22 Kasım 2023 Çarşamba

Fatih Altaylı! İsrail Ahmet Yasin'i mi bırakmış?

Fatih Altaylı "Milyon dolarlık soru: Hamas’ın kurucusunu İsrail niye serbest bıraktı?" başlıklı bir yazı yazmış. Yazıda "acaba Hamas’ın kurucusu Şeyh A. Yasin’in İsrail tarafından yakalanıp, ömür boyu hapse mahkum edildikten kısa bir süre sonra aniden ve niye olduğu belirsiz şekilde serbest bırakılıp önce Ürdün’e, oradan Gazze’ye gitmesi sadece bana mı ilginç gelir!" dedi.

Sadece bu yazısı bile Fatih Altaylı'nın bir "gazeteci" olmadığını ve ne kadar cahil olduğunu gösterir. İnsan biraz araştırır, Google'a, Vikipedia'ya, Ekşi Sözlüğe filan bakar. Fatih Altaylı'nın ne kadar ezbere ve atmasyon yazdığının çok çarpıcı bir örneğidir bu.

Peki gerçek nedir?

Hamas'ın kuruluşuna fiziken değil manevi olarak önderlik eden Ahmet Yasin vücudu, boyundan aşağısı felç durumunda olan kötürüm birisiydi ve tekerlekli sandalyeye bağlıydı, ne elleri ne ayakları tutuyordu. Hamas'ın 1987'de kuruluşundan iki yıl sonra 1989'da İsrail Gazze'de bir çok Filistinli ile birlikte Ahmet Yasin'i de tutuklamıştı. Vücudunun felçli olmasına rağmen işkence gördü ve son derece kötü koşullar altında tutuldu. En temel ihtiyaçları için fiziksel yardıma bağımlı olan şeyh Yasin'i 8 yıl boyunca insanlık dışı şartlarda hapiste tuttular.

1997 senesinde ise İsrail ajanları Ürdün'de ikamet eden Hamas'ın siyasi büro başkanı Halit Meşal'e bir zehirli iğne ile suikast düzenledi. Ancak Ürdün polisi olay anında iki İsrail ajanını tutuklamayı başardı. Ürdün devleti Halit Meşal'e yapılan zehire karşı panzehirinin verilmemesi ve Meşal'in ölmesi durumunda ajanların idam edileceğini açıkladı. İki ajanını kaybetmek istemeyen İsrail panzehiri hemen verdi ve Halit Meşal'in hayatı kurtarıldı. İki ay sonra yapılan pazarlıkta da hapisteki durumu kötüleşen Ahmet Yasin'e karşı o iki ajan takas edildi. Yani 1989'da tutuklandı ve 8 yıl sonra 1997'de nasılsa öleceği düşünülerek iki İsrail ajanı ile takas edildi.

Demek ki Fatih Altaylı'nın dediği gibi öyle hemen bırakılmamış. Hele keyfi veya Altaylı'nın ima ettiği gibi gizemli bir neden için hiç bırakılmamış. İsrail'in önemsediği iki ajanı karşılığında takas edilmiş.

Fakat İsrail Ahmet Yasin'i takip etmeyi durdurmadı. 2003'te kendisine bir suikast düzenledi fakat hafif yaralarla atlattı. 2004'te de bir İsrail casusunun yerini tespit etmesi ile tekerlekli sandalyeye bağlı bedeni kötürüm bir adam olan Ahmet Yasin füze ile vurularak şehit edildi.

Fatih Altaylı hakkaten bu adam hakkında konuşurken utanmalısın.

Bu kadar aptallık, bilgisizlik, ve önyargı eğitimle de olmuyordur.




Paylaş:

26 Ağustos 2023 Cumartesi

Deja Vu ve Jamais Vu


Bu iki kavram da Fransızca'dır. Deja vu çok bilinen bir kelime olduğu halde Jamais vu az bilinir. Anlam olarak birbirinin zıddıdır.

Deja vu, ilk karşılaşılan bir şeyin ve yaşanan bir olayın daha önce de karşılaşıldığına ve yaşandığına dair oluşan bir histir. Jamais vu ise bunun tam tersine zihinsel bir kopuş yaşayarak yaşanan bir olayın yaşanmamış gibi hissedilmesi, yaşamdaki sürekliliğin kesilmesidir. Örneğin bir yolda yürüyorsunuz sonra aniden nerede olduğunuzu ne yaptığınızı unutuyorsunuz. Hissedilen o duyguya jamais vu denir.

Bunlarla ilgili en iyi örnekleri Matrix ve Memento filmlerinde görebiliriz. Deja vu isminde Denzel Washington'un oynadığı ünlü bir film olsa da aslında o filmde yaşanan olay hissetmekten öte bir durum olup zamanı geri çevirmeye odaklanan bir filmdir. Kelebek Etkisi filmi de böyledir.

Matrix'te Deja vu kavramı da doğrudan kullanılır. Neo bir binanın girişinde bir kedi gördüğünde deja vu yaşar. Bunun Matrix'te kurmaca gerçekliğin yeniden düzenlenmesi anlamına geldiği söylenir. Fakat Neo film boyunca sık sık deja vu yaşar. Örneğin Trinity ile ilk karşılaştığında onu önceden tanıyormuş hissine kapılır. Yine kahinle ilk karşılaşmasında sorduğu soruların aslına cevabını bilmekle bu hisse kapılır. Ajan Smith ile metro durağında yüzleştiğinde de bu duyguyu yaşar.

Matrix'de Jamais vu bir kaç kez yaşanır. En yoğun yaşandığı an Morpheus'un Neo'ya similasyon programında yaşamın gerçekliğini çıplak ve korkutucı haliyle gösterdiğinde Neo'nun kriz geçirdiği andır. Neo yaşanan gerçekliği derin bir şeklide yadsır.

Yine simülasyon programında iken kırmızılı kadını takip ederken ajanlara yakalanan Neo kısa bir anlığına da olsa Jamais vu yaşar. Jamais vu'nun yaşandığı bir diğer sahne ise Matrix'te bir binanın içinde Matrix ajanlarının tuzapına düştükleri anda Neo'nun yaşadığı gerçeklik algısının kaymasıdır. Bu ani şok içinde Neo bir an tepkisiz yakalanır. Neo binanın girişinde Dejavu yaşarken saldırıya uğradıklarında bu kez Jamais vu yaşar.

Memento filminde kahramanımız Leonard karısının tecavüze uğrayıp öldürülmesi ve kendisinin de bir hafıza kaybıyla sonuçlanan bir saldırıya uğrar. Tek hedefi suçluları bulup intikam almaktır fakat saldırdan önceki anıları hatırladığı halde o tarihten sonraki hiçbir bilgi hafızasında kalmaz.

Edindiği bilgiler ertesi gün silinir. Leonard bilgileri hatırlamak için kartlarda notlar alır fotograları kullanır ve daha önemli bilgileri ise vücuduna dövme yaptırır.

Leonard doğru bilgiye ulaşmaya çalışırken yaşadığı hafıza kaybı ile derin gerçeklik bunalımları yaşar. Olmamış şeyler olmuş gibi (deja vu) olmuş şeyleri de hiç olmamış gibi (jamais vu) algılamak sıkça başına gelir. Bu anlamda hem deja vu hem de jamais vu teması sık görülür.

Paylaş:

21 Ağustos 2023 Pazartesi

Ölülere Yasin süresi okunur mu?

Evet okunur. Hatta ölünün ardından okumaya en uygun süredir de denilebilir.

Yasin süresinde bilhassa "diri olanları uyarman için" ifadesi geçtiği halde bunun ölülere okunması bir ironi gibi duruyor. Gerçekten de öyle mi? Gelin birlikte inceleyelim.

Bilindiği gibi "ölülerinize Yasin okuyunuz" şeklinde geçen bir hadis vardır. Bu hadisin sahihliğini tartışacak derecede bir rivayet uzmanı değilim. Ancak ben bunun Kuran'la çelişmediğini düşünüyorum.

Öncelikle hadiste ifade edilen ölülerinize (mevtakum) ile kastedilenin "ölmekte olan kişilere" olduğu da söylenmektedir. Yani aslında ölmekte olan kişiye okunur. Tabi bu bir yorum. Ölünün arkasından da okunmayacağı anlamına gelmez.

Şimdi Yasin süresinde geçen "yaşayanları uyarman için" (Yasin 70) ifadesine bakalım. Buna benzer başka ayetler de var. Aşağıda onlardan bir kaç örnek veriyorum. Fakat tüm bu ayetlere dikkatle bakıldığında fiziksel ölüden ziyade ruhen ölü olanları kastettiği anlaşılmaktadır. Nitekim Yasin süresindeki ayetin tamamı şöyledir: "(Kuran) diri olanları uyarman ve kafirlere azap hak olsun diye indirdik" (Yasin 70) Bu ayette ölüler kafirler; diriler ise Kuran'ın mesajına kulağını aklını ve kalbini açan kişilerdir. Nitekim Yasin süresi 10. ayette de kafirlerden bahisle "Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar" demektedir. Devamı olan 11. ayette ise "inne ma tunziru menittebaaz zikra ve haşiyer rahmane bil gaybi" (Sen ancak zikre tabi olan ve gaybda iken de Rahman'dan korkan kişileri uyarabilirsin) diyor. Aslında 11. ayet ile 70. ayet aynı şeyi ifade ediyor. Yaşayanlar derken kastettiği bunlardı.

Buna benzer başka ayetler olduğunu söylemiştim. Aşağıdaki ayetlere bakın, bu ayetlerde aslında ölü olmayı mecaz anlamında kullanıldığı anlaşılıyor.

  • "Diri olanlarla ölüler de bir değildir. Gerçekten Allah, dilediğine işittirir; sen ise kabirlerde olanlara işittirecek değilsin." (Fatır 22). Hz. Muhammed'in kabirde olanlara gidip din anlattığına dair bir haber bulunmamaktadır. Halbuki kafirlerin kalpleri mezardır. Onlar yaşayan ölülerdir. Hidayete ermeleri ve doğru yolu bulmaları mümkün değildir.
  • "Yer yüzünde gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kalpleri ve işitebilecek kulakları olsun? Çünkü doğrusu, gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir." (Hac 46) Bu ayet de körlüğün gözle alakalı olmadığını asıl kalplerin kör olduğunu söylüyor. Burada konu açık bir şekilde fiziksel durum değil, ruhani durumdur.
  • "Ölü iken dirilttiğimiz ve insanlar arasında yürümesi için kendisine bir nur/ışık kıldığımız kimsenin durumu, karanlıklar içinde olup oradan çıkamayan kimsenin durumu gibi midir? Kâfirlere yaptıkları ameller böyle süslü gösterildi." (Enam 122). Bu ayette de hidayeti ölümden diriliş gibi anlatıyor. O hidayetten önce bir ölüydü. Sonra kendisine bir hidayet ve nur verildi ve böylece dirildi. Bunun durumu karanlıkta kalanınki gibi olabilir mi?
  • "Doğrusu sen ölülere duyuramazsın; arkalarını dönüp giderlerken sağırlara da çağrıyı duyuramazsın." (Rum 52). Burada da kalpleri mesaja kapalı olanlar, alegorik olarak ölüye benzetilir. 
  • "Onlardan seni dinleyecek vardır. Fakat hiç akletmeyen sağırlara sen mi duyuracaksın." (Yunus 42) Fiziksel olarak kulağı ve çalışan beyni elbette vardır. Fakat bunlar küfür üzere şartlanmış olduklarından hidayete kapalıdırlar. Onlara duyuramazsın diyor.

Görüldüğü gibi bu ve benzeri ayetlerde ölüden kasıt kafir; diriden kasıt ise kalbi imana açık olan takvalı kişidir. Bkz. Yasin 11.

Hz. Muhammed'in ölülere din anlatmak gibi bir çabası olmadığını biliyoruz. Fakat Kureyş'e ve diğer Arap kabilelerine büyük bir ısrarla mesajını anlatmaktaydı. Nitekim bunu gösteren ayetler vardır. Örneğin Şuara süresi 3. ayet "Sen, inanmıyorlar diye neredeyse kendini helâk edeceksin." Yine Kehf süresi 6. ayet; "Bu Kitab'a inanmıyorlar diye peşlerinden üzüntüyle neredeyse kendini harap edeceksin."

Yani görüldüğü gibi Hz. Muhammed ölülere değil fakat toplumuna mesajını iletebilmek için büyük bir çaba harcıyor. Onları ikna edemiyor diye büyük bir üzüntüye kapılıyor. Böylece ayetler de ona diyor ki, bunlar ölüdür, kalpleri ölmüştür. Kalplerinin üzerinde perde vardır, ölüye laf anlatamazsın. Böylece bu ve benzeri ayetlerde kafirlerin durumu ümitsiz vaka olup Kuran'ın mesajını duymayacakları ve ona iman etmeyecekleri vurgulanmak istenilmiştir.

Yani bu ayetlerin müminlerin kendi ölülerinin arkasından dua ve Kuran okumaları ile bir alakası bulunmamaktadır.

Şimdi asıl meseleye tekrar gelelim.

Yasin süresi nasıl okunur?

Yasin süresi ölümden sonra diriliş temasının çok yoğun geçtiği bir süredir. Böylece ölen kişiye, etrafındaki hazır bulunan kişilere ve okuyanın kendi nefsine ölümün bir son olmadığı, ölümden sonra dirilişin hak olduğu pekiştirilmiş olur.

Yasin süresi ölmekte olan kişiye okunur. Ki bu kişi ölümden sonra dirilişin hak olduğunu bilsin ve mutmain bir nefis ile ruhunu teslim etsin. Keza bu mesaj ailesi ve yakınları için de geçerlidir. Bu sayede sevdikleri insanın ölümünün sadece geçici bir ayrılık olduğunu ve tekrar Allah'ın huzurunda bir araya geleceklerini pekiştirmiş olurlar.

Yasin süresi ölen kişinin arkasından onu anan ailesi, yakınları ve sevenleri arasında da okunur. Böylece aynı mesaj onlar için de geçerli olur. Keza tek başınıza da okunur ve müstefit olunur. Bunu elbette ölü kişi duyamaz, ama siz ve çevredeki insanlar duyarsınız. Bundan etkilenirsiniz ve imanınız artar. Ölümü de bu hayra vesile olduğu için bundan ölü kişi de nasibini alır.

Peki neden Yasin süresi okunur?

Çünkü içinde yukarıda da belirtildiği gibi içinde yeniden dirilişin çokça geçtiği bir süredir:

Şimdi bunlara bakalım:

  1. "Ataları uyarılmamış ve kendileri de gafil olan bir toplumu uyarman için." (6) Böylece sürede geçmiş ve ölmüş nesiller ile bugün arasında bir bağ kurulur.
  2. "Muhakkak ki ölüyü bir diriltiriz. (İnsanların) yaptıklarını ve izlerini yazarız." (12) Ölümün son olmadığı ve dirilişi açıkça vurgulayan bir ayet ölünün arkasında okunması için en uygun ayetlerden biri olsa gerek.
  3. 13-27. ayetlerde bir şehre gönderilen iki resul ve onlara iman eden üçüncü bir adamın öyküsü onlatılır. Onu öldürürler ve Allah da ona "cennete gir" der o da "keşke bunu (nimeti) kavmim de bilseydi" dedi. (26) Kavminin ölü zannettikleri kişinin nasıl cennete girdiğini ve ölümden sonra yaşadığını, nimetlerle mükafatlandığını gösterir.
  4. "Kendilerinden önce helak ettiğimiz kavimleri görmüyorlar mı?" (31) Çünkü bu kavimlerin tarihsel olarak varlıkları bilindiği halde soyları kesilmişti. İnkarları nedeniyle yaşam döngüsünün dışına itilen kavimleri görmüyorlar mı?
  5. "Hepsi de huzurumuzda hazır bulunacaklardır." (32) Diriliş anlatılmaktadır.
  6. "İşte onlara bir delil; Ölü yeri diriltir ve oradan taneler çıkarırız da ondan yerler." (33) Ölümden sonra yeniden dirilişe yerin tekrar dirilişi ile örnek veriliyor.
  7. "Onlara bir delil de gecedir; gündüzü ondan sıyırırız da karanlıkta kalıverirler." (37) İşte ölümden sonra diriliş için bir başka delil ve alegorik bir benzetme. Gece gündüzden sıyrılınca karanlığa bürünür. Sonra yeniden gündüz geri gelir. Böylece ölüm ve yaşam döngüsü gece ve gündüze benzetilir.
  8. 38-40. ayetlerde de bu sefer güneş ve ay alegorik olarak yaşam ve ölüme benzetilir. Güneş bir ışık kaynağı iken ay bir ölüdür. Yaşam ve ölüm formları da kendi döngüleri içinde birbirine karışmadan devam ederler.
  9. "Soylarını dopdolu bir gemide taşımış olmamız da onlara bir delildir." (41) Bu da Nuh'un gemisidir ve ölüm yaşam döngüsüne bir başka delildir. Ayette "enne hamelne ZÜRRİYETEHUM fil fülkil meşhun" diyor. İsra süresi 3. ayette de "ZÜRRİYETE men hamelna maa Nuh'in" (Ey Nuh ile birlikte taşıdıklarımızın çocukları) demektedir.
  10. "Dilesek, onları suda boğardık; ne yardımlarına koşan bulunur ve ne de kendileri kurtulabilirlerdi." (43) Böylece bir önceki ayette zürriyetlerini gemide kurtaran O idi. Dilerse yine zürriyetlerini aynı şekilde batırabilir ve onları ölüm yaşam döngüsünün dışına atar. Artık bir zürriyetleri de kalmaz.
  11. "Ama katımızdan bir rahmet ve bir süreye kadar geçinme olarak onları geri bıraktık." (44) Allah'tan bir rahmet olarak dünya hayatı, Ahiret gününün gelişine kadar geçici bir geçinme olarak kalacaktır. Yaşam ve ölüm döngüsü kıyamete kadar devam edecek.
  12. "Zaten Rabbinin ayetlerinden herhangi biri kendilerine geldiğinde ondan hep yüz çeviregelmişlerdi." (45) "yüz çeviriyorlar burun kıvırıyorlar" dediği ayetler yukarıdaki yeniden diriliş ve ahiret hayatı ile ilgili delil ve ayetler idi. Nitekim 48. ayette de bunun devamı olarak kafirlerin sürdürdükleri polemik bunu gösteriyor.
  13. "(Kafirler Hz. Muhammed'e) <<Doğru sözlü iseniz bildirin bu vaad ne zamandır?>> derler." (48) Görüldüğü gibi bütün bu ayetler, mesajlar ve tartışmalar hep yeniden diriliş ve miad etrafında şekilleniyor.
  14. "Çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak bir tek çığlığı beklerler." (49) Beklenen kıyametin kopuşu.
  15. "O zaman, artık ne vasiyet edebilirler ne de ailelerine dönebilirler." (50) Bu durum ölüm sonrası ve kıyametin kopuşundan sonrası kafirler için geçerlidir. Sonraki ayetlerde görüldüğü gibi müminler kendi aileleri ve sevdikleri ile birliktedirler.
  16. "Sura üflenince, kabirlerinden Rablerine koşarak çıkarlar." (51) Mezarından kalkarak dirilmeyi çok güçlü bir şekilde anlatan bir ayettir.
  17. "Dediler ki, <<Vah halimize! Yattığımız yerden bizi kim kaldırdı?.>> Onlara: <<İşte Rahman olan Allah'ın vadettiği budur, peygamberler doğru söylemişlerdi>> denir." (52) Diriliş sonrası ona inanmayanların uğradığı şok anlatılıyor.
  18. "Tek bir çığlık kopar, hepsi, hemen huzurumuza getirilmiş olur." (53) Dirilişi ve mahşerde toplanmayı anlatan başka bir ayet.
  19. "Artık bugün (hesap günü) kimseye hiçbir haksızlıkta bulunulmaz. İşlediklerinizden başkasıyla karşılık görmezsiniz." (54) Herkesin yaptıklarının karşılığını göreceği hesap günü anlatılıyor.
  20. 55-58 arası ayetler cennet ehlinin, eşlerinin ve ailelerinin durumu anlatılıyor.
  21. 59-67 arası da cehennemliklerin durumu ve onlara yapılan tehditler dile getirilmiştir.
  22. Her kime uzun ömür verirsek (yaşlılıkla) hilkatini tersine çevirmişizdir. Hiç akletmezler mi? (68) Bu da hayat ve ölüm döngüsünü gösteren bir metafor içerir.
  23. "(Bu bir öğüt ve apaçık Kuran'dır) Diri olan kimseyi uyarsın ve verilen (azap) söz(ü) de inkarcıların aleyhine çıksın diye." (70) Yukarıda da belirtildiği gibi diri olan uyarıya açık olan mümin, ölü olan ise inkarcılardır.
  24. 71-73 ayetler hayvanların insanların hizmeti için yaratıldığını bunun için insanın şükretmesi gerektiğini belirtir. Çünkü diriliş de yaratılışın tekrar etmesidir. Nitekim sonraki ayette "kendi ilk yaratılışını unutup dirilişi inkar eden kişi"nin durumu ele alınmaktadır.
  25. "Bunların sözü seni üzmesin. Biz onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da şüphesiz biliriz." (76) açığa vurdukları ile gizledikleri, zahir ve batın dünya hayatı ve ahiret için alegorik bir anlatımı temsil eder.
  26. "İnsan kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmez mi ki hemen apaçık bir hasım kesilir ve kendi yaratılışını unutur da; <<Çürümüş kemikleri kim yaratacak>> diyerek, Bize misal vermeye kalkar? De ki: <<Onları ilk defa yaratan diriltecektir. O, her türlü yaratmayı bilendir.>>" (77-79) 77-79. arasındaki ayetler de çok bariz bir yeniden doğuş ayetleridir ve çok güçlü bir kanıt ortaya konulmuştur.
  27. "Yaş ağaçtan size ateş çıkaran O'dur. Ondan (yaş ağaçtan) ateş yakarsınız." (80) Bu da yeniden diriliş için alegorik bir anlatımdır. Yaştan kuruyu, kurudan yaşı, ölüden diriyi diriden ölüyü çıkarır.
  28. "Gökleri ve yeri yaratan, kendilerinin benzerini yaratmaya kadir olmaz mı? Elbette olur; çünkü O, yaratan ve bilendir." (81) Allah insanlardan çok daha büyük çok daha karmaşık sistemler yaratmışken elbette insanların tekrar yaratılışına dirilişine kadirdir.
  29. "Bir şeyi dilediği zaman, O'nun buyruğu sadece, o şeye <<Ol>> demektir, hemen olur." (82) Allahın yaratma konusundaki mutlak ve sonsuz gücü ifade edilmiştir. "Ol" demesi ile yaratabildiği gibi, sura üfürülmesi ile de tüm insanları kaldırıp yeniden diriltecektir.
  30. "Her şeyin hükümranlığı elinde olan ve sizin de kendisine döneceğiniz Allah münezzehtir." (83) Herşey Allahın kontrolü ve egemenliği altındadır. Yaşam ve ölüm döngüsü onun elindedir ve yeniden ona döneceğiz.


***

Görüldüğü gibi Yasin süresinde yeniden dirilişi doğrudan ele alan 30 pasaj vardır. Bazılarında tek ayet iken bazılarında bu anlatım bir kaç ayeti kapmaktadır. Aslında bu yönüyle ele alındığında sürenin tümü yeniden dirilişi anlatmaktadır.

Böylece ölüm döşeğindeki birine, yada yakın zamanda ölmüş birine Yasin süresini okumak yeniden dirilişi işlediği için anlamlı ve önemlidir.


 

Paylaş:

21 Temmuz 2023 Cuma

LGBT hem politik hem de pornografiktir

LGBT bireylerin cinsel yöneliminden öte hem politik hem de pornografik bir harekettir. Yani bir insanın hemcinsine cinsel bir istek duyması bu duygunun kaynağı her ne olursa olsun onu tüm toplumun önünde afişe etmesini gerektirmiyor. Amaç bireyin cinsel dürtüsü değil fakat daha geniş anlamda organize edilmiş politik pornografidir.

Mesela bir üniversitenin mezuniyet töreninde mezun olan bir kızın LGBT bayrağı açarak programda olmayan bir gündemle programı sabote etmesinin sebebi ne olabilir? Bu kızın cinsel tercihini göstermek istemesi midir? Hiç alakası yoktur.

Afişe etmek, dikkat çekmek politik bir tutumdur. Burada pazarlanıp satılan bir ürün değil. Politize edilip afişe edilen bir düşüncedir. Afişe edilen şey de cinsel dürtü olduğuna göre bu da pornografiktir. LGBT'liler bunu yapıyor. Hatta bunun savunuculuğunu ve eylemlerini yapanların çoğu gerçek anlamda homo seksüel bile değildir. Bir sosyalistin inşaatta çalışan işçilerle olan ilgisi kadardır bu. Yada Kudüs davasına adanmış bir İslamcı'nın Filistinli bir mülteciyle olan ilişkisi kadar. Yani mesele bireysel ihtiyaçlar değil ideoloji ve politikanın ta kendisidir.

LGBT hareketinin bir amacı herhalde aile ve cinsellik üzerindeki mahrem değerleri yıkmaktır. Fakat emin olun bundan çok daha fazladır. LGBT yapıcı bir düşünce değil yıkıcıdır. Bir şey yapmayı vaad etmez. Sadece yıkmayı vaad eder. Cinsel özgürlük gibi bir vaadi de yoktur. Örneğin açılımında "lezbiyen gay biseksüel transeksüel" var. Yani normal olan kadın erkek cinselliği dışında herşey var. Ama normal olan cinsellik nedense yok.

Aslında LGBT 1960-70'li yılların popüler olan bohem anarşist ve sol karışımının yeni bir şeklidir ve halikazırda tüm dünyayı kasıp kavurmaktadır. Birçok gerçek solcunun bundan son derece rahatsız olduğunu da biliyorum fakat buna cephe almak o kadar kolay değildir. Bu akım edebiyatta, sinemada, modada, kültürel iletimde, popüler bilimde, akademide, çarşı pazarda ve küreselleşen dünyada o kadar çok desteklenmektedir ki onun taraftarlığını yapanlar hızla yükselebilir ve onu eleştirenler de güçlü bir koroyla linç edilebilir.

***

LGBT'nin kendi terminolojisi de var. Misal homoseksüel veya heteroseksüel diye insanları ikiye ayırırlar. Burada çok hınzırca bir düşünce vardır.

Homo aynı cinsi ifade ederken hetero karışık demek olup karşıt cinsi ifade etmez. Karşıt cins değil karışık cins demektir. Dolayısı ile hetero seksüel olan biri karşı cinsten olduğu gibi kendi cinsine de yönelen demektir. Adı üzerinde karışık...

Bir başka hınzırca kavram da homofobidir. LGBT'liler homoseksüel ilişkiye karşı olanlara homofobik adını koyarlar. Bu da kendi cinsinden korkan anlamına gelir. Oysa homoseksüel karşıtları kendi cinsinden korkmaz ve çekinmez ancak bir homoseksüel kişi, içinde taşıdığı dürtülerden dolayı kendi cinsinden çekinebilir. Homo karşıtı olanlar ise kendi cinsine karşı cinsel bir dürtü hissetmeyeceğinden böyle bir korkuları da olmayacaktır. Dolayısı ile aslında homofobik olanlar da kendileridir.

Neyse konu uzun ama konuyu gündemde tutmak da zaten dediğim gibi politik pornografidir. LGBT'nin amacı da budur amaç gündemde kalmaktır.



Paylaş:

10 Temmuz 2023 Pazartesi

Modern Kölelik

Modern köleliğin işçilik ile alakası yok

Modern kölelik deyince birçok kişinin aklına "işçilik" geliyor. Gerçekten de Karl Marx işçiliği kölelik olarak vasıflandırmıştı. Ancak bu yaklaşım elbette doğru değildir. Köle ile işçinin kıyaslanması çok yanlıştır.

İşçi ile köle arasındaki en önemli fark şudur: 

İşçinin malı azdır, köle ise maldır. Kölenin malı olamaz çünkü zaten kendisi başkasının malıdır. 😃

Kölelik bir kazanç sorunu değil bir varoluş sorunudur. Köle başkasının mülküdür. Bağımsız bir kişiliğe sahip değildir. Bu bağımlılık işçinin sonuçlarına katlanamadığı için patrona bağımlı olması gibi değildir. Çünkü işçinin boynunda kölede olduğu gibi bir kanun tasması yok. İşçi bağımsız karar veremiyorsa kendi korkuları yüzündendir. Konforundan feragat etmek istememesindendir. Ama köle istese de bağımsız bir karar veremez.

Dolayısı ile işçinin sömürülmesi salt emek ihlali iken kölelik doğrudan benliğin ve kişiliğin gasbıdır. Kölenin ekonomik sorunu olmayabilir. Zengin birinin kölesi oldukça iyi şartlar altında yaşayabilir ama bu onun köle olduğu gerçeğini değiştirmez.

Kölenin bir sahibi vardır ve onun bir kişiliği ve iradesi yoktur o bir maldır. Alanır satılır, kimse ona herhangi bir konuda bir şey sormaz, onun bir kararı, reyi, oyu, söz hakkı yoktur. Kendisi ile ilgili hiçbir karar veremez. Sahibinin malıdır ve tamamen onun keyfine ve iradesine amadedir. Eğer kadınsa sahibi onu nikahlamaksızın onunla yatabilir. Ondan sıkılınca da başkasına satar. 

Modern Kölelik nedir?

Kölelik tüm dünyada yasal olarak kalkmış olsa da malesef uygulamada hala çok yaygın olarak mevcuttur.

Modern kölelik genellikle insan ticareti, zorla alıkoyma, fuhuş amaçlı kadın ticareti, zorla yaptırılan çocuk askerliği, ev köleliği, borç işçiliği ve ırkçılığa bağlı olarak sömürgecilik, kadınları ve çocukları zorla evlendirme vb gibi yasadışı olarak icra edilen uygulamalardır.

Ev köleliğine bir örnek vereyim:

Ben Köleyim (I Am Slave) (2010) isimli bir filmde Sudan'da kaçırıp yasadışı yollarla İngiltere'ye görütürülen ve orada bir aileye ev kölesi olarak satılan Mande Nazer isimli genç bir kızın dramı anlatılıyor.

Filmin sonunda şu ifadeler yer alıyor: "Mande Nazer'in ve hâlâ konuşamayan kölelerin yaşamından esinlenilmiştir. Bugün Londra'da beş binin üzerinde genç kadının köle olarak yaşadığına dair kanıt vardır. Uluslararası raporlara göre Sudan'da yirmi bin insan köleleştirilmiştir. Köle alımı devam etmektedir."

İngiltere'de 2015 yılında kölelik uygulamaları ile daha etkin bir mücadele için "Modern Kölelik Yasası" çıkarılması da bunun ne kadar yaygın olduğunu gösteren önemli bir göstergedir.

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Walk Free ve Uluslararası Göç örgütü (IOM) 2021'de yayımladığı Küresel Kölelik Endeksi raporunda bugün dünya üzerinde 50 milyondan fazla köle bulunduğu görülmektedir.

Bu konuda daha geniş okuma yapmak isteyenler aşağıdaki linklere bakabilirler.

Modern köleliğin ülkelere göre haritası. Mutlaka bakın:
https://www.walkfree.org/global-slavery-index/

BBC raporu: Köleliğe karşı mücadelenin neresindeyiz?
https://www.bbc.com/turkce/haberler/2012/10/121019_slavery

Türkiye modern kölelikte 2018'de 48. sırada iken 2021'de 5. sıraya gerilemiş.
https://www.dogrulukpayi.com/bulten/turkiye-kuresel-kolelik-endeksi-nde-dunyada-besinci-sirada

Zülfiye Zeynep Bakır'in 2016'da Insamer dergisinde yayınlanmış Modern Kölelik makalesi
https://www.insamer.com/tr/modern-kolelik_340.html

Hangi ülkede ne kadar köle var?
https://www.dunyahalleri.com/dunyada-hala-46-milyon-kole-var

2016'daki Küresel Kölelik Endeksi raporuna göre Türkiyede 480 bin köle var. 2021'de 5. sıraya gerilediğimize göre bu sayı katlanmış olması gerekir.
https://www.odatv4.com/guncel/turkiyede-480-bin-kole-yasiyor-3105161200-95099
https://t24.com.tr/haber/turkiyede-480-bin-modern-kole-var,411833
https://www.genel-is.org.tr/insanligin-durumu-167-ulkede-458-milyon-kole-yasiyor,2,12708

Bu da ChatGPT ile bu konuda yaptığım konuşma
https://chat.openai.com/share/922a6ecc-93f2-4471-9201-55f3f9438a83



Paylaş:

8 Temmuz 2023 Cumartesi

Altının da Tenekenin de Fiyatının Aynı Olduğu Ülke

Zamanın birinde hazerfen bir usta ve onun bir çırağı varmış. Bunlar ülkeleri gezer ve ücretleri karşılığında çeşitli ustalık hizmetleri sergilermiş.

Derken garip bir ülkeye gelmişler. Ülkede tek bir fiyat geçerli imiş ve herşeyin fiyatı aynıymış. Ne alırsan aynı fiyat, tenekenin de altının da fiyatı aynı imiş. Bu durum ustayı endişelendirse de çırağın çok hoşuna gitmiş. Usta "acilen bu ülkeden çıkalım, tenekenin ve altının fiyatının aynı olduğu dengesiz bir ülkede kalınmaz" dediyse de çırak bir süre kalmak için yalvarmış. Böylece bir süre kalmaya karar vermişler.

Derken bir tellal nida vermiş; "Ey ahali duyduk duymadık demeyin, yarın şu vakitte kralın huzurunda bir yargılama yapılacak" demiş. Usta ve Çırak erkeden gelip ön sıralarda oturmuş ve yargılama başlamış.

Orta yere bir darağacı varmış.

Savcı suçlanan kişi hakkındaki iddianameyi okumuş: Sanık evine gelen hırsızın peşinden koşmuş, zavallı hırsız duvardan atlayıp kaçmak isterken ayağını kırmış, bir şey çalmadığı halde hırsızın ayağının kırılmasına sebep olduğu için ev sahibinin idamını istemiş.

Ev sahibi kendini savunmuş: Efendim benim bir suçum yok, duvarı yükselten ustanın suçu. O kadar yüksek yapmasaydı ayağı kırılmayacaktı demiş. Ev sahibi haklı bulunmuş ve serbest bırakılmış, derhal usta getirilip yargılanmaya başlanmış.

Savcı duvar ustasına "Sen duvarı yüksek yaptığın için bu adamın ayağının kırılmasına sebep oldun, sen asılmalısın" demiş. Duvar ustası kendini savunmuş: "Efendim benim bir suçum yok, bütün suç işçinin. Harcı çok fazla yaptı. Ben de ziyan olmasın diye kullanayım derken duvar yükselmiş."

Duvar ustasının savunması da haklı bulunmuş, suçlu işçi olmalı. İşçiyi getirip yargılamaya başlamışlar, işçi de kendini şöyle savunmuş: "Efendim aslında ben harcı tam ayarlıyordum fakat yoldan geçen filan kadının elindeki bileziğe gözüm takıldı. Çok dikkat çekici idi. O bileziği takmasaydı bunların hiçbiri olmazdı demiş. İşçi de haklı bulunmuş.

Bu sefer yargılamak için bilezikli kadını getirmişler. Kadın da "Kuyumcu o bileziği vitrine koymuştu, ben de ordan geçerken gördüm ve aldım. O vitrine koymasaydı bunlar olmazdı" demiş. Kadın da haklı bulunup serbest bırakılmış, onun yerine Kuyumcu getirilmiş.

Kuyumcu da kendini savunmuş: "Filanca adam bileziği getirip bana sattı, o getirip satmasaydı bunlar olmazdı" demiş. Kuyumcu da haklı bulunmuş ve kuyumcuya bileziği satan adam getirilmiş.

Adam kendini savunacak bir şey bulamamış, "bilezik bana annemden kaldı, annem ölünce onu satmak istedim, bu adamın ayağının kırılmasına sebep olacağını bilmiyordum" demiş. Böylece suçun intikal edeceği başka biri kalmayınca adam suçlu bulunmuş ve idamına karar verilmiş.

Mahkumun boynuna ipi geçirmişler fakat boynu ve ensesi çok kalın olduğundan her asma girişiminde ipten düşüyormuş. Kralın canı sıkılmış:

"Yahu iki saattir burada bir adam idam edemediniz, bu olmuyorsa başkasını getirin" demiş. Savcı boynu idam edilmek için daha uygun birini bulmak üzere izleyicilere yönelmiş gözü bizim Çırak'a takılmış. "Hey sen gel bakayım buraya, senin boynun uzun o yüzden seni asacağız" demiş. Usta hemen öne atılmış: "Efendim ben her işten anlayan bir ustayım ve o da benim çırağım, mümkünse başka birini seçemez misiniz" demiş. Savcı bu itirazı da kabul etmiş ve izleyicilerden başka birini seçip onu asmışlar.

Ölümden kıl payı dönen Çırak'a Ustası: "Ben sana tenekesi ve altını aynı olan dengesiz bir ülkede kalınmaz dememiş miydim?" demiş.

 


Paylaş:

17 Mayıs 2023 Çarşamba

Kullanılabilir Yapay Zeka sohbet botları


Size bir kaç yapay zeka programından bahsedeyim.

1. ChatGPT, bunu zaten biliyorsunuz. Yapay zekanın kralı. chat.openai.com adresinden kaydolup kullanabilirsiniz.

2. Bing. Bu da Microsoft'un yapay zeka programı. GPT altyapısını kullandığı söyleniyor ama ben bunun doğru olmadığını iddia ediyorum. Biraz kullanırsanız farkı anlarsınız. Bunu nasıl kullanacağınızı da tarif edeyim. Bu Microsoft Edge altında çalışıyor. Bilgisayar veya cep telefonunuza Edge'yi açın. bing.com adresine girin. Oturun açın sohbete başlayın.

3. Google Bard. Google beta sürümünü kullanıma açtı. Ancak henüz Türkçe dilini desteklemiyor. İngilizceniz iyiyse veya translate ile kullanabilirsiniz. Bard'ın kalitesi Bing'ten yüksek ChatGPT'den düşük. bard.google.com adresinden google/gmail ile giriş yapın ve talep formu çıkacak. Onu doldurun onaylanınca sohbet edebilirsiniz.

4. Quora Poe. Quora isimli meşhur sitenin Poe isimli yapay zeka sistemi. Ayrıca API vasıtasıyla aynı sayfa içinden GPT, Claude ve diğer bazı motorları da kullanmaya izin veriyor. Harika bir deneyim olabilir. poe.com adresinden kullanabilirsiniz.

5. YouCom. Bir başka yapay zeka robotu. Gayet iyi sonuçlar veriyor. you.com adresinden hemen deneyebilirsiniz.

6. Perplexity AI. Bunu da yeni keşfettim ve gayet güçlü bir yapay zeka programına benziyor. Kullanmak için perplexity.ai adresinden bağlanabilirsiniz.

Sonuç: Başka araçlar da var. Ama ben çalışan ve ücretsiz olanları seçtim. Ayrıca bazı araçlar daha spesifiktir. Örneğin yazılım geliştirme için çalışan yapay zeka robotları da var. Github Copilot veya Phind gibi.

Yukarıda verdiğim altı programdan sadece Google Bard henüz Türkçe desteklemiyor. Diğerleri ile güzel güzel Türkçe sohbet edebilirsiniz. YouCom ve Perplexity AI üyelik girişi opsiyoneldir. Yani üye olmadan da kullanabilirsiniz.

Paylaş:

28 Ocak 2023 Cumartesi

Tanrının Sessizliği mi Tanrının çağrısı mı?

Martin Scorsese'in yönettiği Silence 2016 (Sessizlik) filmini izledim.

Andrew Garfield (Rodrigues) ve Liam Neeson'un (Ferreira) başrollerini oynadığı film 17. yüzyılda Japonya'da Tokugawa Şovgunluğu döneminde geçiyor. Bu dönemde Tokugawa Japonya'daki batı etkisini silmeye çalıştığından Hıristiyanlık da yasaklanmış ve Hıristiyanlığı seçen Japonlar büyük bir baskı ve şiddete maruz kalmaktadırlar. Böyle zor ve baskıcı bir dönemde iki Cizvit papazı Japonya'da misyonerlik faaliyeti yaparken kaybolan saygın hocaları Ferreira'yı bulmak ve Hıristiyanlığı yaymak için Japonya'ya gelirler.

Rahiplerin yolları ayrılır. Rahipler sonunda Japon engizisyoncunun eline geçer. Fiziksel şiddetin yanısıra ruhsal/psikolojik baskılara da maruz kaldıklarında bütün bu vahşete tanrının neden bu kadar sessiz kaldığını sorgulayacaklardır.

Filmin konusu genel olarak bu.

Aslına bakarsanız dinlere ve ilahiyata yöneltilmiş çok önemli bir sorundur bu. Tanrının sessizliği... Belki de tek sorun bu. İnsanlık bu kadar acı çekerken tanrı nerede? Neden sessiz, bu sessizlik neden inanlılar için de geçerli? Bir defasında Rodrigues kafası karışmış bir halde Tanrıya seslenirken "belki de burada değilsin ve ben sadece kendi kendime konuşuyorum" der. 

Belki de biz yanlış yeri dinliyoruzdur. Veya belki de O'nu hiç dinlemiyoruzdur.

Benimse filmden çıkardığım dersler apayrı. Öncelikle Japon engizisyonunun sergilediği vahşetin doğru olup olmadığına baktım. Filmin esas alındığı kitabın yazarı bir Japon. Tarihsel olarak da doğru. Hatta 1980 yapımı Shogun mini dizisini de izledim. Tüm yapıtlarda sıradan bir Japon köylüsünün hiçbir değeri yok. Shogun dizisinde Torunaga'nın dostluğunu kazanan ingiliz başrolü Japonya dilini ve geleneklerini öğrenmesi için bir köye yerleştirilir. Altı ay içinde öğrenmesi gerekiyordur. Bu süre içinde öğrenemezse tüm köy içindekilerle birlikte yok edilecektir. Esasen tüm ilkel veya daha doğru bir ifade ile antik toplumlarla sıradan insana karşı böyle bir vahşilik vardı. İslam ve Hıristiyanlıkla tanışmadan önce Afrika'da da vardı, Amerika yerlilerinde de keza...

Ancak Silence filmindeki Hıristiyanlığı seçen Japonların gözlerindeki sevinç, inanç ve ışıltı gerçekten görülmeğe değerdir. İnsan yerine konulmamış kitleler, onlara Tanrı'nın sevgisini ve insan olmanın değerini vadeden semavi bir dinin ışıltısı altında nasıl da parlıyorlar. Bazıları orada Tanrının sessizliğini görüyor, bense semavi dinlerin ve Tanrı'nın çağrısının tüm insanlığı bugüne nasıl getirdiğini görüyorum. Bugün insan, insan yerine konuluyorsa semavi dinlerin tarih boyunca süregelen çağrısının bir neticesidir.

Tanrı'nın sessizliği konusuna dönersek, bundan ne bekliyoruz tam olarak? Rahip Rodrigues ve rahip Ferreira ne bekliyordu? Şiddet anında Tanrının ortaya çıkıp zalimleri yok etmesini mi? Yoksa borazancısını gönderip üzerlerine suru üfleyip onları helak etmesini mi? Özel bir işaret bekliyorsanız Tanrı sessiz tabi ki. Ama Tanrının sözlerini kalbinde hissediyorsan sana güç ve direnç veriyorsa o zaman Tanrı'yı duyuyorsun demektir. Tanrının sözlerini yüreğinde duyan bir insan belki yok edilebilir ama iradesi kırılamaz ve mağlup edilemez.

Bkz. Silence (2016), Shogun (1980)



Paylaş:

16 Ocak 2023 Pazartesi

A. B. Şirokorad, Osmanlı Rus Savaşları (Kitap kritiği)

Şirokorad'ın Osmanlı Rus Savaşları kitabını yeni bitirdim. Bu adam bir Rus ve askeri tarih uzmanı. Fakat o nasıl bir milliyetçilik öyle arkadaş?!

Rusya'nın İstanbul ve boğazları ele geçirmesi bir ölüm kalım meselesidir diyor. Bu satırları bugün yaşayan birisi üstüne basa basa söylüyor.

Rusların barış zamanlarında İstanbul'a çıkartma yaparak ele geçirme planlarını anlatıyor. Bu ele geçirme operasyonlarında kimyasal silah kullanılabileceğine dair örnekleri anlatıyor. Plevne kuşatmasında kimyasal silah kullanmayan Rus komutanlarını ahmaklıkla suçluyor. 😲

Savaşları anlatırken çok detaylı bilgiler veriyor. Fakat ne hikmetse sadece Rusların kazandıkları bölümleri anlatıyor. Türk tarafından sürekli "düşman" diye bahsediyor. Elbette bu bir tarihçi için çok uygunsuz bir dildir. Savaşlardaki ölü rakamlarını verirken uçuyor. Kıran kırana boğaz boğaza mücadele olan cephelerde bile örneğin "Türkler 6 bin kayıp verirken Ruslar 15 kayıp vermiştir" diyor 😆

Batılı ülkelerin Rusya'ya karşı Osmanlı'yı korumasına karşı adeta kuduruyor. Emperyalistliklerinden girip caniliklerinden çıkıyor.

"Rusya hiç öyle batılıların dedikleri yayılmacı bir ülke değildir" diyor. Halbuki bu Rusya dünya kara topraklarının beşte birini; onlarca ülkeyi, devleti yutmuştur. Bunların tümünü de savaşlar ve istilalar yoluyla yapmıştır. Bazıları "Rusya toprakları Kuzeydedir, orası yaşama uygun değildir" diyebilir ki bu da doğru bir yaklaşım değildir. Baltık ülkeleri ve İskandinav ülkeleri de aynı enlemde Kuzey'de yaşıyorlar. Ama orada şahane bir yaşam var.

Rusya Kuzey'de ve Karadeniz'de sıkışmışmış, külliyen palavra. Rusya'nın Baltık denizine, Atlantik okyanusuna ve Büyük okyanusa çıkışı var. Peki dünyada hiç deniz sahili olmayan ülkeler ne yapsın? Peki Karadeniz'deki sahili olan diğer ülkeler (örn. Romanya, Bulgaristan, Gürcistan) ne yapacak? Onlar da mı boğazları işgal edecek? Almanya da varlık sebebini Akdeniz'e çıkmakta görürse ne olacak?

Türkiye İstanbul'u fethettiği tarihten bu yana boğazları ticaret gemilerine hiçbir zaman kapatmamıştır. Kendileriyle savaş durumunda olduğumuz zamanlar hariç Rus ticaret gemilerine de hiçbir zaman boğazlar kapanmamıştır. Ama savaş gemilerinin geçişi tabi ki farklıdır. Rusya Akdeniz'e hakim olmak için boğazları istiyor. Yani "seni yemezsem ölürüm" diyen kurdun hesabı onunki.

Rusya dünyanın kaynaklarına hükmediyor ama hala varlık sebebini başka ülkelerin topraklarında görüyor. Elbette bu sonu gelmez bir doyumsuzluk ve aç gözlülük.

Şirokorad profesyonel bir tarihçi olmasına rağmen içi nefret dolu bir adamdır. Sadece Türklerden ve Avrupalılardan değil, Rus çarlarına bile ne hakaretler ediyor. Büyük Katerina'nın Osmanlı ve Boğazlar politikasını çok beğendiği halde kendisine "köylü oruspusu" diyecek kadar ağzı bozuktur.

Neyse hakkını yemeyelim, kitaptan öğrendiğim bir sürü gerekli ve gereksiz ayrıntı da var. Mesela Almanların 1. Dünya savaşında yenilmelerinin sebebi savaşı kaybetmeleri değil, Almanya'da Rusya'da olduğu gibi devrim (ihtilal) oldu. Bu, Almanya'nın o kadar kısa sürede 2. Dünya savaşına nasıl hazırlanabildiğini de açıklıyor. Mesela gereksiz ayrıntıya bir örnek; 2. Katerina gençken İsveç ordusunda borazan olarak görev yapan bir askerle evlenmişti. Bu yüzden Ruslar arasında ona takılan "Borazanın karısı" lakabı meşhurmuş 😆

Neyse keyifli bir okumaydı. Kitabın çevirisini ve yayın editörlüğünü yapan Selenge Yayınları sahibi Ahsen Batur da işin hakkını veren bir tarihçiydi. Bu yılın Ağustos ayında vefat etti. Kendisine bu vesile ile Allah'tan rahmet dilerim.

Александр Широкорад, Alexander Shirokorad


Paylaş:

5 Ocak 2023 Perşembe

Petrol ve doğalgaz çıkarmak

 
Karadeniz'de, bilmem nerede şu kadar doğalgaz bulundu şeklindeki haberleri biliyorsunuz. Bu haberler doğrudur. Fakat bunlar hemen ekonomiye dönüşebilecek şeyler değil.
 
Yine bazı aklı evveller Lozan'ın gizli maddelerinden dolayı bu doğal kaynakları çıkaramadığımızı iddia ediyorlar. Çünkü kendi toprağındaki kaynakları çıkaramamanın başka bir izahı görünmüyordu. Halbuki bunun nedenleri öyle gizli anlaşmalar falan değil. Aslında bunlar bağımsızlık ve özgürlüğün bedelleri 😃
 
Doğalgaz ve petrolü araştırmak ve bulmak birinci aşamadır. Onu çıkarıp getirmek ise ikinci aşama. Karadeniz'in bir yerindeki bir doğalgaz rezervini bulduğunuzu farz edelim. Onu oradan çıkarıp getirecek bir sistem kurmanız gerekir. Denizde ve karada yüzlerce kilometre hatlar çekmeniz gerekir. Bunlar çok büyük maliyet ve tecrübe isteyen şeyler.
 
Türkiye'nin, komşularının hilafına bugüne kadar bunları çıkaramamış olması pastayı büyük devletlerle bölüştürmek istememesinden kaynaklanıyordu. Özgürlüğün bedeli diye boşuna demedik.
İran, Arabistan ve Körfez gibi ülkeler bunları çıkarma imtiyazlarını başta çok kötü şartlarda Amerikan ve İngiliz firmalarına vermişlerdi zamanla kurulan sistemler bu ülkelere kaldı. Örneğin İngilizlerin 1925'te İran'da ilk kurduğu petrol çıkarma şirketi gelirin sadece %10'unu şaha veriyordu. Türkiye bu şartları asla kabul etmedi. Ancak zamanla bütün kurulan yapılar millileşti ve bu ülkeler petrol çıkarma ve işleme teknolojilerine sahip oldu.
Paylaş:

Blog Arşivi

İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *