17 Nisan 2024 Çarşamba

İnsanın yaşam süresi neden artıyor


İnsanın ortalama yaşam süresi arttı. Son kırk yıl içinde ortalama yaşam süresi 20 yıldan fazla arttı. Bundan sonraki 40-50 yıl içinde de ortalama yaşam süresinin 100'ü bulacağını düşünüyorum.

Şimdiki artışın sebebi temiz suya erişim, temiz ve hijyen gıda, daha iyi ve daha düzenli beslenme, daha iyi ısınma, daha iyi giyinme ve daha konforlu bir yaşam sürme. Bunda geçmiş dönemlere oranla savaşların azalmasının de etkisi var. Yine küresel ısınma ile mücadele, pestisitlerin (tarımda kullanılan kimyasal böcek ilaçları) kullanımının sınırlandırılması vb. nedenler var. Genel sağlık hizmetinin yaygınlaşması da çok önemli bir faktördür. Herşeyden önce insanların refah düzeyi arttı. Kötü koşullarda yaşayan insanlar bir an önce ölmek ister, iyi koşullarda yaşayan insanlar biraz daha yaşamak ister. Dedem vefat ettiğinde 96 yaşındaydı ama emekli maaşı olsaydı herhalde 100'ü rahat geçerdi 😃

Bundan sonra büyük ve yıkıcı bir savaş filan olmazsa önümüzdeki 50 sene içinde insanlar daha da eğitimli ve bilinçli olacak. Yürüyüş, spor, egzersiz bilinci daha da yaygınlaşacak. Küresel ısınma ve çevre koruma bilinci artacak. Fosil yakıtları azalacak ve yenilenebilir enerji kullanım oranı artacak. Böylece daha temiz bir hava soluyabilecek. Genel sağlık hizmetleri de şimdikinden daha iyi hale gelecek. Yapay zekanın ilerlemesi ve kullanım alanlarının genişlemesi insanların yaşam kalitesini olumlu yönde etkileyecek.

Netice itibarıyla şu anda ortalama yaşam süresi 80 cıvarında. Bunun 90 ve 100'e çıkacağını bekliyorum.

Sizin görüşünüz nedir? Yorumlara yazabilirsiniz

Paylaş:

7 Nisan 2024 Pazar

Neden ekonomide Alman Japon Çin mucizesi olur da Türk mucizesi olmaz


Ekonomik olarak bir Alman, Japon veya Çin mucizesinden bahsedilebilir. Peki neden bu ülkeler ekonomik mucizeler gerçekleştiriyorlar?

Bizim yerel Arapça'da cimriler için argo bir deyim var: "Yıneşşıf harahu u yekılu" (pohunu kurutup yiyor). 😆 Yani sinekten yağ çıkaran aşırı tasarrufçular için kullanılır. Bu milletler de böyle bir kültüre sahipler işte. Ee bu kültür hem halka hem de devlete etki eder. Böylece insanlar, toplumlar ve devletler kazandıklarından daha az harcadıkları için zenginleşirler.

Peki biz Türkler ve Ortadoğu'nun milletleri böyle miyizdir? Biz para olunca da harcamayı ve şatafatı severiz. Onun için zenginleşme eğilimi gösteren bizim bütçelerimiz değil, tüketim alışkanlıklarımızdır. Bizim gibilere de yine yerel Arapçamızda "cıb maksor" (kırık kuyu) denir. Kuyu yalıtılmadığı için su tutmaz.

Türkiye'nin cumhuriyetten bu yana finansal rakamlarına baktığımızda şunu görürüz. Büyüme var, ama bu büyüme yatırımlara değil, tüketim harcamalarına gidiyor. Kamu harcamaları her zaman daha çok büyüyor. Paramız olunca saraylar yapmaya başlıyoruz. Osmanlı'dan beri değişmeyen bir alışkanlığımızdır. Osmanlı dış borç olarak aldığı parayla bile saray yapmıştır.

Geçenlerde Osmanlı iktisat tarihi ile igili bir tabloda gördüm. Yükselme döneminde ve imparatorluk döneminde de devletin harcama bütçesi gelir bütçesinden fazla görünüyor. Bu bizde kalıtsal bir durum. Muhtemelen tarih öncesinden beridir böyleyiz.

Yapmamız gereken tek şey, "ayağını yorganına göre uzatmak" ve kazandığımızdan daha az harcamaktır. Bu saatten sonra böyle bir bilinç ve kültür oluşturabilir miyiz ondan da emin değilim.

Paylaş:

2 Nisan 2024 Salı

Budizm Tasavvuf ve Islam'a göre Rabıta

Cüppeli rabıta'nın müteveffa büyük şeyh Mahmut Efendi'ye yapılması konusunda ısrarını sürdürdüğü videoların birinde şöyle diyor: "Bunlar kendilerini Hasan Efendi sonrasına hazırlıyorlar. Peki ondan sonra kime yapılacak rabıta size mi? Milletin karısının kızının düşüne siz mi gireceksiniz?"

Aynen böyle bir ifade kullandı. Bu kendi değerlerine karşı çok inançsızca bir laftı bence. Evet ama aynı şey Mahmut Efendi için de geçerli değil mi? Mahmut Efendi milletin karısının kızının düşüne girebilir ama Hasan Efendi veya Ahmet Efendi giremez. Neden? Mahmut Efendi beşer değil mi? Yoksa beşer üstü mü?

***

Rabıta'nın Budizm'den geldiği söyleniyor. Açıkçası bu iyi bir araştırmayı gerektiriyor ve bu konuda popüler bilgilere dayanarak bir yargıda bulunamam. Fakat Budizmdeki meditasyon ve bizim tarikatlardaki rabıta arasında bazı karşılaştırmalar yapabilirim.

Rabıta kişinin kendi zihninde canlandırdığı kusursuz bir kişi ile hayal dünyasında bağ kurması ve onu kendi hayal ve imge dünyasında canlandırmasıdır. Sofiler genellikle kendilerini cennet ile cehennemin arasında mahşerde tasavvur ederler. Kandil gibi parlayan yüzü ile şeyh hazretleri gelir ve sizin elinizden tutarak sizi cehennemden kurtarır, size manevi gücünden feyiz aktarır. Hergün böyle bir senaryoyu zihninizde canlandırıyorsunuz.

Rabıta ve imajinasyon (zihinde canlandırma) ruhsal gücü arttırmak için önemli ve güçlü bir yöntemdir. Şimdi bizdeki rabıta malesef sofinin manevi ilerleyişini temin etmek için değil, müridin şeyhe mutlak, kesin ve sürekli bağlılığını temin etmek için uygulanıyor. Dolayısı ile müridin gelişip tıpkı şeyhi gibi bir insan-ı kamil olması beklenemez. İşte bu da şirke yakın bir durumdur. Çünkü şeyh senin cinsinden bir beşer değil, mutlak ve erişilemez biridir ve senin de ona mutlak ve kayıtsız bir şekilde bağlılık ve itaat göstermen gerekir. Halbuki mutlak bağlılık ve itaat yalnızca Allah'a ve peygamberlerine gösterilebilir, hiçbir alime hiçbir mürşide mutlak itaat gösterilemez. Hiç kimseye böyle bir paye verilmemiştir.

Budizm'de ise meditasyon daha çok içsel sessizlik olarak yapılıyor. Genellikle zihinde bir canlandırma yapılmaz. Fakat imajinasyon yapıldığı durumlar da var. Bu durumlarda da Lotus çiçeğinin üzerinde oturan Buda veya diğer budist ikonalar hayal edilerek zihinde canlandırılır.

Fakat Budizm'deki imajinasyon İslam'a daha uygundur. Çünkü orada hiçbir insanı, hiçbir beşeri kendinin üzerine çıkarmıyorsun. Hatta Budizm'de şöyle bir söz vardır: "Eğer yolda Buda'yı görürsen onu öldür." Evet çok manidar bir sözdür. Seyr-i sülukta Buda'ya erişirsen onu öldür, çünkü o artık bir nesnedir. Hadi söyleyin bakalım sevgili sofiler, İslam'ın ruhuna uygun olan bu değil mi?

Bir zaman Gurdjiyeff'in bir kitabında okumuştum ama şu an hangi kitaptı hatırlamıyorum. Gurdjiyeff "zihninizde kendi kemale ermiş halinizi tasavvur ediniz" diyordu. İşte rabıta için bu zihinsel canlandırma çok daha iyi. Allah'ın sizi yaratmış olduğu kalıbınız içinde olabilecek en iyi, en doğru, en akıllı, en cesur, en adil, en merhabetli, en takvalı ve en mükemmel halinizi... Zihninizdeki bu en iyi halinizi sürekli daha iyi hale getirip onunla bağ kurarsınız.

Yapacaksanız böyle bir rabıta yapın!



Paylaş:

Blog Arşivi

İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *