten imkansızdır. Kaldı ki eski zamanlarda hele ki sahabeler döneminde bu şekilde aynanın kullanıldığına dair bir bilgi de yoktur.

İnsan insanın aynasıdır da buradan gelir. Çünkü kendi yüzündekini göremezsen de arkadaşının yüzünü görürsün ve arkadaşın da senin yüzünü görür. Böylece insanlar birbirine ayna olmuştur.



Paylaş:

6 Eylül 2021 Pazartesi

Bitkisel kazıktan uzak durun

Değerli okurlarım bitki, sebze, meyve filan bunlar iyi şeyler. Bitki çayları filan da harikadır. Ancak bir bilhassa bir firma veya bir doktor tarafından hazırlanmış bitkisel drog (hap), merhem vs şeylerden bilhassa uzak durun.

İki nedeni var:

1) Hiçbir faydası yoktur. Bir fayda görürseniz de plasebo etkisidir. Yani psikolojik olarak etki etmiştir.

2) Sizi kazıklamak için yapılmıştır. Bir kutu bitkisel ilacının fiyatı bir kutu Aspirinden fazla ise bilin ki o para için yapılmıştır ve para için yapılan şeyde de sağlık da yoktur.

Hem paranızdan hem de sağlığınızdan olmayın. Gidin bir aktara ne istiyorsanız ordan 100 gr 200 gr alın kaynatın için. Ama öyle doktorun hazırladığı filan bunlar profesyonel sahtekarlık. Çünkü o doktorsa yaptığı bu tür ilaçları kendisine doktorluk diplomasını veren tıp kurumları zaten onaylamıyor. Kendisine o diplomayı veren okullar kurumlar, yaptığı o işi sattığın o ilaçları onaylamıyorlar. O zaman o doktor değildir otacı olabilir belki.

Not:
1 kutu Aspirin 5 lira
1 kutu bitkisel drog 100-150 lira



Paylaş:

5 Eylül 2021 Pazar

Adalet değil "Haklar"

Doğu insanının hemen her şeyi adalete hamletmek gibi bir eğilimi var. Aslında bu eğilim bir zaaf. Bizzat sorunun ve toplumsal geri kalmışlığın köklerinde bu adalet duygusunun oluşturduğu olumsuz yapı vardır.

Her şeyden önce doğu siyasal düşüncesinde adalet bir sistemdir. Bireyin münferiden hak arayışını destekleyen bir eylem değil, bir sistemin/rejimin devamlılığını sağlayan bir düzenek ve bir rejimdir.

Sasani imparatoru Erdeşir'e kadar uzanan bir düzendir bu. Bu düzen tüm İslam ülkelerine de geçmiştir. Osmanlı klasik dönemi de Adalet Dairesi (Daire-i Adl) denilen bu sisteme dayanan bir siyasal yapıdır.

Adalet Dairesi'nin tanımına bakarsak şunu görürüz: Adalet için devlet, devlet için hukuk, hukuk için padişah, padişah için asker, asker için mal (bütçe) mal için onu üretecek reaya ve reayayı padişaha bağlayacak olan adalet... Döngü tamamlanmıştır.

Görüldüğü gibi Adalet'in bireysel hak arayışı ile ilgisi bulunmamaktadır. Adalet padişahın saltanatının süregitmesi için kurgulanmış bir çark ve bir düzendir. Bu sistemde bireysel haklar o kadar önemli değildir. Şeriatın kestiği parmak acımaz. Sen parmağı kesilen bireye "acıdı mı" diye sormadın tabi. Parmağının acımadığına onun adına toplum veya düzen karar verir. Çünkü adalet sağlanmıştır.

Doğu insanının adaletten anladığı budur.



Paylaş:

4 Eylül 2021 Cumartesi

Dünya BEŞ'ten büyük mü?

"Dünya beşten büyüktür" deyince hemen aklınıza BM gelir. Veya tersinden BM deyince de bazılarımızın aklına hemen "dünya beşten büyüktür" lafı gelir. 😆

Neyse ben başka bir şey anlatacağım, ama iyi dinleyin (pardon okuyun) bak. 😀

Şimdi olayın hikayesi uzun ama ben kısa anlatacağım. 1. Dünya savaşında ABD ve Avrupa "bir daha böyle yıkıcı savaşlar olmasın sorunları ortak bir platformda çözelim" diye Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti) adlı bir uluslararası organizasyon kurarlar. Ancak Milletler Cemiyeti zayıf kalır ve 1. sinden daha şiddetli olarak 2. Dünya savaşı patlak verir.

Bu kez 1941'de henüz savaşın en şiddetli olduğu dönemde Roosevelt ve Churchill Atlantik Bildirisi adlı bir bildiri yayınlarlar. Bu bildiri Birleşmiş Milletler örgütünün temel kurucu fikrini içerir. Böylece Müttefik ülkeler savaş boyunca bu BM fikrini geliştirir.

2. Dünya savaşında aslında birçok peyk ülke katılmıştır. Ancak müttefikler cenahında savaşın asıl yükünü taşıyan 5 ülke vardır. Onlar da sizin de bildiğiniz dünyadan büyük olmayan o beş ülke var ya işte onlar: ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin'dir.

1943'e gelince Müttefik ülkeler Türkiye'nin de savaşa katılması için çok büyük baskı uygularlar. Türk ordusunu silahlandıracaklar, Ege'deki adaları verecekler, Batı Trakya ve Bulgaristan'dan da toprak verecekler. Ayrıca da kurulacak olan BM örgütünde 5 daimi üye arasında 6 üye olmayı da teklif ederler.

Aslında o tarihte Almanların kaybedeceği kesinleşmişti. Almanlar Rusya'nın Stalingrad şehrinde durdurulmuş, Kuzey Afrika'daki cephelerde yenilmiş ve Mihver devletlerinden İtalya da saf dışı bırakılmıştı. Yani Türkiye'nin kaybedenler tarafında olmayacağı çok açıktı.

Ancak Türk siyasi iradesi aşırı korkak ve çekingen davrandılar. Sebebi de Almanlar değil Ruslardı. Ruslar Almanları durdurunca ve Türkiye'nin de artık Almanya'nın tarafında savaşa girmeyeceği kesinleşince Türkiye ile ilişkileri koparmış Boğazlar üzerinde hak iddia etmiş ve Doğu Anadolu'dan da toprak istemişlerdir. Bu yüzden Türkiye bu sonu geciktirmek ve Rusya da Almanya karşısında daha çok yıpransın diye Rusya'nın tarafında savaşa katılmadı.

Tabi bu politika da işe yaramadı. Rusya savaştan daha güçlenmiş olarak çıktı ve Avrupa'nın yarısını işgal etti, Türkiye ve hatta Yunanistan'dan da toprak istedi. Sonuçta Türkiye de Rusya tarafından yutulmamak için tarafsızlık politikasını terkedip Batı ittifakına angaje oldu.

Neden Türkiye'nin de veto hakkına sahip 6 daimi üyesinden biri olmadığını ve bu üye sayısının neden 5'te kaldığını anladınız.


 

Paylaş:

3 Eylül 2021 Cuma

Hukukcular siyasetçileri yargılayamaz

Sağda solda görüyorum. Muhalifler Ak partililere "seçimi kaybedecek ve yargılanacaksınız" diyorlar.

Nerden tutsan elinde kalır.

Evet hukukçular siyasetçileri yargılayamaz.

Af buyurun FETÖ'nün de en büyük aptallığı buydu. Zannettiler ki bir savcı iki polis müfettişi bakanların evine operasyon yapıp onları yargılayacağız. Hayır arkadaşlar, bakanları yargılayamazsınız. Hele Cumhurbaşkanını hiç yargılayamazsınız. Türk siyasal tarihinde bunun bir emsali yoktur.

Yargı yasamayı yargılayamaz. Olması gereken de budur. Çünkü Yasama Yürütme ve Yargı birbirinden kesin çizgilerle ayrılmalıdır. Birinin ötekiler üzerinde tahakküm kurması önce otoriterliğe sonra da totaliterliğe yol açar. Mesela Yürütme (idare) de yargıyı denetleyemez. Örneğin hakimler ve savcılar idari görevleri bakımdan Adalet bakanlığına bağlı olduğu halde yargı görevleri bakımından bağımsızdırlar. Yani savcıya hakime yaptığı görevinden dolayı Adalet bakanlığı soruşturma açamaz disiplin cezası veremez, meslekten ihraç edemez, görev yerini değiştiremez. Çünkü Adalet bakanlığı Yürütme'nin bir parçasıdır. Yürütme Yargı üzerinde böyle bir denetim kuramaz.

Aynı şey yasama için de geçerli. Yasama dokunulmazlığı denilen şey siyasetçileri yargı alanının dışında tutmaktadır. Elbette siyasetçiler de yargılanır ama kendi mekanizması vardır. Her şeyden önce bir milletvekilinin yargılanabilmesi için meclisin içinden yasama dokunulmazlığının kaldırılması gerekmektedir.

Cumhurbaşkanı ve bakanlar ise ancak Yüce Divan sıfatı ile Anayasa Mahkemesi tarafından yargılanabilir. Anayasa Mahkemesi de doğrudan yargılamayı ele alamaz. Cumhurbaşkanının Yüce Divana sevkedilebilmesi için Meclis tam çoğunluğunun 2/3'sinin oyu (400 oy) gerekir. Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar için de 3/5 oranında (360 milletvekili)nin oyu gerekir.

Ayrıca diyelim ki seçimi kazandınız ve bir şekilde sabık cumhurbaşkanını ve bakanları Yüce Divana gönderdiniz. Anayasa Mahkemesi üyeleri de bağımsızdır, sizin istediğiniz kararları verecek mi? 😃

Onçün, böyle saçma sapan abuk subuk şeylere tevessül etmeyiniz. İktidara verilebilecek en büyük ceza onu bir daha seçmemektir.

Birileri de diyor ki, "Ama Menderes'i yargıladılar". Yok kardeşim, Menderesi hukukçular değil askeri cunta yargıladı. Burada hukuk devletinden bahsediyoruz. Anayasal düzeni devirip "hukuk benim" diyen bir cuntadan bahsetmiyoruz.


 

Paylaş:

Blog Arşivi

İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *