28 Ocak 2023 Cumartesi

Tanrının Sessizliği mi Tanrının çağrısı mı?

Martin Scorsese'in yönettiği Silence 2016 (Sessizlik) filmini izledim.

Andrew Garfield (Rodrigues) ve Liam Neeson'un (Ferreira) başrollerini oynadığı film 17. yüzyılda Japonya'da Tokugawa Şovgunluğu döneminde geçiyor. Bu dönemde Tokugawa Japonya'daki batı etkisini silmeye çalıştığından Hıristiyanlık da yasaklanmış ve Hıristiyanlığı seçen Japonlar büyük bir baskı ve şiddete maruz kalmaktadırlar. Böyle zor ve baskıcı bir dönemde iki Cizvit papazı Japonya'da misyonerlik faaliyeti yaparken kaybolan saygın hocaları Ferreira'yı bulmak ve Hıristiyanlığı yaymak için Japonya'ya gelirler.

Rahiplerin yolları ayrılır. Rahipler sonunda Japon engizisyoncunun eline geçer. Fiziksel şiddetin yanısıra ruhsal/psikolojik baskılara da maruz kaldıklarında bütün bu vahşete tanrının neden bu kadar sessiz kaldığını sorgulayacaklardır.

Filmin konusu genel olarak bu.

Aslına bakarsanız dinlere ve ilahiyata yöneltilmiş çok önemli bir sorundur bu. Tanrının sessizliği... Belki de tek sorun bu. İnsanlık bu kadar acı çekerken tanrı nerede? Neden sessiz, bu sessizlik neden inanlılar için de geçerli? Bir defasında Rodrigues kafası karışmış bir halde Tanrıya seslenirken "belki de burada değilsin ve ben sadece kendi kendime konuşuyorum" der. 

Belki de biz yanlış yeri dinliyoruzdur. Veya belki de O'nu hiç dinlemiyoruzdur.

Benimse filmden çıkardığım dersler apayrı. Öncelikle Japon engizisyonunun sergilediği vahşetin doğru olup olmadığına baktım. Filmin esas alındığı kitabın yazarı bir Japon. Tarihsel olarak da doğru. Hatta 1980 yapımı Shogun mini dizisini de izledim. Tüm yapıtlarda sıradan bir Japon köylüsünün hiçbir değeri yok. Shogun dizisinde Torunaga'nın dostluğunu kazanan ingiliz başrolü Japonya dilini ve geleneklerini öğrenmesi için bir köye yerleştirilir. Altı ay içinde öğrenmesi gerekiyordur. Bu süre içinde öğrenemezse tüm köy içindekilerle birlikte yok edilecektir. Esasen tüm ilkel veya daha doğru bir ifade ile antik toplumlarla sıradan insana karşı böyle bir vahşilik vardı. İslam ve Hıristiyanlıkla tanışmadan önce Afrika'da da vardı, Amerika yerlilerinde de keza...

Ancak Silence filmindeki Hıristiyanlığı seçen Japonların gözlerindeki sevinç, inanç ve ışıltı gerçekten görülmeğe değerdir. İnsan yerine konulmamış kitleler, onlara Tanrı'nın sevgisini ve insan olmanın değerini vadeden semavi bir dinin ışıltısı altında nasıl da parlıyorlar. Bazıları orada Tanrının sessizliğini görüyor, bense semavi dinlerin ve Tanrı'nın çağrısının tüm insanlığı bugüne nasıl getirdiğini görüyorum. Bugün insan, insan yerine konuluyorsa semavi dinlerin tarih boyunca süregelen çağrısının bir neticesidir.

Tanrı'nın sessizliği konusuna dönersek, bundan ne bekliyoruz tam olarak? Rahip Rodrigues ve rahip Ferreira ne bekliyordu? Şiddet anında Tanrının ortaya çıkıp zalimleri yok etmesini mi? Yoksa borazancısını gönderip üzerlerine suru üfleyip onları helak etmesini mi? Özel bir işaret bekliyorsanız Tanrı sessiz tabi ki. Ama Tanrının sözlerini kalbinde hissediyorsan sana güç ve direnç veriyorsa o zaman Tanrı'yı duyuyorsun demektir. Tanrının sözlerini yüreğinde duyan bir insan belki yok edilebilir ama iradesi kırılamaz ve mağlup edilemez.

Bkz. Silence (2016), Shogun (1980)



Paylaş:

16 Ocak 2023 Pazartesi

A. B. Şirokorad, Osmanlı Rus Savaşları (Kitap kritiği)

Şirokorad'ın Osmanlı Rus Savaşları kitabını yeni bitirdim. Bu adam bir Rus ve askeri tarih uzmanı. Fakat o nasıl bir milliyetçilik öyle arkadaş?!

Rusya'nın İstanbul ve boğazları ele geçirmesi bir ölüm kalım meselesidir diyor. Bu satırları bugün yaşayan birisi üstüne basa basa söylüyor.

Rusların barış zamanlarında İstanbul'a çıkartma yaparak ele geçirme planlarını anlatıyor. Bu ele geçirme operasyonlarında kimyasal silah kullanılabileceğine dair örnekleri anlatıyor. Plevne kuşatmasında kimyasal silah kullanmayan Rus komutanlarını ahmaklıkla suçluyor. 😲

Savaşları anlatırken çok detaylı bilgiler veriyor. Fakat ne hikmetse sadece Rusların kazandıkları bölümleri anlatıyor. Türk tarafından sürekli "düşman" diye bahsediyor. Elbette bu bir tarihçi için çok uygunsuz bir dildir. Savaşlardaki ölü rakamlarını verirken uçuyor. Kıran kırana boğaz boğaza mücadele olan cephelerde bile örneğin "Türkler 6 bin kayıp verirken Ruslar 15 kayıp vermiştir" diyor 😆

Batılı ülkelerin Rusya'ya karşı Osmanlı'yı korumasına karşı adeta kuduruyor. Emperyalistliklerinden girip caniliklerinden çıkıyor.

"Rusya hiç öyle batılıların dedikleri yayılmacı bir ülke değildir" diyor. Halbuki bu Rusya dünya kara topraklarının beşte birini; onlarca ülkeyi, devleti yutmuştur. Bunların tümünü de savaşlar ve istilalar yoluyla yapmıştır. Bazıları "Rusya toprakları Kuzeydedir, orası yaşama uygun değildir" diyebilir ki bu da doğru bir yaklaşım değildir. Baltık ülkeleri ve İskandinav ülkeleri de aynı enlemde Kuzey'de yaşıyorlar. Ama orada şahane bir yaşam var.

Rusya Kuzey'de ve Karadeniz'de sıkışmışmış, külliyen palavra. Rusya'nın Baltık denizine, Atlantik okyanusuna ve Büyük okyanusa çıkışı var. Peki dünyada hiç deniz sahili olmayan ülkeler ne yapsın? Peki Karadeniz'deki sahili olan diğer ülkeler (örn. Romanya, Bulgaristan, Gürcistan) ne yapacak? Onlar da mı boğazları işgal edecek? Almanya da varlık sebebini Akdeniz'e çıkmakta görürse ne olacak?

Türkiye İstanbul'u fethettiği tarihten bu yana boğazları ticaret gemilerine hiçbir zaman kapatmamıştır. Kendileriyle savaş durumunda olduğumuz zamanlar hariç Rus ticaret gemilerine de hiçbir zaman boğazlar kapanmamıştır. Ama savaş gemilerinin geçişi tabi ki farklıdır. Rusya Akdeniz'e hakim olmak için boğazları istiyor. Yani "seni yemezsem ölürüm" diyen kurdun hesabı onunki.

Rusya dünyanın kaynaklarına hükmediyor ama hala varlık sebebini başka ülkelerin topraklarında görüyor. Elbette bu sonu gelmez bir doyumsuzluk ve aç gözlülük.

Şirokorad profesyonel bir tarihçi olmasına rağmen içi nefret dolu bir adamdır. Sadece Türklerden ve Avrupalılardan değil, Rus çarlarına bile ne hakaretler ediyor. Büyük Katerina'nın Osmanlı ve Boğazlar politikasını çok beğendiği halde kendisine "köylü oruspusu" diyecek kadar ağzı bozuktur.

Neyse hakkını yemeyelim, kitaptan öğrendiğim bir sürü gerekli ve gereksiz ayrıntı da var. Mesela Almanların 1. Dünya savaşında yenilmelerinin sebebi savaşı kaybetmeleri değil, Almanya'da Rusya'da olduğu gibi devrim (ihtilal) oldu. Bu, Almanya'nın o kadar kısa sürede 2. Dünya savaşına nasıl hazırlanabildiğini de açıklıyor. Mesela gereksiz ayrıntıya bir örnek; 2. Katerina gençken İsveç ordusunda borazan olarak görev yapan bir askerle evlenmişti. Bu yüzden Ruslar arasında ona takılan "Borazanın karısı" lakabı meşhurmuş 😆

Neyse keyifli bir okumaydı. Kitabın çevirisini ve yayın editörlüğünü yapan Selenge Yayınları sahibi Ahsen Batur da işin hakkını veren bir tarihçiydi. Bu yılın Ağustos ayında vefat etti. Kendisine bu vesile ile Allah'tan rahmet dilerim.

Александр Широкорад, Alexander Shirokorad


Paylaş:

5 Ocak 2023 Perşembe

Petrol ve doğalgaz çıkarmak

 
Karadeniz'de, bilmem nerede şu kadar doğalgaz bulundu şeklindeki haberleri biliyorsunuz. Bu haberler doğrudur. Fakat bunlar hemen ekonomiye dönüşebilecek şeyler değil.
 
Yine bazı aklı evveller Lozan'ın gizli maddelerinden dolayı bu doğal kaynakları çıkaramadığımızı iddia ediyorlar. Çünkü kendi toprağındaki kaynakları çıkaramamanın başka bir izahı görünmüyordu. Halbuki bunun nedenleri öyle gizli anlaşmalar falan değil. Aslında bunlar bağımsızlık ve özgürlüğün bedelleri 😃
 
Doğalgaz ve petrolü araştırmak ve bulmak birinci aşamadır. Onu çıkarıp getirmek ise ikinci aşama. Karadeniz'in bir yerindeki bir doğalgaz rezervini bulduğunuzu farz edelim. Onu oradan çıkarıp getirecek bir sistem kurmanız gerekir. Denizde ve karada yüzlerce kilometre hatlar çekmeniz gerekir. Bunlar çok büyük maliyet ve tecrübe isteyen şeyler.
 
Türkiye'nin, komşularının hilafına bugüne kadar bunları çıkaramamış olması pastayı büyük devletlerle bölüştürmek istememesinden kaynaklanıyordu. Özgürlüğün bedeli diye boşuna demedik.
İran, Arabistan ve Körfez gibi ülkeler bunları çıkarma imtiyazlarını başta çok kötü şartlarda Amerikan ve İngiliz firmalarına vermişlerdi zamanla kurulan sistemler bu ülkelere kaldı. Örneğin İngilizlerin 1925'te İran'da ilk kurduğu petrol çıkarma şirketi gelirin sadece %10'unu şaha veriyordu. Türkiye bu şartları asla kabul etmedi. Ancak zamanla bütün kurulan yapılar millileşti ve bu ülkeler petrol çıkarma ve işleme teknolojilerine sahip oldu.
Paylaş:

Blog Arşivi

İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *