Zaman insanın en önemli sermayesidir, bu yüzden zamanın değerlendirilmesi önemli bir olaydır. Zamanı doğru olarak değerlendirmediğimizde ömür elimizden kayar gider.
Zaman değerlendirme ve planlama ile ilgili bir çok öneri vardır. Ancak planlama yapmanın ötesinde zamanları kullanım amacına yönelik olarak tasnif etmek daha önemlidir. O yüzden önce harcadığımız zamanı ve niteliğini tespit etmek gerekir.
Zamanı dört kategoride ele alabiliriz. Önem sırasına göre;
1. Yaşamsal vakitler.
Bu vakitlerde yaptığımız şey hayatımızı sürdürmemiz için gereklidir. Örneğin uyku yaşamsal bir aktivitedir. İnsan uyumadan yaşayamaz. Keza yemek, ibadetler ve para kazanmak için harcadığımız zaman yaşamımız için gereklidir. Ailemizle birlikte geçirdiğimiz vakitler de bu şekilde düşünülmesi gerekir.
2. Kendini geliştirme için ayırdığımız vakitler.
Bir mesleğiniz varsa mesleğinizi geliştirmek için yaptığınız aktiviteler, okuma, öğrenme ve eğitim için harcanan vakitler bu sınıfa girerler. Spor ve egzersiz aktiviteleri de bu şekildedir.
3. Zevk almak için harcanan vakitler.
Eğitimin dışındaki kültürel aktiviteler, hobiler, oyunlar, sinema, film izleme vs. bu kategoriye girer. Keza dostlarla geçirilen zaman ve sosyal medyada geçirilen zaman da bir miktar bu tasnif içinde yer alabilir.
4. Faydasız geçirilen vakitler.
Yukarıdaki üç tasnifin dışında kalan tüm zamanlar ise hemen hemen boşa harcanan zamanlardır.
30 Eylül 2022 Cuma
Zamanlar dört vakittir
12 Eylül 2022 Pazartesi
Demokrasi dalgaları ve askeri darbeler
Huntington'un "Demokrasi Dalgaları" adını verdiği bir teorisi var. Bu politik/sosyolojik analize göre belirli dönemlerde demokratikleşme dalgaları görülmektedir. Keza Huntington bunun tersinden de bahseder. Tersine dalgalar genellikle bir askeri darbe ile görülen demokrasiden uzaklaşma ve otoriterleşme eğilimleridir.
2. Dünya savaşından hemen sonra dünyada büyük bir demokratikleşme dalgası görülmüştür. Keza 1980'lerde ve 2000'lerde ikinci ve üçüncü demokrasi dalgaları görülmüştür.
Askeri darbeler ve tersine demokrasi dalgaları ise 1950'lerin sonları ile 1960'larda görülmüştür. Yine 1970'lerde ikinci bir darbeler dalgası görülmektedir.
2. Dünya savaşından bu yana dünyada 475 darbe girişimi yaşanmış ve bunlardan 236 tanesi başarıya ulaşmıştır.
Dünyada en çok darbelerin görüldüğü yer sırasıyla
Afrika (101)
Latin Amerika (70)
Orta ve Uzak Asya (36)
Ortadoğu ve Arap ülkeleri (21)
Avrupa ( 8 ) şeklindedir.
Yani bu dönemde İspanya, Portekiz ve Yunanistan başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde de askeri darbeler görülmüştür.
Türkiye'de
1960 (27 Mayıs askeri darbesi)
1971 (12 Mart muhtırası)
1997 (28 Şubat postmodern darbesi)
2007 (27 Nisan e-Muhtırası)
2016 (15 Temmuz darbe girişimi)
darbe veya darbe girişimleri görülmüştür.
Darbeler Neden Oluyor?
Gözlem ve analizime göre darbelerin sebebi dış tehditler karşısında ordunun güçlenmesi ve artan militarizasyon karşısında ordunun sivil siyaset ve bürokrasiden daha güçlü hale gelmesidir. Bu durumlarda ordu ana özne haline gelmeye başlar ve sivil siyasete ayar vermeye onu yönlendirmeye yıkmaya ve tehdit etmeye başlar.
Türkiye özelinde bakarsak ordunun 2. Dünya Savaşından sonra bu kadar güçlenmesinin askeri yatırımların bu kadar büyümesinin ana sebebi artan Rus yayılmacılığı tehdididir. Hatırlanacağı gibi Rusya 2. Dünya Savaşından sonra Türkiye'den toprak ve boğazların yönetimini istemiştir. Türkiye bu tehdit karşısında NATO'ya girmeye çalışmış ve NATO vizyon ve misyonu çerçevesinde de askeri kapasitesini arttırmak zorunda kalmıştır.
Yani Türkiye'deki darbelerin bir sebebi de Rusya'dır dersek yanılmış olmayız.
3 Eylül 2022 Cumartesi
Celal Şengör'e soruşturma
Dini bütün savcılarımız şimdi de Celal Şengör hakkında soruşturma başlatmış ve ifade vermeye çağırmışlar. Sosyal medyada da "Haddini bil celal şengör" twitleri gırla gidiyordur herhalde.
Jeoloji profesörü Celal Şengör Fatih Altaylı ile katıldığı bir programda tarihi olarak Musa ve İbrahim'in yaşamadığı öyle birilerinin olmadığı iddiasını dile getirdi. Şengör'ün ifadeleri şöyle:
"Onların hepsi masal. İbrahim diye bir adamın yaşadığı malum değil…Bütün bu söylenen kişiler tarihte yok. Bunların hepsi o üç tane kutsal kitap denilen aslında… (Altaylı burada müdahale ediyor, Celal girme oralara!) Hayır ama bu önemli Suriye din geleneği Mezopotamya din geleneğinden türemiş bir yan branştır. Bizim bugün İbrahimi dinler dediğimiz işte Musevilik, Hristiyanlık, arkasından İslam yani Museviliğe bakıyorsun Musa peygamber diyorlar. O adamı da tarih bilmiyor. Yok öyle bir isim. Musevilerin kitabında bir Mısır’dan çıkış vardır meşhur. Yok öyle bir olay. Yani incelendi, yayınlandı."
Bilim camialarında bu tür iddiaları dile getirenler var. Hatta tarihsel olarak İsa da Muhammed de yaşamadı diyenler bile var. Elbette bu yaklaşımlar da bilimsel ve yansız olmayıp ideolojiktir. Mısırdan çıkış olayı yok diyor mesela. İncelenmiş öyle bir olay yokmuş. İnceleyen kişi Mısır kaynaklarına bakmış. Orada bulamadığı için yok sayıyor. Peki İbranilerin kaynaklarını niye yok sayıyorsunuz? Bundan en az 2600 yıl önceki yazılı İbrani kaynaklarında bu olaylar yer alıyor.
Tarihte yazı ve anlatı her zaman senkron şeklinde ilerlemiyor ki. Mesela Büyük Sargon'un MÖ 23 yüzyılda yaşandığı söyleniyor. Fakat onun hayatını anlatan kil tablet ondan 16 yüzyıl sonra Asurbanipal döneminde yazılmıştır. MÖ 7 yüzyılda kendisinden 16 yüzyıl önce yaşayan Sargon'un hayatını anlatan kil tablet bilimsel oluyor da MÖ 7 yüzyılda yazılı olduğu kesin olan Tevrattaki İbrahim ve Musa nın hayatı neden hikaye oluyor?
Bu konular büyük oranda Freud'un başının altından çıkmıştır. Bir Yahudi olmasına rağmen Freud da Musa kitabında Musa denilen kişinin aslında bir Mısır prensi olduğunu, İbrani olarak bir Musa'nın olmadığını anlatmaya çalışır. İbranilerin tüm kaynaklarını yok sayar. Freud Kutsal kitabın (Tevrat) da Babil sürgünü döneminde (MÖ 6-7 yy) da yazıldığını iddia eder. Böyle olsa bile bir çok Asur kitabesinden daha eskidir. Sümer kitabeleri diyoruz ya, onların hepsi çok eski değil ki. Sümerce dili ile yazılmış ve MS 50. yıla tarihlenen kitabeler bile var. Asur kitabeleri de öyle.
Ancak Celal Şengör gibi popüler bilim çalışmaları yapan birine bu iddiaları dile getirdiği için soruşturma başlatmak ciddi bir problemdir. Bize düşen içimizdeki uzmanların aydınların tarihçi ve antropologların bu konulara eğilmesi ve bilimsel cevaplar vermesidir.
1 Eylül 2022 Perşembe
Gülşen ve İmam Hatip
Gülşen hakkında da bir uzman görüşü belirteyim 😃
Gülşen isimli sanatçının "o imam hatipte okumuş sapıklığı ordan geliyor" ifadesini kullandığı bir videosu servis edilmiş ve sosyal medyada büyük tepki toplamıştı. Bunun üzerine bir cumhuriyet savcısı soruşturmayı tamamlayıp kovuşturmayı açmış. Mahkeme de tutuklu yargılanmasına karar vererek kadını cezaevine göndermişti.
Gülşen savunmasında konuşmasının kendi müzik ekibi arasında geçtiğini, halka açık bir yerde olmadığını söyledi. Dediğine göre çalgıcı ve sahne arkadaşları arasında "İmam" lakabını verdikleri "Miraç" isimli bir arkadaşı varmış. İmam filan değil ama kendi aralarında kullandıkları bir lakap imiş. Ekibindekilere "sahnedeki şarkım bitince beni taşıyarak sahneden çıkarın" demiş, arkadaşları da "seni imam taşısın" diye espiri yapmışlar Gülşen de yine espiri ile "o imam hatipte okumuş, sapıklığı ordan geliyor" demiş.
Mahkemedeki ifadesi böyle. Kendi ekibiyle aralarındaki bir şakalaşma. Çirkin mi? Bize göre çirkin. Ama kendisini erkeklerin taşıyarak sahneden çıkarmasını isteyen ve dinle herhangi bir bağı olmayan Gülşen gibi bir insan için normal. Ancak bunu bir hedef kitlenin önünde söylemedi. Sahnede söylemedi. Bunun üzerine sosyal medyada Gülşen'in tutuklanması yönünde büyük bir kampanya başlatıldı.
Çıkarıldığı Sulh Ceza Mahkemesinde tutukluluğuna karar verilerek cezaevine gönderildi. Bundan sonra Gülşen İmam Hatiplilerden alenen özür diledi. Daha sonra tutukluluğu kaldırıldırılıp serbest bırakıldı.
Gülşen de bir anda mağdur ve kahraman oldu.
Olayın haber kısmı böyle.
***
Gel gelelim değerlendirmeye.
Öncelikle kapalı kapılar ardındaki bu videoları kim servis ediyor? Amacı nedir? Nitekim Musa Eroğlu'nun videosu da bu şekilde servis edilmiştir. Bu karanlık odaklar her kimse bir "politika mühendisliği" uyguluyor.
Gülşen hakkında soruşturma ve kovuşturma açılması doğrudur. Çünkü bir kesimi hedef alan sözler sarfetmiştir. Halka malolan bir sanatçının "halkı kin ve düşmanlığa sevkedecek" veya "dini değerleri aşağılayacak" tavırlardan uzak durması gerekir. Çünkü Türk Ceza Kanununda bunu yapmak suçtur. Ancak Sulh Ceza Hakimliğinin Gülşen'in tutukluluğuna karar vermesi de elbette yanlıştır. Aşırı bir tepkidir. Neticede Gülşen'in sözü insanları sokağa dökecek bir söz değildir. Delilleri karartacak bir durumu olmadığı gibi, ağır ceza gerektiren "katalog suçları" arasında da yer almaz. Dolayısıyla aslolan tutuksuz yargılanmasıdır. Tutukluluğuna karar verilmesi ise bir "güvenlik tedbiri"dir. Ortada güvenlik tedbirini gerektiren bir durum yoktur.
Kemal Kılıçdaroğlu Gülşeni tutuklayan savcı ve hakime "o hakim ve savcılara sesleniyorum, sanatçıyı derhal bırakın" dedi. Anayasanın 138. maddesi ise şöyle diyor: "Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz." Yani ana muhalefet partisi lideri hakime ve mahkemeye parmak sallayıp "derhal bırakın" diyemeyeceğini bilmiyor mu? Bunu bilmiyen kişiler neden siyasi parti liderliği yapıyorlar?
Son tahlilde Gülşen'in mahkemedeki açıklaması bana inandırıcı geldi. Gülşenin sözleri halka açık bir ifade olmadığı için "halkı kin ve düşmanlığa tahrik" de sayılmaması gerekirdi. Bu açıklamadan sonra halen tutukluluğuna karar verilmesi mahkemelerin ciddi bir sosyyal baskı altında olduğunu gösterir.
Mahkemelerin sosyal baskı altında olması iyidir, ancak iktidar veya muhalefet tarafından mahkemelere siyasi baskı kurulması, hukuk devleti anlayışına zarar verir.